31
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Kadınlar Gününü Kutlamaya Hakkımız Var mı?


Dünya Kadınlar Günü, 8 Mart günü batıda ve doğudaki çeşitli ülkelerde törenlerle kutlandı. Çoğu ülkelerde bu kutlamalar yasak savma olarak yapılırken, bazılarında dünyanın yaradılışından bu yana geçirdiği evreler dile getirildi. Türkiye’de ise hangi ideolojiye sahip olurlarsa olsunlar kadınlar meydanlara inerek çeşitli etkinliklerle bu günü kutladılar. DTP’nin kandırılmış kadınları da Güneydoğu’da günün anlamını düşünmekten aciz olarak adeta PKK gösterisi yaparak, PKK yanlısı sloganlar atarak toplumu bir kez daha gerdiler. Buna karşılık aynı yörelerdeki aydın kadınlar “Türk’üz, güçlüyüz, Atatürkçüyüz” diyerek onlara yanıt verdiler. Bunun yanı sıra Ankara’da anlamlı kutlamalardan birisini de başta Genelkurmay Başkanı’nın eşi olmak üzere kuvvet komutanlarının eşleri Anıtkabir’e giderek özel deftere anlamlı bir mesaj yazdılar:

“Aziz Atam, ilke ve devrimlerin, sosyal, siyasal ve kültürel alanlarda arka planda bırakılmış Türk kadınını layık olduğu yüceliğe ulaştırmakla kalmamış, bu konuda tüm uluslara da örnek olmuştur. Bizi yürümekte olduğumuz yoldan alıkoymak ve ilkelerini aşındırmak isteyenlere hiçbir zaman izin vermeyeceğimizden asla şüphen olmasın. Huzurunda saygıyla eğiliyoruz”

Dünyü Kadınlar Günü, tam anlamıyla özgür kadınların bayramına dönüştürüldüğünde, uygarlık düzeyinde Türkiye büyük bir aşama yapmış olacaktır. Gerçekte kadın uygar olabilmenin bir ölçüsüdür.

Kadının yaşamımızdaki büyük rolü tartışılmaz olduğu kadar da açıktır. Dünya ülkeleri kadına hakkı olan saygıyı gösterebiliyor mu? Kuşkusuz bunda kadının kendi gücünün de büyük payı olması gerekir. Herkesin bildiği meşhur bir söz vardır. Hak verilmez, alınır? Çeşitli toplumlardaki kadınlar bu söze ne denli uyuyorlar. Onu da tarih süreci içerisinde açıkça görüyoruz.

Dünya Kadınlar Günü toplumlarda göstermelik veya toplumsal, siyasi boyutlarda ne kadar irdelenirse irdelensin ortada bir gerçek vardır. Kadınlar iki türlü olarak yaşamlarını sürdürmektedir.

Eğitimli, kendi ekonomik gücünü sağlamış, kişilikli kadınlar...

Ezilen, ikinci sınıf olarak nitelenen, erkeğin esiri olan kadınlar... Bunların çocukları daha çocukluklarını yaşamadan, buluğa ermeden başları örtülüyor, anaları gibi bazen de kara çarşaflara büründürülüyor. Çoğu yaşıtları çağın nimetlerinden yararlanırken onlar erkek üstünlüğünü çaresiz kabul ederek beyinleri din adına hurafelerle doldurulup, dini siyasete alet edenlerin kucağına düşüyor.

Şimdi kendi kendimize soralım; Türkiye kadınlarının büyük çoğunluğu bunların hangisine uyuyor?

Özellikle İslam ülkelerinde kadının ikinci sınıf vatandaş statüsüne düşürüldüğünü görüyoruz. Örneğin İran’da kadının pasaport alabilmek için baba, eş veya bir erkek akrabasının izninin olması zorunluluğu vardır. Onun yanı sıra Suudi Arabistan’da kadının seçme ve seçilme hakkı yoktur. Sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi bile, ailesindeki erkeklerden birinin iznine tabidir. Pakistan, Malezya’nın bir kesimi ve Afganistan gibi İslam ülkelerinin çoğunda da kadını aşağılayıcı hükümler bulunmaktadır.Bu tür ülkelerde kadınlar şeriatın gölgesinde ikinci sınıf, köle niteliğinde, erkek egemenliği altında yaşamlarını sürdürmektedir.

