Siyasilerimiz başta olmak üzere toplumun belirli bir kesiminin dış politika ile ne kadar ilgili olduklarını bir türlü kestiremiyoruz!...
Günlük yayın organlarına, siyasilerin demeçlerine bakıyorum; eski tas eski hamam... Anayasa değişikliği, rektör atamaları, içki yasağı var mı yok mu tartışması, örtünme vs... Oysa Kafkaslarda başlayan gerilim bir anda Karadeniz’e sıçradı. Karadeniz’de çeşitli devletlerin savaş gemileri adeta cirit atıyor. Ortadoğu sorunu derken, birden bunalım Karadeniz’de büyük boyutlara ulaştı. Bu arada yeni bir doğu bloğunun sinyalleri veriliyor. Yeniden süper devlet olma yolundaki Rusya ABD başta olmak üzere batı devletleri ile restleşiyor. Adeta bir savaş öncesi gibi...
Kafkaslarda başlayan gerilimin ardından Karadeniz’de sular ısındı. NATO ülkelerine ait savaş gemilerinin Boğazlardan geçerek Karadeniz’e çıkmaları ile de dünyanın dikkati buraya odaklandı. Oysa savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi ile 1936 tarihinde imzalanan Montreux Antlaşmasının kurallarını çiğnenmiş değildir. Ne var ki, Osmanlı İmparatorluğunun izni ile Karadeniz’e çıkan Alman Goeban ve Breslau savaş gemileri Sivastopol’ü bombalamış ve Osmanlıyı I.Dünya Savaşı içerisine itmişti. Yakın tarihteki bu olay belki tam bir savaş nedeni değildi ama İngiltere, Fransa ve Rusya’nın ekmeğine yağ sürmüştü. O yıllarda bu devletlerin amacı Boğazlara hakim olmak ve Osmanlı egemenliğine Boğazlarda son vermekti.
Günümüzde değişen bir şey var mı? Bilemeyiz...
Montreux sözleşmesi, Çanakkale ve İstanbul boğazlarını Lozan Antlaşması’yla belirlenmiş statüsünü Türkiye Cumhuriyeti lehine değiştirmiş bir antlaşmadır. Türkiye’nin yanı sıra Avustralya, Yunanistan, Bulgaristan, Fransa, İngiltere, Japonya, Romanya, Sovyetler, Yugoslavya arasında 20 Temmuz 1936’da imzalanan antlaşmaya göre, savaş gemileri ile ilgili önemli maddeler vardır. Buna göre Karadeniz’de kıyısı olan ülkelere barış zamanlarında sınırlama getirmiyordu. Ancak savaş durumunda gemilerin boğazlardan geçişi Türkiye’nin yetkisine bırakılıyordu. Bununla beraber olası bir savaş durumunda gemilerin geçmesinde yine de Türkiye’nin yetkisi vardı. Karadeniz’de kıyısı olmayan devletlere ait gemilerin transit geçiş yapacak savaş gemilerinin sayısı dokuzu geçmeyecek, toplam tonajı da 15.000 tonilatodan fazla olmayacaktı. Denizaltılar ise yalnızca gündüz ve su yüzeyinden geçiş yapabilecektir. Ayrıca bu devletler geçiş öncesinde Türkiye’ye haber verecek, 10.000 tonilatoyu aşan gemiler ve uçak gemileri Karadeniz’e giremeyeceklerdi. Boğaz limanlarına dostluk ziyaretinde bulunacak büyük ölçüdeki savaş gemileri ise bu hesaba dahil değildi.
Bugün Karadeniz’de bulunan savaş gemilerinin hiç birisi antlaşma hükümleri dışına çıkmamıştır. Bununla beraber Karadeniz’de bu kadar çok geminin bulunması da Kafkasya’da Gürcistan’ın Güney Osetya ile Abhazya’da meydana gelen siyasi ve savaş ortamından ötürü rahatsız edici bir durumdur. Sağlık yardımı ise savaş gemileri ile değil sivil gemilerle de yapılabilir; böyle bir sorun ortaya çıkmazdı.
Montreux sözleşmesi 1956 yılında, süresi yirmi yıl olduğundan sona ermiş, ancak taraflardan hiç birisi fesih talebinde bulunmadığından yürürlüğünü günümüzde de korumaktadır. Bununla beraber Rusya savaş gemilerinin Karadeniz’de bulunmasından ötürü kendi güvenliği açısından rahatsızlık duyduğu da açıktır.
Tırmanan Gürcistan krizi, Güney Osetya ve Abhazya’nın tek taraflı bağımsızlığını ilan etmesi, ardından Rusya Devlet Başkanı D.Medvedev’in onları tanıması ve diğer ülkelerin de tanımalarını istemesi, uluslararası arenada krize yol açtı. Ardından da Medvedev’in yeni bir soğuk savaş dahil hiçbir şeyden korkmuyoruz sözleri de endişe yarattı. Rusya Başbakanı Vladimir Putin ise ABD’yi Gürcistan’daki çatışmaları provake ederek, bunu iç siyaset malzemesi olarak kullanmakla suçladı. Ardından da Gürcü yönetimini suç işlemekten alıkoymadığını da sözlerini ekledi.
