18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Kurban!..

Sözlükler, kurbanı dinsel bir buyruğu veya bir adağı yerine getirmek için kesilecek hayvan olarak tanımlamaktadır. Başka bir deyişle de çeşitli dinlerde Tanrıya veya doğa üstü varlıklara sunulan can olarak isimlendirmektedir.

Kurban, değişik toplumlarda çok eski yıllarda başlamış, değişik biçimlerde uygulanmış ve hepsi de Tanrı adına öldürme ile son bulmuştur. Tanrı ile bütünleşmek ve Onun kutsal yaşamına katılabilmek için, insan veya hayvan kurban edilmesine hemen hemen bütün dinlerin tarihinde rastlanmaktadır. Ancak, bu konuda yapılan bilimsel çalışmaların hiç birisi doyurucu bir sonuca ulaşamamıştır.

Eski çağların yaygın geleneklerinin başında savaşta kazanılan zaferleri kutlamak amacıyla tutsakların kılıçtan geçirilmesi, Tanrıya karşı bir borç olarak nitelendirilmiştir. Tanrıya karşı insan kurban etmenin, toprağın verimliliğinin artacağı inancı benimsenmişti. İlkel toplumlarda kurbanlarının etlerini yiyerek, kanlarını içerek Tanrı ile bütünleşme yolları aranmıştır. Afrika’nın ilkel kabilelerinde insan kurban ederek Tanrıya ulaşıldığı, kendilerinin de Tanrı tarafından yüceltildikleri inancı yaygındı. İlkel topluluğun önde gelen kişileri öldüğü zaman kölelerini canlı olarak gömerler veya öldürerek efendilerinin mezarları altına koyarlardı. Bunu yaparken de gösterişli insan kurban etme törenleri düzenler ve çoğunlukla da kurbanlar suçlular ve köleler arasından seçilirdi.

Güney Amerika’da Aztekler, Nahualar güneşin insanları beslediği düşüncesinden yola çıkarak her mevsim mısır ayinleri yapar ve bu arada binlerce insanı da kurban ederlerdi. İnkalar ise, bu tür toplu kurbanları krallarının tahta çıkış törenlerinde uygularlardı. Mısır ve Mezopotamya’da yapılan arkeolojik kazılarda kurban ile ilgili çok sayıda veriler ortaya çıkmıştır. Bu toplumlarda kurban olayının çok yaygın olduğu, uygarlığın beşiği sayılan yerlerde ortaya çıkışı da dikkat çekicidir. Özellikle Mısır’da kral sülalesinden biri öldüğünde, öbür dünya inancı da yaygın olduğundan eşi ve köleleri ile birlikte gömülür, ikinci yaşamlarında yalnız kalmamaları sağlanırdı. Asur ve Kenan dinlerinde ve bazen de İsrailoğulları’nda çocukların yakıldığı da görülmüştür. Hindistan’da Vedalar döneminde insan kurban etme geleneği sürdürülmüştür. Tanrıça Kali’nin müritleri her Cuma akşamı bir erkek çocuğunu kurban ederlerdi. Japonya’da insan kurban etme geleneği Orta Çağın başlarına kadar, Çin’de ölen kralın yakınları ile gömülmesi de XVII.yüzyıla kadar sürmüştür.

Eski Yunan ve Roma’da insan ve hayvanların, kurban etmek için öldürüldüğü bilinmektedir. Özellikle Dionysos’un Bakkha dinsel törenlerinde, Bakhalar çıplak vücutlarını benekli ceylan postuyla örter, ellerinde asma yaprakları sarılı sopaları ile Tanrıya ulaşabilmek için ormanlarda koşar, karşılarına çıkan hayvanları parçalayarak çiğ çiğ yerlerdi. Öte yandan, kurban sunan Romalı ise Tanrısına “bu sunu seni çoğaltsın” biçiminde seslenirdi. Burada kurban sunanın temeldeki özlemi, kutsal gücün çoğalmasından yararlanmaktan başka bir şey değildir.

Kısacası tarih öncesindeki çağlarda süregelen bu kurban olaylarında, insanlık dışı davranışlar kadar kendilerinden üstün bir varlığa duyulan korkunun veya ona yaranma içgüdüsünden kaynaklandığı da açıkça görülmektedir.

İslâmiyet’te kurban, Hicret’in 2.yılında 623’te başlamıştır. Zilhicce ayının 10. günü sabahı başlayarak, 3.günü akşamı güneş batıncaya kadar sürmektedir. İslâmiyet’te kurbanın dinsel bir öyküsü de bulunmaktadır. Hz.İbrahim doğacak oğlunu Tanrıya adamıştı:

“Ey yüce tanrım... Yıllardır bir erkek evladın hasretini çektim. Neden esirgiyorsun benden. Bir oğul bağışla, adağım olsun. Büyüyünce onu kendi elimle sana kurban edeceğim...”

