Türkiye’de gündem değişiklikleri, yeni krizlere yol açacak liderlerin sözleri, medyamızın dış ülkelerde olup bitenlere yeterince eğilmesini engelliyor. Kuzey Afrika ülkelerinde başlayan karışıklıklar, şiddet eylemlerinin, suikastların sıkça yaşandığı Ortadoğu ülkelerine de sıçrıyor. Bir bakıma fakirin çok fakir, zenginini de çok zengin olduğu İslam ülkelerinde uyanan halk monarşi düzenine baş kaldırmaya başladı. Nedense otoriter yönetimlerin işbaşında olduğu ülkelerde bu tür ayaklanmalar, beklenmedik zamanda, aniden başlıyor. O ana kadar biat etmiş, kul olmaya zorlanmış insanlar bir anda ayaklanıyor, gözleri hiç şey görmüyor, yakıyor, yıkıyor ve talan ediyorlar…
Önce Tunus’ta, Zeynel Abidin Bin Ali’ye karşı başlayan ayaklanmanın uzantısı diğer İslam ülkelerinde de görülmeye başladı. XVIII. Yüzyılda Osmanlı zayıflayınca Fransa’nın sömürgesi olan Tunus bağımsızlığını 1956’da kazanmıştı. Avrupa kültürünün kısmen egemem olduğu Tunus’un ilk Başkanı Habib Burgiba, Atatürk’ün kurucusu olduğu cumhuriyete duyduğu hayranlığı, örnek aldığını yeri geldikçe söylemekten geri durmamıştı. O dönemin Tunus’unda kamusal alanlarda, çağdışı İslami görüntülere cevaz verilmiyordu. Örneğin kadınların başlarını örtmeleri, erkeklerin çağ dışı giyinmeleri, sakal bırakmaları bile yasaklanmıştı. Kuşkusuz, bu düzeni sağlayabilmek için de toplumun arkasında etkin bir polis gücü vardı.
Zeynel Abidin Bin Ali, Habib Burgiba’ya en yakın olanlardan birisi olmasına rağmen entrikayla onu iktidardan uzaklaştırmıştı. ABD ve Fransa’nın en iyi okullarında eğitim almış, ülkeyi 23 yıl baskıyla, yakınlarıyla birlikte yönetmişti. Buna rağmen demokrasi Tunus’a yerleşememiş, sonunda ayaklanma patlak vermişti. Tarihteki her ayaklanmanın bir başlangıcı olmuştur; Tunus’ta da öyle oldu; binlerce işiz üniversite mezunlarından biri olan Yasemin’in nafakasını çıkarmak için kullandığı sebze arabası çalışma izni olmadığı gerekçesiyle polis elinden alınca, o da kendisini ateşe vermişti. Böylece ayaklanmanın fitili ateşlenmişti. Ülkede çok sayıdaki işsizlerin başı çekmesiyle yoksul halk ayaklandı, Zeynel Abidin de çareyi yurt dışına kaçmakta buldu.
Tunus’taki ayaklanma önceden geliyorum demişti. Ne garip ki, İran’da Şahın devrilmesinde olduğu gibi Tunus’u yönetenler de bunu nedense göremediler… Nitekim Humeyni rejiminden sonra ülkesinden kaçan generallerden birisine “darbeyi hiç mi fark edemediniz diye sorduklarında fark ettiğimizde iş işten geçmişti” demişti.
Nedense fakir halkın başında bulunan yöneticiler her zaman halkı çileden çıkaran davranışlarda bulunurlar ve bunun onlar üzerinde yapacağı tepkiyi düşünmezler…
Tunus’taki ayaklanmanın bir başka nedeni de ABD Tunus Büyükelçisinin 2009’da ülkesine gönderdiği, WikiLeaks’de açıklanan kriptosunda Zeynel Abidin’in eşi ve ailesinin yolsuzluklarıydı.
Bu belgelerde; “Tunuslular Leyla Trabelsi ve ailesinden nefret ediyor. Leyla Trabelsi, 1992’de Zeynel Abidin Bin Ali ile evlenmeden önce, eğitim seviyesi düşük aileden gelen bir kuafördü. Fırst Lady olduktan sonra ailesiyle birlikte Tunus’un en önemli şirketlerinde büyük hisse sahibi oldu. Tunus iş dünyasının yarısı, evlilik yoluyla mutlaka Bin Ali bağlantısına sahipti. O ve geniş ailesi Tunus halkının öfkesini çekiyordu.”
