23
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nda Karmaşa

 

Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu, beklenmedik bir anda bakanlıktan ve AKP milletvekilliğinden ayrıldı. AKP yöneticilerinin bu istifayı beklemediklerini, ancak pek de umursamadıklarını basına verdikleri demeçlerden anlıyoruz. Erkan Mumcu, ayrılış nedenlerini Turizm Otelcilik İşletme Yasa Tasarısı, öğrenci affı, türban, zina, AB, ve Kerkük politikasından sonra AKP Hükümeti ile ters düştüğünü belirtiyor. Ardından, “Bir tür misafir, katlanılan adam olarak algılandım. Kimilerinin ihsan olarak gördüğü koltukta oturmak siyasi ahlakıma sığmazdı” diyor.

Seçim arifesinde, belki de bakanlık uğruna ANAP’ı bırakıp AKP’yi seçen, eski partisini zora sokan Mumcu’nun, yeni patisinde de umduğunu bulamadığı anlaşılıyor. Acaba başka yöne yelken mi açacak? Yoksa yeni bir oluşumun liderliğine mi oynayacak? Kuşkusuz önümüzdeki günlerde bu soruların yanıtlarını öğreneceğiz.

Erkan Mumcu’nun bu sözleri ile, Kültür ve Turizm Bakanı olarak yaptığı uygulamalarında çelişkiler açıkça görülüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı birimlerinin, Onun döneminde çöküntüye uğradığı bilinmektedir. Öncelikle Kültür ve Turizm Bakanlıklarının birleştirilmesi son derece yanlış bir tutumdu. Bakanlar Kurulu’nun almış olduğu bu karara Mumcu, karşı çıkmadığı gibi tam tersine birleştirilmesi için de uğraş verdi. Bundan da Türkiye’nin kültürel yapısı, kültür varlıkları ve personeli zarar gördü. Bunda öylesine ileri gitti ki, her iki bakanlığın birleştirilmesinden sonra müsteşar yardımcıları ve genel müdürlere yapmış olduğu toplantıda: “Ben kültür uzmanı değilim, olmaya da niyetim yok” diyerek toplantıda bulunanları hayrete düşürdü. Toplantıda bulunan bir dostumdan duyduğum bu sözler karşısında irkilmiş, kendi kendime “olmaz, bu sözler kültür varlığı yönünden böylesine zengin Türkiye’de bir Kültür Bakanı tarafından söylenmemeliydi” diye düşünmüştüm. Ardından bakanın yapmış olduğu icraat bu sözlerin bilinçli şekilde söylendiğini de gösterdi. Kültür Bakanlığı üst düzey bürokratları, Bakanın bakanlığa uğramadığını, bürokratları ile görüşmediğini yine üst düzey yöneticilerinden işittiğimde, kültür kesimindekiler gibi ben de “bu Bakanlık çöktü” demekten kendimi alamamıştım. Gerçekte, Türkiye’de Turizmi bakanlık değil acentalar yürütmektedir. Turist gelirse turizm gelirleri artıyor, gelmezse de azalıyordu. Dünyanın ve bizim siyasi konumumuza göre ya turizm yürüyor, ya da yürümüyordu. Turizm yatırımlarını özel kuruluşlar yapıyor, bakanlık ta yasalara göre kendi çapında onları denetlemeye çalışıyordu. Mumcu, bakanlığa nedense hiç uğramıyor, işleri başdanışmanı yürütüyordu; Bakan adına emirleri üst düzey bürokratlara da yine o veriyordu. Bu danışmanın geçmişine baktığımızda kültür veya turizm ile uzaktan yakından ilişkisi olmadığı, daha önceleri geçimini sıhhi tesisatçılıkla sağladığı bilinmekteydi. Eşi de Mumcu tarafından bakanlığın personel dairesi başına getirilmişti. Kısacası, başdanışman istiyor, eşi atamasını yapıyor, Mumcu’ya da kararnameleri imzalamak kalıyordu. Mumcu’nun AKP’ye yönelttiği, kendi eski kadrolarını kullanıyorlar suçlamasını O yapıyordu. Bu arada Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda, kültürel kesimin şikayetleri, bazı bürokratların duyarlılığı dikkate alınmıyordu. Her iki bakanlık birleştirildiğinde tüm personel havuza! alınmış, içlerinden bazılarına görev verilmişti. Bu konu, havuzdan çıkanlar ve havuzdan çıkamayanlar diye hiciv konusu bile olmuştu.

