19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Kubilay Olayı Hafızalar da Kalmalı

Birkaç günlüğüne Ankara’ya gittim ve döndüm. Otobüsle yaptığım gezilerde her zaman olduğu gibi bu kez de yanıma okumak için birkaç kitap almıştım. Bu kitaplardan birisi de çok önceden alıp bir türlü okumaya fırsat bulamadığım Hikmet Çetinkaya’nın “Kubilay Olayı ve Tarikat Kampları” isimli araştırması idi.

Hikmet Çetinkaya bu araştırmasını 1997 yılında yapmış, Cumhuriyet Gazetesinde yayınlamış ve sonra da kitaba dönüştürmüştü. Kitabın sayfalarını karıştırırken, gerçekçi birçok konuya ışık tutan, ibret veya önlem alınması gereken bu eseri şimdiye kadar neden okumadığım için hem kendi kendime kızdım, hem de esef ettim. Yolculuğumda bu kitabı seçmemin de ayrı bir nedeni vardı. Eşim kenthaberin kültür editörlüğünün yanı sıra ansiklopedik bölümlerini de hazırlamaktadır. Bu arada İzmir ili ile ilgili tarihi bilgileri yazarken, İzmir anıtları arasında Kubilay Anıtını yazmış, fırsat buldukça onun çalışmalarına göz gezdirmiştim. Kubilay ile ilgili çeşitli kaynak ve sitelerde genç devrim şehidinin öz geçmişinde farklı bilgiler olduğu dikkatimi çekmişti. Ayrıca yedek subay okulunda Kubilay ile birlikte askerliğini yapan babamdan da çok küçük yaşlarda Onun ismini duymuştum. Yıllar geçip lisede de Cumhuriyet tarihi derslerimizde Kubilay’dan rahmetli hocalarımız epeyce söz etmişti. Ankara’ya indiğimde merak edip ortaöğretim öğrencilerinden bir kaçına Kubilay’ın kim olduğunu sorduğumda aldığım yanıtlar, Cumhuriyet tarihimiz bir yana eğitimde verilen kültürel bilgilerin ne kadar yetersiz olduğunu yansıtıyordu. Çoğu Kubilay’ın kim olduğunu bilmiyor, bazıları yalnızca ismini duymuş, ancak kimliği konusunda hiçbir bilgiye sahip değillerdi. Oysa magazin programlarından ve renkli basından o hafta hangi ünlünün (!) kiminle aşk yaşadığını, bir haftada nasıl sevgili değiştirdiğini, tatil yörelerinde olup biten rezillikleri biliyorlardı. İstanbul’a dönüşümde ilk işim tanıdığım aile dostlarımın çocuklarına telefon edip Kubilay’ı sordum ve aldığım yanıtlar hiç de Ankara’daki öğrencilerden farklı değildi.

Ortaöğretim, özel dershaneler eğitimimizin büyük bir çıkmazda olduğunu gösteriyordu. Kubilay’ı bir kenara bırakmış olsanız, genel kültürden yoksun, tarihini, coğrafyasını, edebiyatını bilmeyen nesiller yetiştirmiş, onları yarış atı gibi yarışmalara hazırlamıştık. Kuşkusuz, bu eğitimde özel dershane adı altında çıkar kuruluşları para basıyor, Milli Eğitimin hocaları da bunlara kaçıyordu.

Gerçekten üzücü bir durumdu; eskilerin deyişi ile bu da geçer yahu demekten başka bir çare yoktu.

Konumuzu dağıtmadan Cumhuriyet tarihimizde önemli bir yeri olan, bağnazlığın, sahte dervişlerin kol gezdiği, hepsinden öte güncelliğini koruyan Kubilay olayına dönmek istiyorum.

Hikmet Çetinkaya hiçbir gazeteci ve araştırmacının yapamadığını yapmış, aramış ve Kubilay’ın eşi, Karşıyaka Muallim Mektebi’nden 1926–1927 döneminde mezun olarak Aydın’ın Çine ilçesine ilkokul öğretmeni olarak atanan Fatma Velide Hanım ile konuşma olanağını bulmuş. Fatma Velide Hanım kitabın yazıldığı 1997 yılında 76 yaşında. Bugün hayatta mı bilmiyoruz. Hayatta ise Allah uzun ömürler versin, değilse Allah’ın rahmeti onunla olsun. Kubilay ile Fatma Velide Hanım’ın yaşamları Aydın Gazi Okulu’nda çakışıyor. Her ikisi de Cumhuriyet ilkelerini benimsemiş iki genç öğretmen... Hikmet Çetinkaya’nın hemen evlendiniz mi sorusuna “ Olur mu öyle şey. İki öğretmen okulda nasıl arkadaşsa biz de öyleydik. Ama ikimiz de gençtik. Ben on dokuz yaşında, Mustafa Fehmi Kubilay da yirmi yaşında. Kısa bir süre sonra bu arkadaşlığımız duygusallığa dönüştü ve 1928 yılında evlendik.”diye yanıtlıyor. Ardından da Fatma Velide Hanım o günlere dönüyor:

“Ben ve Kubilay ulusumuzu çok severdik. Koyu milliyetçiydik. Milli duygularımız vardı. Büyük kurtarıcı Atatürk’ün yaptığı devrimleri benimsemiştik. Örneğin kadının çarşaftan kurtarılması, yeni harfler, medreselerin, tekkelerin kapatılması gibi... Üstelik biz bir takım gerçek dışı şeylere karşıydık. Hurafelere, cinlere, perilere, büyüye inanmazdık. Ne diyorlar... Bizim batıl inancımız yoktu. Atatürk şeriat düzenini kaldırmıştı. Biz o günlerin Atatürk devrimlerine bağlı öğretmenleriydik. Biz o yıllar iki genç öğretmendik. Yani Atatürk Cumhuriyeti’nin öğretmenleri... Ben ve Kubilay gerçekçi kişilerdik. Akılcı yol neyse ona inanırdık. Din hususunda da öyle... Nitekim O, şeriat düzeni isteyenlerin kurbanı oldu. Ülkesini seven öğrencilerini Atatürk devrimleri doğrultusunda yetiştiren bir öğretmendi.”

Cumhuriyetin kuruluşu ve İstiklal Savaşı’nın kazanılmasından sonra yeni devlet akılcı ve çağdaş yoldan ilerlerken devrimlere karşı bağnaz kıpırdanmalar oluyordu. Bu gerici düşünce Osmanlıyı gelişen Avrupa ülkeleri karşısında geride bırakmış, her yeniliğe karşı koymuş ve sonunda Osmanlı İmparatorluğunu da yıkmıştı. Düzeni bozulan, çarkı dönmeyen yobazın yapmayacağı yoktur. Nitekim Kubilay olayında da aynısı oldu. Atatürk devrimlerini, Türkiye Cumhuriyetini temelinden yıkmak isteyenler sinsice çalışmaya girdiler. Şeyhler müritler ortaya çıkmaya başlamış, çevrelerine sapık düşünceli kişileri toplamaya başlamışlardı. Bu sapık gruplar İzmir, Balıkesir ve Manisa yöresinde örgütlenmişler, amaçları da Türkiye Cumhuriyetini yıkmak ve yerine bir şeriat devleti kurmaktı. Menemen olayı Nakşibendî tarikatı lideri Şeyh Esat tarafından hazırlanmıştı. Tekke ve zaviyeler kapatılmıştı ama gizliden gizliye çalışmalarını sürdürüyorlardı. O günlerin Divanı Harp tutanaklarından öğrenildiğine göre, Kubilay’ın başını kesen Giritli Mehmet yapılan gizli toplantılarda mehdiliğini ilan etmiş, değişik evlerde toplantılar düzenlemiş, yanlarına yaşları küçük gençleri alarak esrar âlemleri ile onların kafalarını bulandırmıştı. Mehdi (!) Derviş Mehmet ve yanındakiler avcı giysileri içerisinde sabah erken saatlerde Menemen’e gelirler. Bugün Menemen’de bu olayı yaşayanların çoğu hayatta değiller. Hikmet Çetinkaya onlardan birkaçı ile görüşme olanağını bulan bir gazeteci... Olayın tanıklarından Ragıp Dere ile Osman Yurtsever’in izlenimlerini kitabına almış:

“Biz bu kişileri önce avcı sanmıştık. Çünkü üzerlerinde avcı giysileri vardı. Ama bunlar camiye girip halkı silahla tehdit etmeye başlayınca ne yalan söyleyeyim korkmuştuk. Kimdi bunlar? Niçin silahlarıyla camiye baskın yapmışlardı? Bu olayın Menemen halkıyla yakından ve uzaktan bir ilişkisi yoktur. Bu adamların gözlerinin içi kan çanağına dönüşmüştü (esrardan). Aradan yıllar geçmesine karşın hâlâ unutamıyorum. Çoğu çocuk denilecek yaşta, genç insanlardı bunlar. Kunduralarının ökçeleri basıktı. Sonradan adının Derviş Mehmet olduğunu öğrendiğimiz kişinin elinde ise kırma bir tüfek vardı. Yanında on yedi on sekiz yaşlarında iki genç vardı. Bunları duruşmalar sırasında tanıdım.”