Kartaca Kraliçesi olarak isimlendirilen Fırst Lady, Arap dünyasının en güçlü kadınlarından biri sayılıyordu. Tunus’ta otel zincirleri, bankalar, alışveriş merkezleri ile Trabelsi ailesi Tunus ekonomisinin neredeyse yarısına sahipti. Zeynel Abidin’in ayaklanan göstericileri yatıştırmak için hükümeti görevden uzaklaştırması, erken seçime gitme kararı alması da fayda sağlamadı. Sonunda ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Başlangıçta Libya lideri Kaddafi’nin himayesine girdiyse de, ondan da beklediği yardımı alamadı, Malta, Fransa, İtalya tarafından kabul edilmedi. Fransa’ya yönelen uçağı havada geri çevrildi ve ailesiyle birlikte Suudi Arabistan’a sığındı…
Libya lideri Kaddafi, Tunus’ta ayaklanmada dökülen kanlardan sonra; “Tunus şimdi korku içinde yaşıyor. Aileler yataklarında öldürülebilirler. Vatandaşlar sokaklarda öldürüldüler. Zeynel Abidin’i değiştirmek için ise üç yıl sonra istifa edeceğini söylemişti” diyerek halka sabır tavsiye ediyor. Böyle diyerek bir bakıma aynı ayaklanmanın kendi başına gelmesinden de çekiniyordu.
Diğer taraftan ABD Başkanı Barack Obama’nın Tunus’ta gerçekleşen ayaklanma sonrası Zeynel Abidin’in devrilmesine destek vermesi oldukça şaşırtıcıydı. Tunus halkına uygulanan şiddeti kınadıktan sonra hükümetin en yakın zamanda serbest ve adil seçime gitmesi için çağrıda bulundu. Bu sözler Irak’ı hatırlattı; Irak’ta Saddam devrildikten sonra seçim yapılmış, yeni hükümet kurulmuştu ama Irak halkı bir türlü huzura kavuşamamıştı.
Ayaklanma Tunus ile sınırlı kalmadı, Cezayir, Fas, Mısır, Kuveyt, Yemen ve Ürdün’de de gösteriler yapılmaya başladı. Bütün Arap ülkelerinin ortak sorunu olan işsizlik ve yoksulluk dikta ile yönetilen diğer ülkelere de sıçradı. Tunus’taki ayaklanmadan cesaret alan Yemen’de halk gösteriler yapmaya başladı. Başkent Sana’da sokaklara dökülen halk “30 yıldır ülkeyi yönettiğin yeter” sloganlarıyla 1978’den buyana ülkeyi yöneten Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in istifasını istediler.
Tunus ve Mısır’da yaşananlar uzun yıllar iktidarda olan, halkın yoksul; lider ve etrafının zenginlik içerisinde olduğu diğer Arap ülkelerinde de korku yaratması son derece doğaldır. Her an kendi ülkelerinde de aleyhte gösterilerin başlamasından kuşku duymaya başlayacaklar derken ilk hareketlilik Mısır’da baş gösterdi. Otuz yıldır ülkeyi sert biçimde yöneten Hüsnü Mübarek’e karşı Mısırlılar da geçtiğimiz Cuma namazından sonra sokaklara döküldüler, meydanlara indiler. Mısır’da ayaklanmanın sesleri duyulmaya başladı. Kahire ve İskenderiye’de Mısır Devlet Başkanının posterleri yakıldı. Ardından başlayan protestolar ivme kazandı, çeşitli kentlerde de göstericiler ile güvenlik güçleri çatışmaya başladılarsa da halk orduyu alkışlamaya başladı. Ülkede ölen ve yaralananla oldu, borsa çöktü Hüsnü Mübarek’in gece yarısı televizyona çıkıp “Hükümeti kovdum. Reform için çalışacağım” demesi ülkede ne kadar etkili olabilir, şimdiden kestirebilmek çok güç…
Enver Sedat’ın yardımcısı olan, 1981’de “Bağımsızlık Günü” törenlerinde öldürülen Enver Sedat’tan sonra Devlet Başkanı olan Hüsnü Mübarek’in başkanlıktan çekilmesinden sonra yerine geçmesini istediği oğlu Cemal Mübarek için “babanı da al git” pankartları ortaya çıktı. Bu durum karşısında Cemal Mübarek özel jetiyle ailesini de yanına alarak ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Hüsnü Mübarek’in siyasi alanda rakibi olan, Viyana’dan döner dönmez gözaltına alınan muhaliflerden Muhammed El Baraday’ın halk tarafından desteklendiği açıkça görülüyordu.
