Karmaşadan bir türlü kurtulamayan Milli Eğitimin 1913-1914 yeni ders yılı başlarken bir arpa boyu yol alamadığımıza bir kez daha şahit olduk. Yazılı ve görsel basına bakıyorum hep aynı sözler, aynı görüntüler, daha doğrusu hep aynı terane! Cumhuriyet’in ilk yıllarında 3 Mart 1924’de 431 sayılı kanun ile öğretimin temel yasasından uzaklaşmanın ne denli bir dert olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Kuşkusuz, o zorlu günlerde öğretim birliğini ortaya koyan Atatürk ve çevresindekileri çok daha iyi anladığımız gibi… Bizim kuşakların Tevhid-i Tedrisat Kanunu doğrultusunda bugünlerden çok daha mutlu ve onurlu bir eğitim aldığımız aradan geçen bunca yıl sonra çok daha iyi ortaya çıkıyor. Bağnazca düşünceler yok, oy hesapları yok, çıkar yok yalnızca çağdaş düzeye ulaştırılmak istenilen bir yurt sevgisi var… Hepsi o…
İlkokula milliyetçi, yurtsever duyguların öne çıktığı öğrenci andıyla başlamıştık:
"Türküm doğruyum çalışkanım
Yasam: küçüklerimi korumak;
Büyüklerimi saymak, yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir.
Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.”
Yıllardır okullarımızda söylenilen bu birlik ve beraberlik andı 1932 yılında Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey tarafından yazılmış ve 18 Mayıs 1933 gün ve 1749/42 sayılı genelgeyle bütün okullara duyurulmuştu.
Ne var ki, son yıllarda okullarımızda söylenen bu öğrenci andı, memleketi bölmek isteyenleri, ileriyi göremeyenleri rahatsız etmiş olacak ki, kaldırılmak isteniyor. Kısacası, bu topraklarda yaşayan, bu devletin nimetlerinden yararlanan, bu memleketin okullarında okuyan, bu memlekette para kazananları rahatsız etmiş… En kaba tabiriyle yediği kabı kirletenler tarafından…
Bir ülkede düşünce hayatı veya fikir özgürlüğü olmazsa bazı kavramlar yerlere düşürülür, yerlerde süründürülür ve her şey karmaşaya dönüşür. Milliyetçilik ile yurtseverliğin çoğu kez aynı şey olduğu sanılırsa da aynı olmadığı tartışılacak kavramlardır. Bu konu başka bir yazımda ele alacağım iki ayrı kavramdır.
Olup olmadığı tartışılan, her bakana göre değişen eğitim politikamızda öğrenci andının yasaklanması isteniyor. Bu satırları yazarken birçok okulda bu andın okutulmaktan kaçındığını sanıyorum.
Vah ki, ne vah!
Öğretim birliğini simgeleyen bu andın okutulup okutulmayacağı tartışılırken eğitimde yeni icat (!) 4+4+4+4 gibi sistem oturtulmaya çalışılırken ilköğretimden liseye geçişte Seviye Belirleme Sınavı da kaldırıldı. Belki de klasik liselerin İmam Hatip’e dönüştürülme çalışmaları yapılıyor. Öğrenciyken evlenen kızların bundan böyle okullarıyla ilişkileri kesilmeyecek, onlar açık liselere devam edecekler... Böyle olunca da kızların eğitilmek, meslek sahibi olmak yerine evlenip bol bol çocuk doğurmaları isteniyor…
Bu arada ders saatleri değişirken bazı yasaklamalar da getirilmiş. Aydın kesimler bunun farkına varıyorlar da geçim derdinden günlük olayları objektif medyadan izlemeyenler, kitap okumaktan kaçınan kitleler bunun farkında bile değiller. Örneğin ünlü yazar John Steinbeck’in Fareler ve İnsanları, Mauro de Vascancelos’un Şeker Portakalı okullarda yasaklanırken Yunus Emre, Kaygusuz Abdal’ın bazı dizeleri sansür ediliyor. Aziz Nesin başta olmak üzere bazı yazarları da onlara ekleyebiliriz, ancak konuyu fazla dağıtmadan asıl soruna döneceğim.
