1
Haziran
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Kültür Varlıklarında Korumacılık


İnsanoğlunun ateş ve aletten yaralanmasıyla başlayan, binlerce yıllık uygarlık süreci içerisinde ortaya konulan, günümüze ulaşan kalıntı ve buluntuların tümü kültür varlığı sözcüğü ile tanımlanmaktadır.

Dünyanın çeşitli yörelerinde uzun bir zaman süreci içerisinde oluşan, birbiri üzerine kurulmuş çeşitli kültürler insanlığın ortak mirası olduğu kabul edilmiştir. Geçmişin yaşantısını gözler önüne seren, geleceği şekillendiren bu eserlerin korunması tüm insanlığın ortak görevleri arasındadır. Dünya müzeleri arasında araştırma ve yöntemler doğrultusunda, birlik ve beraberliğin sağlanması amacıyla bu konuda çalışmalar yapılmaktadır. II. Dünya Savaşı’nın ardından dünya müzelerinin bilimsel kadrolarını oluşturan International Concıl of Museum (ICOM), Paris’te 1947 yılında ilk toplantısını yapmıştır. Bu toplantıda müzeciliğin gün geçtikçe gelişen etkinlikleri, uzmanlık dalları, teknik incelemeler, uluslar arası kongrelerin düzenlenmesi, yayınlara ağırlık verilmesi kararlaştırılmıştır. Bunun yanı sıra müze-bilim kavramı ilk kez ortaya atılmış, müzelerin yönetimi, objelerin ışık, böcek, nem gibi dış etkenlerden nasıl korunacağı, bunun yöntemlerinin ne olacağı tartışılmış ve ayrıca bilimsel envanterlemenin önemi üzerinde durulmuştur. Kültür varlıklarının belirlenmesinin ve korunmasının yanı sıra eğitimin ne denli önemli olduğu da vurgulanmıştır. Bunun ardından Meksika’daki Uluslar arası Müzeler Konseyi’ne 67 devlet katılmış, onların arasında Türkiye de yer almıştır.

Bu toplantıların ardından oluşturulan, uluslar arası mesleki bir kuruluş olan ICOM, korumacılığın yanı sıra insanların kültürel ve ekonomik gelişimlerini de sağlamaya yönelmiştir. Bunun sonucu olarak çağdaş müzeciliğin temel ilkeleri ortaya atılmıştır. Bilimsel incelemeler, objektif bakış açısı içerisinde tarihe, arkeolojiye yardımcı olunması, müzelerdeki objelerin kataloglarının hazırlanması, bilgisayar sistemlerine geçilmesi ve özellikle eğitim ICOM’un amaçları arasında yer almıştır. Böylece toplumların birbirlerini daha iyi tanıma olanağını bulacağı, korumacılığın yanı sıra doğru restorasyon ve restitüsyonların yapılacağı düşünülmüştür.

ICOM’un Dünya Kültür ve Doğal Mirasının korunması amacıyla hazırladığı, Türkiye’nin de 1972 yılında imzaladığı sözleşmede bazı önemli koşullar bulunmaktadır.

Arkeolojik alanlara her türlü izinsiz girişimin önlenmesi.

Zorunlu olmadıkça arkeolojik kalıntıların kazılmadan ve olumsuz etkileri olmayan yöntemlerle korumaları ve onların belgelenip değerlendirilmesi.

Bilimsel kazı ile ortaya çıkarılan arkeolojik mirasın en uygun yöntemlerle korunması ve sergilenmesi.

Arkeolojik miras üzerinde yapılacak çalışmaların sadece deneyimli uzmanlar tarafından yürütülmelerinin sağlanması.

Türkiye’ye deki zengin kültür varlıklarını korumakla Kültür ve Turizm Bakanlığı yükümlüdür.

Kültür varlıklarını kurtarma ve koruma çalışmaları XX. yüzyılın ortalarında yoğunluk kazanmıştır. Bunun sonucu olarak Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu 1951’de kurulmuş, 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu (1973), Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu (1983), Boğaziçi İmar Yasası (1983) çıkarılmış, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları kurulmuştur.

Türkiye’de zaman zaman yaşanan sosyo-ekonomik ve siyasi krizle ve çoğu kez onlara eklenen bilinçsizlik, yapısal bozukluklar kültür varlıklarının zedelenmesine, yitirilmesine yol açmıştır. XX. yüzyılın ikinci yarısında başlayan bilinçsiz kentleşmenin beraberinde getirdiği konut yapımları, yeni çalışma alanları, yollar, fabrikalar, termik santraller kültür varlıklarına zarar veren ve kısmen de olsa onları yok eden etkenlerdir. Kuşkusuz, Türkiye dışındaki ülkelerde de bu tür sorunlarla karşılaşılmış, ancak onların büyük bir bölümü bu sorunları aşmışlardır. Kültür mirasını belgelemek, onların önemine göre farklı koruma politikaları geliştirmek memleketimizde 1960’lardan sonra başlamıştır. Oysa Avrupa ülkelerinde arkeolojiyi kurtarma çalışmaları çok daha önceden başlamış, yoğunluk kazanmış, çözümler üretilmiştir.