Mısır sokaklarında başlayan, kanlı gösterilerden sonra ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton “Mısır rejimi halen istikrarlı” diyerek Hüsnü Mübarek’e destek vermesinin ardından, Beyaz Saray sözcüsü halkın taleplerine duyarsız kalınmaması, siyasi değişim gerektiğine değindi. Nitekim Fransa da önce Zeynel Abidin’e destek vermiş, onun ülkeden kaçmasından sonra tavrını değiştirmişti. Kuşkusuz, ABD de tavır değişikliği ile aynı duruma düşmek istememiş olmalıdır.
Tunus ve Mısır’da başlayan ayaklanmalar diğer Arap ülkelerinde ne derecede gerginlik yaratır?
Bu sorunun yanıtını verebilmek çok zor, tarihe baktığımızda hiçbir ülkede dikta yönetimlerinin hiç de iyi sonuçlanmadığı, ayaklanmalarla devrildiği görülmüştür. Arap dünyasında baş gösteren ayaklanmalarda dış güçlerin rolü var mı?
Varsa ne kadar?
Ayaklananlara maddi destek sağlanıyor mu? Sağlanıyorsa kim sağlıyor?
Bunların yanıtını verebilmek bugün için çok zor… Ortadoğu’da karışıklık, Lübnan’da da baş gösteren kargaşa İran’ı şimdilik hedef olmaktan kurtarıyor.
Türkiye bu durumda ne yapar? Arap dünyasına yakınlığını her davranışla gösteren hükümetin basiretli bir politika izlemesi gerekir. Bir yandan başta ABD olmak üzere müttefiklerinden yana olacak, diğer yandan da din kardeşlerine!...
Mısır ve Tunus’ta baş gösteren kanlı olaylardan mutlak alınacak dersler olmalıdır.
Doğrusu seçim arifesinde çok zor bir durum…
Winston Churcill’in meşhur sözlerinden birisi de siyaset üzerinedir:
“Siyasetçinin en önemli özelliği, gelecekteki olayları doğru teşhis edip önlemini zamanında almasını bilmektir”.
erdemyucel2002@hotmail.com
Islam dünyasi karisiyormu neresi karisik degilki karisik olmayan tek tarafi kadin ve erkeklerin karisik olmamasi oda yavas yavas karisiyor söz tabiri arap saci gibi karisiyorda karisiyor bu karisiklikta altta kalanin cani cikiyor cani cikmayanlarda üste cikmak icin karistiriyor ama üsttekiler hep üstte kaliyor ve krallar gibi yasiyor yasam sistemi bu kimse sana yasama demiyor yasa yasada altakilerede bari yasalar sosyallikler getir Örnek: avrupa yasalari örnek kuranikerim hep bana rab bana en sonunda al sana
Sayın Yücel, Kuzey Afrika daki son siyasal toplumsal gelişmeler bir anda ortaya çıkmış değildir.Dünya tarihini incelediğimizde bu Afrika ülkelerinin birer Avrupa ülkesi sömürgeleri oldukları ve bugünlere kadar da sömürge olmasa bile yarı bağımlı olarak varolduklarını söylemek herhalde yanlış olmaz. Nere ise tamamı, İngiliz, Fransız, İtalyan işgali görmüş bu ülkeler özellikle 2. Dünya savaşı sonrasında günümüze değin Avrupa ülkelerinin denetimindedirler. Son 20 yılda ise ABD nin özellikle Orta Doğu da artan etkin denetiminden sonra dengelerde değişme oldu.Tüm enerji kaynaklarını denetimi altında tutmak isteyen büyük sermaye sahipleri ABD nin askeri gücüne ve siyasi etkinliğine ihtiyaç duydular. Avrupa nın şu anki ekonomik ve siyasal durumu bu görevi kaldıracak güçte görünmemektedir.Bu bakımdan bahsi geçen Afrika ülkeleri Avrupa güdümünden ABD güdümüne geçiyor gibi geliyor bana.Yoksa bu hareketler ulusal uyanış ve bağımsızlık istekleri değil.