Kültürün yok sayıldığı Mumcu döneminde en büyük zararı müzeler görmüştür. Genel bütçeden çok az bir pay alan müzelerin bazılarında müze derneklerinin sağladığı gelirlerle işler yürütülüyordu. Bu dönemde düşünmeden alınan bir kararla müze derneklerinin tümü yolsuzluk oluyor gerekçesi ile kapatılmıştı. Bundan da hem müze yönetimleri, hem de müze derneklerine turistik kitap, slayt, kartpostal ve hediyelik eşya veren ticari kuruluşlar zarar görmüştü. Dış ülkelerin müzelerinde ziyaretçilerin oturup dinlendiği, bir şeyler okuduğu, zorunlu olarak yiyip içtikleri mekânlar “çağdaş müzeciliği yakaladık” sözlerini söyleyenlerce Türkiye müzelerinde kapatılmıştı. Müzelerimizde bu alım satımlar Döner Sermaye İşletme Müdürlüğü’ne (DÖSİM) verilmiş, ama onlar da bu işin uzmanı olmadığından başarısız kalmışlardı. Çünkü onlar becerilerinden değil de siyasi kadrolaşmalarından dolayı bu göreve gelmişlerdi.

Erkan Mumcu zamanında 27 Temmuz 2004’te 5226 Sayılı “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile Çeşitli Kurumlarda Değişiklik Yapan Yasa” çıkarılmış, Türkiye’deki 19 müzenin konumu değiştirilmek istenmişti. Bu müzelerde bir başkan ile müze ve işletme müdürü olacak, müze müdürü yetkilerini büyük ölçüde başkana devredecekti. Başkanın ise kültür varlığı ve müzecilik konusunda eğitimi olması da zorunlu değildi. Yasa uyarınca Arkeoloji, Sanat Tarihi, Ön Asya Kültürleri gibi lisans eğitimi almayan kişilerin müzelerin başına geçme yolu da açılıyordu. Kısacası kadrolaşmanın başka bir yolu da böylece yasallaşıyordu. Bugün müzelerin başta müdür olmak üzere bilgili, deneyimli uzman sıkıntısı had safhadadır.Örneğin; Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi Müdürü ve Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü 61 yaş uygulamasından ötürü emekliye ayrılmış, yerlerine bilimsel ağırlıkları dış ülkelerde kanıtlanmış müdürler bulunamamıştır. Aynı durum Anadolu müzeleri için de geçerlidir. Başta İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Topkapı Sarayı Müzesi gibi müzelerde uzman yetersizliğinden ötürü önemli seksiyonlar ziyarete kapanmıştır. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü üst yönetiminde de konunun uzmanı, deneyimli bürokratlar bulunmamaktadır. Sayın Mumcu zaman zaman yazılı ve görsel basına verdiği demeçlerde Devlet Opera ve Balesi ile Devlet Tiyatrolarına değinerek genç elemanların yollarının açılması için eskilerin gitmesini açıkça söylemekten de kaçınmamıştı. Oysa Devlet Opera ve Balesinde Yekta Kara’nın, Atilla Manizade’nin, Mete Uğur’un yeri doldurulmuş mudur? Gerçekte AKP Hükümeti döneminden önceki Kültür Bakanları döneminde bu karmaşa başlamış, ama onlar buna bir çare bulmak yerine kültürden yoksun bir politikayı uygulamayı tercih etmişlerdi.

Mumcu’nun Kültür Bakanlığı’ndan ayrılmasına üzülmek değil sevinmek gerekir. Belki de kendi iç dünyası ile hesaplaşmış, ben bu işi kıvıramadım demiştir. Bu arada AKP Hükümeti ile anlaşamadım diye kendi yanlışlarını kapatıp belki de kahraman olma sevdasına kapılmıştır.Bence tartışılacak bir konu...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da Kültür Bakanlığı’nı bu karmaşadan çıkarıp, çağdaş düzeye ulaştıracak bir bakanı ortaya çıkarmasını beklemekten başka bir çaremiz de yok. Bekleyelim ve görelim...



erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 16 Şubat 2005 Çarşamba 21:56:14
Güncelleme :8 Haziran 2005 Çarşamba 15:08:58


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?