Bu irtica grubu Menemenlilerin şaşkın bakışları altıda ilçenin sokaklarına dağılır, şeriatı ilan ettiklerini söyleyerek halka “din elden gidiyor, bizi şapka giydirmeye zorluyorlar” diyerek çevrelerine köylüleri toplamaya çalışırlar. Bu sırada 47. Piyade Alayından Yedek Teğmen Kubilay’ın emrinde bir manga asker süngü takmış olarak olay yerine gelir. Giritli Mehmet bir el silah atarak Teğmen Kubilay’ı ağır yaralar. Kubilay’ın askerleri manevra mermisi ile gelmişlerdi. Askerlerin attığı mermiler öldürücü değildi. Bundan cesaret alan Giritli Mehmet “Görüyorsunuz bana kurşun işlemiyor” diye bağırır. Giritli Mehmet bağ bıçağı ile ağır yaralı Kubilay’ın başını gövdesinden ayırır. Bu sırada Bekçi Hasan ile Bekçi Şevki de şehit edilir. Ardından gelen birlik olaya el koyar. Divanı Harp Mahkemesi General Mustafa Muğlalı Başkanlığında Cumhuriyet ve devrim düşmanlarını yargılar ve 18 günlük yargılama sürecinde 36 sanık hakkında ölüm, 41 sanık hakkında çeşitli cezalar verilir.

Menemen’de bugün Ay Yıldız Tepe’de Kubilay’ın anıtı bulunmaktadır. O yıllarda Cumhuriyet Gazetesinin önderliğinde bir anıt komitesi kurulur. Gazetenin açtığı bağış kampanyası büyük ilgi görür. Anıtın projeleri halkın görüşüne açılır, gönderilen projeler ve resimler her gün yayınlanır ve sonunda Ragıp Ayır’ın eseri birinci seçilir. Bugün bu anıt Menemen’e hâkim bir tepede dimdik, devrimlerin savunucusu olarak duruyor.

Kubilay’ın 23 Aralık 1930’da şehit edildiği günün yıldönümlerinde yazılı ve görsel basını izliyorum ve bu yobazlarla ilgili pek az yazı görüyorum. Yalnızca Emin Çölaşan her yıldönümünde şeriat isteriz diye ortaya çıkan yobaz güruhu, devrimlere yönelik irtica faaliyetleri ile ilgili mutlaka bir şeyler yazıyor. Cumhuriyet tarihinin üzerinde durulacak çirkin olayını hatırlamamıza vesile oluyor. Bu bakımdan kendisini canı gönülden kutlarım.

Menemen Olayı 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanından sonra ikinci büyük irtica olayıdır. Bugün Menemen Anıtı üzerinde şu sözler yazılıdır:
“İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz”

Türkiye Cumhuriyeti payidar olduğu sürece aydın Türk insanı bu olayı unutmamalıdır. Bağnazlığa taviz vermemelidir. İllegal dergâhlar, sahte şeyh ve dervişler, onlara inandırılmaya çalışılan zavallılar olsa bile...

erdem@kenthber.com
Yayın Tarihi : 18 Temmuz 2006 Salı 12:40:37
Güncelleme :21 Temmuz 2006 Cuma 17:39:21


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
zeynep çam IP: 81.215.232.xxx Tarih : 21.10.2008 20:19:43

çok güzel olmuş.


zeynep çam IP: 81.215.232.xxx Tarih : 21.10.2008 20:16:15

ben menemende yaşıyorum hatta menemende doğdum kubilay i.ö.o nda değil 9 eylülü i.ö.o lunda okuyorum ve bu kubilay hakkkındaki bilgiler doğru yaşım 10


şeyda şen IP: 88.248.28.xxx Tarih : 13.08.2008 19:54:49

Bu yazdıgınız yazı güzel ama malasef çok uzun bir yoruma dayalı bir anlatım tarzınız var . Vallah okumaya başladıgım ama bir türlü sonunu getiremedim işin özü bu anlatımı biraz daha öz ve kısa anlatım olsa iyi olurdu. Yazdıgınız bu yazıyı yoruma açık konuma verdiginiz için teşekkür ederim