Ellerine saglik Hocam"Okurlarina güzel bir tarih sayfasi acmissin gene.Önce Türkiye,de siyaset liderlerin islam ülkelerinde vuku bulan olaylari göz önünde bulundurup birbirlerine agir ve kirici ithamlarda bulunmamalarini gerektigini sanirim anlamislardir.Zaten iktidarde,ki Hükümetimiz hep iyi seyler yapip Halka sunduklarini beyan ediyorlar.
Madem,ki herseyi dogru yaptiklarindan emindirler,O zaman korkmaga gerek yok.Halk herseyin bilicinde ise gene sandik basina gittiginde oyunu senden taraf kullanir.Tenezül edip muhalefete cevap vermemesi gerekiyor,Iktidar yaptiklari ile övünmemeli Halk ve secmen bunu deyerlendirip ona göre oyunu kullanir.Birak Halk seni övsün ve tekrar iktidar yapsin.
Burda Hükümetin yapacagi tek birsey Halkina vaat ettigi projelerini en kisa zamanda hayata gecirmek icin takvimini ona göre ayarlamasi lazim.Artik Halk biliclendi kim ne yapiyor veya kim ne yapar diye hepsinin hesabini sandikta kullanacagi oy ile belirliyor.Iktidar olsun Muhalefet partiler olsun etraflarina bakmalari ve görmeleri gereken ve islam ülkelerinde cerayan eden olaylardan ders almalidir.
Oteriter yönetimlerin ABD nin izni olmadan ayakta durma ve yasama hakki yok demektir.Su durumda irak savasi ABD tarafindan bitmis görülmektedir.Savas aski ile yasayan bu ülke kendisine yeni savas alanlari hazirlamaktadir.Yoksa savas ucaklari ve savas silah fabrikalari iflas eder,O fabrikalara daima is imkani saglamak zorundadir,ve bunda Avrupa ülkelerini arkasinda alip hep basarmistir.
Ne yazik,ki hedefler hep islam ülkeleri secilerek isabet ediyor veya ettiriliyor.Buda islam ülkelerinde birlik olmadigini animsatiyor.Örnegim Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti bundan bir kac ay önce Filistine arka cikip israilin yapmis oldugu insanlik disi katliamina dur diyecegi zaman hemen akabinde arap ülkeleri basta Misir olmak üzere Türkiye,ye dur demislerdir.Senin isin degil degip tepki göstermislerdir.
Tunusta Zeynel Abidin bin Ali,nin esi Leyla Trabelsi,nin yaptigini hangi devlet liderinin ona benzer seyler yapmadigina dair ispat edilebilir,mi neticede hepsi birer First Ledydi degilmi.Bu gibi ayaklanmalar ABD nin önderligi ile diger dünya liderlerini,de arkasina alarak yapildigina kanaat etmekteyim.Her seyin yaniti kendiliginden ortaya cikmaktadir.Eger aksini ispat eden varsa buyursun yazsin fikirlerinden faydalanayim saygilarimla.
Yorumcu arkadaşlar, ABD etkisi üzerinde birleşmişler. Bu etki, küçük ülkelerin iki kere iki dört eden yazgısıdır ve doğrudur. Bir anımı anlatacağım: Tunus gezimde Kartaca ören yerlerini gezerken rehberimiz ören yanındaki yüksek duvarlarla çevrili, yeşiller arkasından hayal meyal görünen Başkanlık Sarayının fotoğrafını çekenlerin hapsi boylayacağını, bu gibilerin izlerini bulunamayacaklarını söylemiş, biz de fotoğraf makinelerimizi polise teslim etmiştik. Daha sonra Tunus Müzesi ziyaretinden sonra parkın içinden Fransız yapımı müzenin ve Millet Meclisi binasının video filmini çekerken polis başıma gelip makinamı parçalamış, yalvar yakar ve rüşvetle ucuz kurtulmuştum. İşte orada polis devletinin ne menem bir şey olduğu kafama dank etmişti. Mısır'a gelince: Mısır kültür ve edebiyat alanında değerler yetiştirmiş, tarihiyle temayüz etmiş laik bir ülkedir. ABD yanlısı ve İsrail dostu diktatörün akıbeti aşağı yukarı belli olmakla beraber, lider ve ideoloji yoksunu bu hareketin sonunun ne olacağı belli değildir. İktidara aday olabilecek 'Müslüman Kardeşler' kuvvetli bir örgüttür. İslâmi öğretilerinin Türkçeye çevrilen yayınları Milli Görüşçüleri ve de bu günün politikacılarını etkilemiştir. Dileğim şu ki Mısır, yağmurdan kaçarken doluya tutulmasın.