İran’da kadınlar seçme seçilme hakkının 1963 yılında kazanmışlardır. Bunun yanı sıra erkeklerin dört eş almasına cevaz veriliyor, mahkemelerde kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin ancak yarısı kadar. İran’daki yasalara göre zina suçlarında kadın veya erkeğin taşlanarak öldürülmelerine cevaz veriliyor. Kadınların bekar erkekler veya akraba olmayan erkeklerle birlikte olmaları da engellenmiştir. Genel taşıma araçlarında ayrı yerlere binmek veya kamu binaları ile üniversitelerde, havaalanlarından ayrı girişleri kullanmak zorundadırlar. Yabancı kadınlar da dahil olmak üzere örtülü olmayan kadınların resimlerinin basında yer alması da yasaklanmıştır. İslami kıyafetin öngördüğü kurallara uymayanlara cezai yaptırımlar uygulanmaktadır.

Suudi Arabistan’da kadın ve erkek ayrı ayrı yerlerde çalışmak zorundadır. Kadınların edinecekleri meslekler de sınırlandırılmıştır.Yargıda iki kadının şahitliği bir erkeğe eşit olup, boşanmalarda erkeğin isteği yeterli oluyor. Kadın sürücü belgesi alamaz ve ev halkı dışından birinin kullandığı araca binemez.

Libya’da kadınlar seçme ve seçilme hakkına ancak 1964 yılında kavuşmuş olmasına rağmen sosyal yaşamda eşitsizlik alabildiğince sürmektedir. Miras hakkı erkeğin yarısı kadardır. Yurt dışına çıkabilmeleri eşleri veya yakın akrabalarının iznine bağlıdır.

Mısır’da kadınlar seçme ve seçilme hakkına diğer İslam ülkelerinden daha erken olarak 1956 yılında kavuşmuşlardır. Kadınların sosyal hakları İslam hukukuna göre düzenlenmiştir. Müslüman kadınların başka dinlerden birisi ile evlenmeleri yasaklanmıştır. Buna karşılık Mısır erkeği ile evlenen diğer dinlerden bir kadın, İslam hükümlerine tabi olmaktadır.

Pakistan, Tunus,Ürdün,Yemen, Fas ve Endonezya gibi diğer İslam ülkelerindeki kadınlarla ilgili yasalar da bunlardan farklı değildir.

Türkiye’de ise kadınlar, kadın haklarına Cumhuriyet’in ilanından sonra Büyük Atatürk sayesinde kavuşmuşlardır. Kadınlar seçme ve seçilme hakkına diğer İslam ülkelerinden çok önce 1934’de kavuşmuşlardır. Bugün TBMM’de yalnızca 50 kadın milletvekili bulunmaktadır. Bazı istatistiklere göre, kadın milletvekili sayısının Afrika’dan bile geri olması üzüleceğimiz bir diğer noktadır. Ne yazık ki, bunların içerisinde teröre terör diyemeyen, ondan yana olanlar da bulunmaktadır.

Türkiye’de kadınların gerçek olarak kadın haklarından yararlanıp yararlanamadıkları ayrı bir tartışma konusudur. Yazılı, görsel ve Internet basınında yer alan töre cinayetleri, sevmediği erkekle evlendirilen, o erkeğin zulmü altında ezilen, dayak yiyen, hor görülen, aile bireyleri ile aynı sofraya oturtulmayan, üzerine kuma getirilen kadınların sayısı da cumhuriyet devrimlerine ve kadın haklarına rağmen az sayıda değildir. Kuşkusuz, bunun da nedeni kırsal kesimlerde yaşayan veya bu kesimlerden büyük illere göç olup, eğitimli, ekonomik yönden ayakta durabilen, meslek sahibi olan kadınlar ile büyük bir ayırımı ortaya koymaktadır.

Günümüzde kadınlarımız türbanlı ve türbansız diye bir ayırım içerisine sokulmaya çalışılmaktadır. Bu tür kadınların çoğu mahalle ve dini baskılar altında, başka bir deyişle dinin politikaya sokulması ile büyük bir ivme kazanmaktadır. Işık evleri, tarikatlar genç kızlara büyük bir baskı uygulamaktadır. Bunun bir kısmı onlara sağlanan maddi olanaklardan, bir kısmı cehaletten, sosyal olguyu bilmemekten öteye gidememektedir. Bununla beraber “Türbandan korkan psikiyatra gitsin”, “Türbanını çıkar demek, sokaktaki kadına donunu çıkar demekten farksızdır”, “Fenerbahçe Sevilla’yı elerse bikini giyerim” diyen gafiller de ne yazık ki, iktidar partisi yöneticilerinden, spor eleştirmenlerinden çıkan acayip sözcüklerdir. Bir bakıma onlara da hak vermemek elden gelmiyor. Yerli ve yabancı kökenli ata sözleri arasında kadını aşağılayan, onları ikinci sınıf vatandaşlık konumuna itenler bulunmaktadır.