Karadeniz’deki bu karmaşa içerisinde Türkiye’nin durumu oldukça kritiktir. Kendisini ateşe atmayacak bir politika izlemek zorundadır. Ne yazık ki, bugün dışişlerinde deneyimli, yakın tarihi çok iyi bilen kişiler bulunmuyor. Bugünkü durum, ben yaptım oldubitti edası ile olacak işler değildir. Siyasetimizde İsmet İnönü gibi Türkiye’yi II. Dünya Savaşından uzak tutan basiretli bir politikacı, Tevfik Rüştü Aras, Numan Menemencioğlu, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Saka, Necmeddin Sadak, Selim Sarper gibi konusunu çok iyi bilen dışişleri bakanlarımız bulunmuyor. Bu bakımdan Karadeniz’deki gelişmeler bizim için vahim sonuçlar doğurmadan çözümlenmesini dileriz. Ne var ki, bugün Batı ile restleşen Rusya, Çin, Hindistan ve belki de İran’ı da kapsayacak yeni bir blok oluşturma çabalarında. Bu durumda Türkiye her ikisi arasında sıkıntıya düşecektir. Ne şiş yansın ne kebap sözü burada geçerli olamaz.
Reuters’in belirttiği gibi Türkiye NATO’ya olan yükümlülükleri ile ekonomi çıkarları arasında sıkışıp kalmıştır. Rusya Türkiye’nin enerji gereksinimini karşılayarak ona en büyük ekonomik yardımda bulunmaktadır. Bugünkü durumda Rusya Türkiye’ye enerji yönünden bir ambargo koyabilir. Bu durum ise önümüzdeki kış aylarında Türkiye’yi büyük ölçüde zorlar. Bu bakımdan Türkiye’nin Karadeniz’deki hassas konumunu dikkate alarak çok iyi karar vermesi, çıkarlarını gözetmesi, taraflardan hiç birine taviz vermemesi gerekir. Kısacası tam bağımsız bir politika izlemesi gerekir ki, bugünkü ortamda bu çok zor... Bunun için de bazı devlet adamlarımızın Uluslararası hukuku, ekonomiye ve her şeyden önce halkın 93 harbi (1293) olarak isimlendirdiği 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşını, Balkan Savaşını ve I.Dünya Savaşını çok iyi bilmeleri gerekir. Bu arada tarihin her zaman tekerrür ettiği de göz ardı edilmemelidir. Osmanlıyı bölen, yok eden Batı siyasetinin sürüp sürmediği de çok iyi analiz edilmelidir. Kaldı ki, sırtında bir de Güneydoğudaki terör kamburu varken...
Tarihe baktığımızda devletlerin biri diğerini yutmak, diğerinin de hayatta kalabilmek için yarıştıklarını görürüz. Başka bir deyişle zayıf olanın yaşama hakkı güçlünün menfaatine yaradığı kadar vardır. Uluslar arası düzende menfaat her zaman kutsal sayılmıştır.
Türkiye çok zor bir sırat köprüsünden geçiyor, kuşkusuz, anlayabilene...
Napoleon Bonaparte’nin dediği gibi “ Siyasette duygusallığa yer yoktur, sadece mantıklı düşünmek gerekir.”
Sırplar da çıplak elle yılan tutulmaz derler!..
Bu söz de bazılarının kulağına küpe olsun...
erdemyucel2002@hotmail.com
Sayın Yücel,açıkça belirttiğiniz üzere dış siyasetimiz kritik bir dönemde.Aslında Atatürk ün dönemi dığında hiç rahat bir süreçte olmadı.Çünkü Atatürk, dış siyasette Ulusal menfaatleri ön planda tutar tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik ilkesi ile bölgesinde barış ve huzur ortamı içinüstün çaba gösterirdi.Uluslararası paltformda dirayetli,kişilikli kendine güvenen çizgide hareket etmesi sayesinde,topraklarımız üzerinde oyular oynamak hesaplar yapmak için fırsat kollayan ezeli hasımlarımıza o fırsatı kesinlikle vermemiştir.Bu bakımdan dış politikanın canalıcı noktası kendine güvenmek ve kişilikli olmaktır.Türkiye birilerinin verdiği rolü oynayacak bir ülke değildir.Ulusal menfaatlerin maksimum korunduğu dış politika izlenmelidir.Bu da deneyimli uzman ve tam bağımsızlığa inanan bir kadro ile olacak bir iştir.Saygılarımla.
Hocam ellerine ve beynine saglik,Cok güzel uyarici bir yazi olmus sagol. Umarim devletimiz bu gibi yazilari göz önünde tutup bazi deyerlendirmeler yapar. Karadenizde olan bu durum ücüncü dünya savasi sinyalini veriyor gibi geldi bana,insallah yanilirim. Tabiki cok vahim ve endise verici bir durum, Allah göstermesin böyle bir savas olursa galibi olacagini sanmiyorum. Rusya dün 45 tonlok ve 10 bin kilometre menzilli bir roket denedi.10 bin kilometreye düsen bir bomba neleri yok edecegini kestirmek sacmalik olur. Ancak nerden atilip nereye düsecegini belirleyebilirler. Peki Türkiye nerde yer almasi gerekiyor,Burnunun dibinde olan bir savasa gözcülük edemez.Tarafsiz,da kalamaz Tarafsiz kalkmaya calissa bir deyim vardir sürüden ayrilani kurt yer diye. Rusya ile bu son bir kac yildir iyi ticaretimiz var ayriyeten enerjimizin yüzde 65 si Rusyadan temin etmekteyiz. Türkiyenin durumu cok vahim,Yukariya tükürse biyik assagiya tükürse sakal,Türk siyasetciler sik dokuyup ince elemeleri gerekiyor.Hic vakit gecirmeden simdiden derslerine calisip kendilerini hazirlamalari gerekiyor.Bencillik yapmadan su parti bu parti demeden el birligi ile haraket etmeleri gerekiyor diye düsünüyorum. Türkiye acisindan en iyisi neyse o olur insallah.Saglicakla kalin saygilarimla.