Global denge üzerinde güçlü devletlerin hakimiyet ve denetimi elbette kuşku götürmez. Bu ezelden beri böyle olmuştur; böyle gider; eşya-yı tabiata uygun bir şeydir. Yeni nesiller de her devirde bunu kendilerinin yeni keşfettiğini sanırlar. Ancak, zamanımızda bu emperyalizm biraz daha zerafetle ve sözüm ona uluslararası hukuka uygun olduğu bahane ve kandırmacası ile yapılmaya çalışılıyor. ABD, Kennedy'den önce ortaya çıkan "Ugly American" imajını elinden geldiğince simeye çalışıyor. Çünkü uzun vadede aleyhine çalıkşabilir. Ve son İslam ülkeleri kaynaşmasında da onun tertibini bulabilmek bir hayli zor. Daha önce de, kendisine sadakatla hizmet edip Marxist avcılığına soyunmuş Filipinli Marcoslar, Şilili Pinochet'ler, Arjantinli Videlalar, Şah Rıza Pehlev^ler, Güney Vietnamlı Nguyen Van Thieu'ler ve daha bir nice kölelerine sonunda sahip çıkamamış olan ABD, bizim ülkemizde de 1970'lerde onun adına "düşünce polisliğine" soyunup gece yollara düşen ve karşısına çıkan ailelere hangi tarafdan olduğunu soran ve hiç bir tarafdan değilim diyelere de "sen ot musun" deyip gene dayak atan ülkücülere 1980 darbesinde gene sahip çıkmakdan tevakki edip kaderlerine terketmiştir.
Eh İslam ülkelerindekii kantarın topuzunu kaçıran mahut son diktatör hazretler için de kimsenin yapabileceği bir şey yoktu. Sayın yazarın anlattığı gibi, Kartaca Kraliçesi first ladysi sayesinde 5 milyar dolarlık dünyalık edinen Bin Ali, 30 yıl diktatörlük tahtından inmeye yanaşmayan Mobareki savunmak için kim ne yapabilirdi ki? Ne olur yurttaşlar siz de fazla takıntı yapmayın. İş olacağına varır. Demokrasidan umudu kesmeyin. Bazı İslam ülkeleri diktatörlerinin başlarına gelenler diğer diktatörlük heveslilerine de ders olsun diyelim; en iyi düşünce ve temenni budur. Yoksa, diğer sırtını Amerikaya dayamış olanları da azdırır, hem kendimize hem de onlara yazık ederiz.
İslam ülkelerinde bugünlerde başgösteren hareketlerin öncülüğünü , daha önceki yorumlarımda ortaya sunduğum gibi, ABD'nin yaptığından kesinlikle şüphem yoktur ! ABD emperyalizmi , kendini kollamak ve yayılımına devam etmek için, kendisine tehlikeli gördüğü Ortadoğu'yu tampon bölge ilan etmiştir. Bu bölgenin gerisinde olanlara karşı, belli ki önlemler alması gerekmektedir. ABD'nin, bugün "soğuk savaş rüzgarları" estiren ülkelerin, gelecek bir günde kendisi için tehlikeli olacağının çok iyi bir bilinci içinde, Ortadoğu İslam ülkelerinde - satranç oyununun kurallarınca - olmasını istediği şekilde girişimlerde bulunmaktadır ve oynadığı piyonlarla da bunu başarmaktadır. ABD'nin, "soğuk savaş rüzgarları" estiren ve kendisi yönünden tehlikeli gördüğü ülkeler hangileridir ? İşte, gerçek olan durum şudur: İRAN - ÇİN - RUSYA MÜTTEFİKLİĞİDİR