Kuzey Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başkenti sayılan Erbil’de 25 Kasım’da yapılacak olan Kuzey Kürdistan Birlik (!) ve Çözüm (!) Konferansı öncesinde Diyarbakır’da düzenlenen toplantıda anadilde eğitim boykotu yapılacağı ve çocuklarını bir hafta okula göndermeyeceklerini açıklamışlar. Kendilerince bu masum isteğin (!) ardından Kürdistan halkının (!) kendilerini idare etmesini, Kürtçenin resmi dil olmasın talep etmişler!.. Bildiriyi de kim okumuş derseniz, tabi ki Ahmet Türk okumuş, sonra da eklemiş;" Türk Devleti ve PKK arasında silahların susması ve Kürdistan halkının (!) taleplerinin karşılanması için çözüm sürecine destek verdik. Ancak anadilde eğitim hakkından vazgeçmeyiz. Okullar açıldığında boykota gideceğiz. Öcalan’ın kamuoyu ile iletişiminin önündeki engeller kaldırılmalı..." Adam daha ne desin; isteklerini açıkça söylüyor. Açılım diye verdikleriniz yetmez, eğitimi de verin diyor…
Bazılarının taşeronu olan BDP’liler de bunun üzerine balıklama atlayıp ana dilde eğitim diye yeniden tutturmaya başladılar.
Kürtçe televizyon, radyo dediler oldu, bazı il ve ilçelerin mahallelerin isimleri değişsin dediler o da oldu. Şimdi Tunceli’nin ismi Dersim, Bitlis’in Güroymak ilçesi Norşin, Siirt’in Aydınlar ilçesi Tillo olsun diyorlar. Onu da yapın bu defa Diyarbakır Amed olsun diyecekler… Ne kadar verirseniz, ne kadar tavizde bulunursanız, onların istekleri bitip tükenmez, yenilerini ortaya çıkarırlar.
Ne biçim mahkûmsa, İmralı ile görüşün dendi; görüşüldü…
Kandil’deki ne diyor dendi; o da öğrenildi.
Onların hedefleri açık; Güneydoğu’da ve Doğu Anadolu’da Kürdistan kurulsun… İmralı’daki adamın, Kandildeki PKK’nin, BDP’lilerin asıl isteği budur.
Gerisi palavra, Laf-ı güzaf…
Bu arada aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmiyorlar; K.Irak’a gidiş durdu diyorlar. Yeni yapılan hudut karakollarını istemiyorlar, güçleri yetse yıkacaklar, bazı şantiyeler yine yakıldı.
Bu memlekette yaşayan TC vatandaşlarının bir tek resmi dili vardır; O da Kürtçe değil Türkçedir. Evinde istediğin gibi Kürtçe konuşur, çocuğuna öğretirsin, bunun için kurslar açılır ama eğitimi Kürtçe yapamazsın. Bu devleti bölmeye gücün yetmez. Belki şimdi parmağında oynatırsın ama sonrası bilinmez… Gün gelir devran döner…
Başbakan geçtiğimiz günlerde en güzel konuşmalarından birini yaparak konuya son noktayı koymuş oldu;
“Türk’ün Kürt’e, Kürt’ün Türk’e saygı duyacak. İkinci bir devleti isteyenler kusura bakmasınlar. Onlar kendilerine nerede devlet buluyorlarsa buyursunlar gitsinler. Tek milletiz.”
Devlet Bahçeli de Elazığ’daki konuşmasında “Kürt kardeşim daha ne kadar bunlara tahammül edecek” diyor.
Açılım saçılım denilirken Kürtçe seçmeli ders kabul edildi, bazı üniversitelerde konuyla ilgili bölüm açıldı. Benim merak ettiğim üniversitelerde açılan bölümlerde kaç öğrenci var?
Seçmeli ders olarak Kürtçeyi kaç öğrenci seçti?
Önce bunun bir gerçek istatistiğini çıkarıp ortaya koysunlar da görelim…
Kuşkusuz, baskıyla olanlar dikkate alınmamalıdır.
Eğitim Bakanlığı iş öylesine çığırandan çıkardı ki; seçmeli dersler kapsamına Kürtçe, Abazaca geçen yıl alınmış, bu yıl da yaşayan diller ve lehçeler arasına Lazca alınmış…
Kısacası bu kadarı da olmaz deniliyorsa da ne yazık ki oluyor…
Bu süreç nereye kadar gider o da bilinmiyor…
Devlet yönetimi ver kurtul demek değildir. Elini verirsen kolunu kaptırırsın. Bunun sayısız örnekleri ortada…
Tanrı encamımızı korusun…
erdemyucel2002@hotmail.com
Amerikan düşmanı Morales'in ülkesi Bolivyada 39 farklı yerel dilin anayasal meşruiyeti tanınmış bulunuyor. Yani Bolivyanın bu tasarrufunda ABD zorlaması yok.
!990'ların başında insanların sapır sapır döküldüğü terör ve iç savaş günlerinde bir Kürt militanına bir muhabirin bağımsız olursanız sınırınız neresi olacak sorusuna: "Sınırımızı T.C. Hükûmeti çizdi. (O zamanki) Olaganüstü Hâl bölgesi" yanıtını vermiş. Yâni Emniyet Güçlerinin asayişi temin edemeyip askere müracaat ettikleri bölge...