Korumacılıkta alt yapı ve kentsel gelişim projeleri kapsamında kültür varlıklarının belgelendirilmesine öncelik verilmelidir. Günümüz Türkiye’sinde kültür varlığı tahribatı bilinçli veya bilinçsiz yapılmaktadır. Dış ülkelerden gelen turistlerin Türkiye’ye döviz kazandıracağı düşüncesi bile bazı çevreler tarafından dikkate alınmamakta, ormanların, tarlaların imara açılması, toprak çekilmesi, define aranması, kapitale dayalı kıyı yağmacılığı gibi faktörler kültür varlıklarının yok olmalarına veya büyük ölçüde zedelenmelerine neden olmaktadır. Bunlara sel, deprem, erozyon gibi doğal tahribatlar da eklenince, Türkiye kültür varlığı korumacılığı konusunda büyük bir sorunla karşı karşıya kalmıştır.

Restorasyon ismi altında yapılan yanlış uygulamalar, Bizans, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinden arta kalan eserlerin çoğunu orijinal konumlarından uzaklaştırmıştır. İstanbul kara surlarının bazı bölümleri koruma ve kurtarma amacı ile yenilenmiş, sonuçta ortaya tarihi bir filmin çekileceği set görünümü çıkmıştır!

Bu konuda Prof. Dr.Mehmet Özdoğan sorunun nereden kaynaklandığını açıkça dile getirmiştir:

“Taşınmaz eski eserlerin onarımının müteahhitlere verilmesi de değişik bir olgudur. Bilimsel hiçbir denetim olmadan, ihale ile müteahhitlere ören yeri, kale, cami gibi yapıların onarım işinin verilmesi, yalnızca bu yapıların eski olma niteliklerini yitirip, yepyeni, garip yapılar durumuna gelmesi sonucunu vermekle kalmamış, birçok kere bu yapıların içi ya da çevresindeki arkeolojik dolgu da metreküp hesabıyla yok edilmiştir.”

İstanbul, Ankara başta olmak üzere büyük kentlerimizin süratle artan nüfusu, iç göçler, plansız programsız açılan yerleşim alanları; sanayi kuruluşları ile santrallere yanlış yer seçimi ve hepsinden öte, spekülatif nedenler kültür varlıklarını ortadan kaldırmaktadır. Bunun en tipik örneklerinden birisi Yatağan Termik Santrali’nin cürufları altında kalan Stratonikeia antik kentidir.

Korumacılık adına yapılan yanlışlara, bilinçsizliklere, çıkar hesaplarına karşı yine de geleceğe çok fazla karamsar bakılmamalıdır. Üniversitelerimiz, aydın kesim, sivil toplum örgütlerinin bazıları bu konulara elverdiğince sıcak yaklaşmaktadır. XX. yüzyılın ikinci yarısında başlayan bu tür girişimlerin çoğunda devlet desteğinden çok, bireysel çabaların olduğu da hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Kültürel zenginliğin dünyamızda çok ileri düzeyde olduğu da kaçınılmaz bir gerçektir. Osman Hamdi Bey, Türk arkeolojisinin ayrıcalıklı yerinin temellerini atmıştır. Osman Hamdi Bey, geçmişe karşı ilginin hemen hemen hiç olmadığı, eski eserlerin taş toprak sayıldığı yıllarda ulusal arkeoloji düşüncesini ve korumacılığını topluma getirmiş, onu sağlam temeller üzerine oturtmuştur.

Kültür varlıklarını ve arkeoloji buluntularını yaşatabilmek için alınan önlemler günümüzde korumacılık olarak tanımlanmaktadır. Taşınabilen ve taşınamayan kültür varlıkları olarak iki ayrı grupta toplanan kültür varlıklarının korunmasına, batı ülkelerinde XIX. yüzyılda başlanmıştır. Arkeoloji, mimari ve sanat tarihi gibi benzeri bilim dallarının önem kazanması ile birlikte, geçmişini arayan toplumların kimlik yaratma düşüncesi de böylece ortaya çıkmıştır. Kültür varlığı yönünden çok zengin bir ülke olan Türkiye’nin en büyük eksikliği, yeterli bir kültür envanterinin tam olarak yapılmayışından kaynaklanmaktadır.

Bugün Anadolu ile Trakya’daki höyük, tümülüs, ören yeri, kale ve benzeri kalıntıların sayısını tam olarak bilmediğimiz gibi, kazısı yapılmamış antik kentlerle ilgili bilgilerin de yeterli olduğunu söyleyemeyiz. 


erdem@kenthaber.com

Yayın Tarihi : 29 Ağustos 2006 Salı 13:08:51


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?