Eksik etek!...

Karı!.. (Ne yazık ki,bu sözcük Medeni Kanun’da yer aldığı gibi evlenme akdi yapılırken de söylenmektedir.)

Avrat!..

Saçı uzun aklı kısa...

Kaşık düşmanı..

Keçi derisinden post, kaynana ve görümceden dost olmazmış...

Kocasından sonra kalkan karıdan, Hazirandan sonra ekilen darıdan, Nisan’dan sonra arlayan arıdan hayır gelmez...

Erken kalkmayan avrat, söz dinlemeyen evlat, mahmuzla gitmeyen at; kapında varsa kaldır at...

Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al...

Lafın özü çobana verme kızı, ya koyun güttürür ya kuzu...

El tarlasına giden tohumsuz, el karısına güvenen oğulsuz kalır...

Pekmez küpte, kadın dipte...

Türkiye’de aydınlanma devrimini başlatan Atatürk’ün kadınları 2008’de türbanı tartışıyor, batı uygarlığı ile doğunun bağnazlığı arasında bocalıyor. Kadınlara karşı aile içi ve dışında yapılan tacizler, haremlikli selamlıklı toplantılar, eşi ile aynı masada yemek yiyemeyen bakan eşleri, çıktığı bir televizyon konuşmasında kadının erkeğin korunmasına muhtaç olduğunu iddia eden eski yapımcı, bugünkü milletvekili, Şanlıurfa ve Konya’da açılan kadınlar parkı... Hakkını almayı beceremeyen, çareyi televizyon ekranlarında arayan kadınlar...

Böyle bir ortamda kadınlar günü kutlanır mı? O da ayrı tartışma konusu...

Osmanlı Mutfağının özelliklerinden kadınbudu köfte, dilberdudağı ve vezirparmağı gibi yiyeceklerin isimlerinde cinsellik arayarak bunların ismini değiştirmeye çalışan bağnaz bir düşünce...

Belki de bunlara imambayıldı, oturtma, karnıyarık gibi yiyeceklerin isimlerine de karışacaktır.

Sırası gelmişken, Türk Mimarisindeki “Karnıyarık” ev plan tipi de ilerleyen zamanlarda müstehcen bulunarak değiştirilir mi acaba?

Bütün bunlara rağmen yine de kadınlar gününüz kutlu olsun derken, Madame de Rıeux’un bir sözünü hatırlamamak elde değil;

“Evlilik, erkeklerin özgürlüklerini, kadınların mutluluklarını ortaya koydukları bir piyangodur.”

Yayın Tarihi : 10 Mart 2008 Pazartesi 13:38:51


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
erdal geyikçi(köçek)... IP: 88.252.50.xxx Tarih : 11.03.2008 09:49:33

MERHABE ERDEM ABİ...YORUMUMA ATA SÖZÜMÜZLE BAŞLAMAK İSTİYORUM."AT,AVRAT,SİLAH"...KÖŞENİZE KADINLAR GÜNÜNÜ KONU ETMİŞSİNİZ ..KADIN DENİNCE AKLIMA,BAŞTA KARA FATMA OLMAK ÜZERE CEPHEDE ŞAVAŞAN KADINLARIMIZ GELİYOR.İLK ÖNCE,CEPHEDE ŞAVAŞAN KADINLARIMIZIN GÜNÜNÜ KUTLAMAK İSTİYORUM .KADIN DENİNCE AKLIMA DOGURĞAN OLAN BİRİSİ GELİYOR DOĞURMAYANDAN KADIN OLMAZABİ"AMA"HER DOĞURANDAN DA ANA VE KADIN OLMAZ ..BUGÜNE ÇOCUKLARINI SOKAKARA ATAN VE KÖTÜ YOLLARDA KULANAN KADINARIMIZI KATMIYORUM..YORUMUMA ATA SÖZÜMÜZLE SON VERİYORUM,"KADININ SIRTINDAN SOPAYI,KARNINDAN SIPAYI EKSİK ETMİYECEN"DEMİŞLER...SAYGILARIMLA.ERDAL GEYİKÇİ(KÖÇEK)....


mehmet ersindigil IP: 84.62.50.xxx Tarih : 10.03.2008 16:46:43

Sayin Erdem Yücel HOCAM,Ellerin dert görmesin öyle güzel analiz etmissin,ki bana yazacak birsey birakmamissin,Onun icin sana tekrar tesekkür ediyorum ve nice güzel yazilarin devami dilegi ile saygilarimi sunarim selamlarimla.