Çok geçmeden Hz.İbrahim’in güzeller güzeli oğlu İsmail dünyaya gelmiştir. İsmail büyümüş, serpilmiş ve 10 yaşına geldiğinde, bir gece Hz.İbrahim’in rüyasına giren melek:

“Ya İbrahim, hani adağın, işte büyüdü İsmail. Hadi ne duruyorsun” demiştir. Hz.İbrahim rüyasını eşine ve oğluna anlatmış, onlarla vedalaştıktan sonra adağını yerine getirmek üzere İsmail ile birlikte dağa çıkmışlar. Hz.İbrahim oğlunu kurban edeceği sırada etraf bir sesle yankılanmış:

“Ya İbrahim ben Cebrail’im. Yüce Tanrım seni açık, kesin ve en sert biçimde sınadı. Adağına vefa gösterdin. İşte sana yüce tanrının katından gönderilen asıl kurban”.

Bu sırada bir nûr içerisinde, kara boynuzlu, kıvır kıvır tüylü koca bir koç yere inmiştir. Bu arada bir çelişki de kendiliğinden ortaya çıkmıştır: İnsan ile hayvan eş değer mi? Eğer eşdeğerde ise insana verilen değer neden hayvanlara verilmiyor? Her ikisi de Tanrının yarattığı varlıklar değil midir?

İslâm dininde bu inanışla başlayan ve bayrama dönüşen kurban olayında, yoksullara yardın öncelik kazanmıştır. Bu arada Tanrı buyruğuna uymak, Ona yakınlaşmak amacı da güdülmüştür. Ardından vacip olarak bir takım zorunluluklar da getirilmiştir. Koyun, keçi, sığır, manda ve deve dışındaki hayvanların kurban edilmemesi öngörülmüştür. Koyun ve keçi yalnızca bir kişi adına, diğerleri de yedi kişi ortak olarak kurbanı sunabilirler. Sakat ve kusurlu hayvanların kurban edilmesi uygun değildir.

Kurban ile birlikte bazı sözcükler de dilimize girmiştir. Kurban payı (parçalanan hayvanın bölümleri), kurban hakkı (kurbanı kesen kişiye verilen pay), kurban taşı (kurbanın kesildiği taş)... Bunların yanı sıra Atasözlerinde de kurban yer almıştır; Kurban olayım (canım sana feda olsun), Kurban eti ile köpek tavlanmaz (ara sıra elde edilenle sürekli geçim sağlanmaz), Kurbanlık koyun gibi (başına geleceklerden habersiz, sessiz, yumuşak huylu kişiye yakıştırılan isim), Kurban etmek (öldürmek), Kurban gitmek (suçsuz yere ölmek)...

AB sürecine girebilme çabalarının başladığı güne kadar, hayvan kanı akıtmanın dolu dizgin yaşandığı günleri hep gördük. Sokaklar, caddeler kan göllerine dönüştürüldü. Kurban edilen hayvanların iç organları etrafa saçıldı. Kısacası Tanrıya kan akıtarak ulaşacağımız sanıldı, yerli yersiz hayvanlar öldürüldü. Siyasilerin geçeceği yollar, açılan yeni tesisler boğazlanan hayvanlarla kutlandı. Yeni futbol sezonu açılırken spor sahalarında hayvanlar kesildi, kanları sporcuların alınlarına sürüldü. Ev araba alanlar huzurlu yaşamları için kan akıttılar. Sınava girecek çocukların başarıları için öncelikle kan akıtılması şart sanıldı. Bağnaz! kişiler sırat köprülerini kestikleri hayvanlarla geçebileceklerine inandılar, evliliğini yürütemeyenler boşanırsam kurban keseceğim dediler.

Yıllar yılı bu ilkellik sürüp gitti. Bu konuda en güzel sözü söyleyen Bekir Coşkun daha birkaç gün öncesi “Bir can bağışlayın” diye haykırdıktan sonra: “yaratılması için kâinatın kaç trilyon yıl hazırlandığını bilmediğimiz, bir sevdanın ürünü, uğruna annesinin sancılar çektiği, yaşaması için yaratanın özenle tasarladığı, yüreği olan bir can... Bağışlayın bu bayram...” diyerek aydın ve hümanist bir görüşü dile getirdi.

Kuran’ı dikkatle okuyup ve eğer anlayabilirsek, mutlak hayvan kesilsin diye bir emir olmadığını, amacın yoksullara yardım olduğunu açıkça görebiliriz. Kesmek, öldürmek, kan akıtmak yerine muhtaçlara yardım yapılması çok daha sevap kazanacaktır. Buna inanın... Asya’daki deprem felaketine uğrayanlar, orada yetim-öksüz kalanlar, ülkemizdeki lösemili çocuklar, okumak isteyip de okuyamayan yoksul çocuklar... Bu arada Mehmetçik Vakfı’na yapılacak yardımların da çok daha hayırlı olacağına inanıyorum.

Her şeyden önce bizler akıl ve bilimin öngördüğü insanlar olmalıyız.



erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 20 Ocak 2005 Perşembe 14:06:49
Güncelleme :8 Haziran 2005 Çarşamba 15:41:40


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
adem adamolu IP: 85.108.230.xxx Tarih : 4.12.2008 09:11:09

Sayın yazar, insansınız ama imanınınız ne ölçüde bilemiyorum yazınızdan itikatınızın sakat olduğunu ve kasıtlı olarak olayı saptırdığınızı gördüm. Önce kendini keşfetmeni tavsiye ederim.