1
Haziran
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Lanetli coğrafyada dünyaya gelmek!..

Suriye’de üçüncü yılına giren iç savaşın en kanlı günlerinden biri kısa bir süre önce yaşandı. Şam’ın yakınındaki Kefer Batna, Duma, Meliyha, Cobar, Muaddamiye ve Dareyya kasabalarına kimyasal başlıklı füzelerle saldırılar düzenlendi. Orada yaşayan siviller, günahsız çocuklar yaşamlarını yitirdiler. Basında çıkan haberlere göre 1300 kişi ölürken 3600 kişide yaralanmış… Yan yana kefenlere sarılmış küçük çocukların görünümü gerçekten içler acısıydı. Türkiye ve Suriye’deki muhalifler Beşşar Esad’ı suçlarken, Suriye hükümeti bu iddiaları yalanladı. Kendi ellerinde kimyasal silah olmadığını, olsa bile kullanmadıklarını söyledi. Bu açıklama ne derece doğru bilinmez ama orada Birleşmiş Milletlerin yetkilileri olduğuna göre gerçeği bulmaları işten bile olmaz.

Bu katliamda bir gariplik olduğu açıkça görülüyor. Beşşar Esad yönetimi bu katliamın kendileri tarafından yapılmadığını ileri sürüyor. Birleşmiş Milletlerin denetçileri ülkede bu konuda araştırma yaparlarken Beşşar Esad neden kimyasal silah kullansın. Bu kadar mı gözü dönmüş, başka bir deyişle akılsız mı bu adam?

Uzmanlara göre kimyasal saldırıların etkisi on kilometre mesafeyi etkilermiş, bölgeye 12-36 saat girilemezmiş. Haberciler ve uydu kanalları saldırı iddiasından birkaç saat sonra görüntüleri nasıl çekebilmiş?

Acilen toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de yalnızca kaygı duyuyoruz, kabul edilemez, insanlık suçu demekle yetinirken açık bir suçlamada bulunmadı. Rusya provokasyon, İran Esad yapmadı derken, Fransa geçmişte Cezayir’de, Libya’da yaptıklarını unutarak Şam’a müdahale çağrısında bulunuyor. Ancak bu olay Esad dışında planlanmış bir kışkırtma olabilir mi? Değişik zamanlarda ölen çocuklar yan yana getirebilir mi? Geçmişte benzeri kışkırtmalara birçok defa şahit olunmuştu.

Kısacası bu insanlık suçunun katilleri henüz ortaya çıkmadı. Suriye hükümetinin yaptığına dair bir kanıt da yok. Durum böyleyken bizim hükümet Esad tarafından yapıldığına karar vermiş ve anında kınamış, daha da ileri giderek Dış İşleri Bakını “Bosna gibi vuralım” deme gafletinde bulundu. Yandaş basın ise buradan yola çıkarak “Şam Kasabı’ndan Kimyasal Katliam”, “Esad’dan Kimyasal Katliam”, “Çocuk Katili Esad”, “Esad’ın Halepçesi” , “Kimyasal Vahşet”, “İnsanlık ölüyor dünya seyrediyor”, “İnsanlık utancı” başlıklarını atarak anında suçluyu(!) bulmuşlar.

Geçtiğimiz Mayıs ayında Birleşmiş Milletler Yetkilisi Carla del Ponte’nin açıklamasında Özgür Suriye Ordusu’nun Sarin gazı ( Almanya’da 1930’lu yıllarda böcek zehri olarak kullanılarak geliştirilmiştir) kullandığını gösteren bulgulara ulaştıklarını söylemişti. Bu gaz 1988’de Irak’ın Halepçe şehrinde Saddam Hüseyin tarafından Kürt köylerine yapılan saldırıda kullanılmıştır. Onun yanı sıra Tokyo’da 1995’de Japon dini mezhebi Aum Şinrikyo tarafından Tokyo metrosuna yapılan terör saldırısında da kullanıldığı anlaşılmıştı.

Türkiye dış politikada her zaman olduğu gibi yine aceleci davranmış ve yine dünya kamuoyunda yalnızlığın içerisine itilmiştir.

Kimyasal silah kullanmak insanlık suçudur, ancak bu suçu işleyenin kanıtlarıyla tespit edilip cezalandırılması gerekir. Nitekim buna benzer suçlama Saddam’a karşı da yapılmış, ancak kanıtlanamamıştı. George Bush döneminde bütün dünya Saddam’ın elinde kimyasal silahlar olduğuna inandırılmıştı. Irak işgal edilmiş, Saddam Hüseyin öldürülmüştü. Savaş sonrası Colin Powell utanarak Birleşmiş Milletlere yalan söylediklerini, kendisinin de kandırıldığını, Irak’ta kimyasal silahlar bulunmadığını açıklamıştı. ABD’deki bağımsız bir basın kuruluşu da Bush’un yalanlarını ortaya koymuştu. Irak bir türlü huzura kavuşamadı, suikastlar, saldırılar birbirini izliyor.

Bugün Şam yönetimi “Bizde kimyasal silah yok, gelip bakın” derken muhaliflerin elinde olup olmadığı neden araştırılmıyor? Yoksa aynı oyunlar yeniden mi tezgâhlanıyor?

Ortadoğu karmakarışık. Anlaşılan ABD ve bazı Avrupa ülkeleri Ortadoğu’yu kendi çıkarlarına göre yeniden düzenlemek istiyor ve bunun planları önceden hazırlanmış olmalı. I.Dünya Savaşı sonrasında, Osmanlının elinden alınan topraklar masa üzerinde cetvelle çizilmiş, yeni devletler ortaya çıkarılmıştı. Ortadoğu şimdi bunun sancılarını çekiyor. Bu planın ana hatlarının İsrail’in güvenceye kavuşması, petrol ürünlerinin denetlenmesi ve Radikal siyasal İslam akımların önünü kesmek olduğu düşünülmelidir. Bunun içinde demokratikleşme, insan özgürlüğü, terörle mücadele, kitle imha silahlarına karşı tavır, halklarını öldüren diktatörlere müdahale edilmesi gibi kavramların arkasına sığınma gibi konular yine öne sürülmektedir. O ülkelere demokratik deniliyor, oysa demokrasinin aldatılmış, bilinçsiz kitlelerin oylarıyla gerçekleşemeyeceği, şeriatla değil, laiklik prensibi ile ulaşılacağını kimse söylemiyor. Ne yazık ki, Türkiye zaman zaman bu oyuna bilerek veya bilmeyerek karışarak taraf olmakta, bunun sonucu olarak yalnızlaşmaktadır. Ekranlarda gözyaşı dökerek, Rabia işaretleri vererek dış politikanın düzenlenemeyeceği de açıktır. Bunlar olsa olsa iç politikanın bazı kesimlerinde yararı (!) olabilir. Bazılarının aklına da başka başka sorular geliyor, aynı duygusallık neden PKK karşısında şehit olanlara gösterilmedi diye…

Kürtlerin yaşadığı Suriye’nin kuzeyi, Rojava’ya bombalar yağıyor, burada yaşayan Kürtler yürüyerek Irak’a sığınıyor ve Erbil ile Süleymaniye’deki kamplara yerleştiriliyor.

Lübnan da karıştı. İç savaştan bu yana ülkenin ikinci büyük şehri olan Trablusşam’da Sünni nüfusunun yoğun mahallerindeki Takva ve Selam camilerine Cuma namazı çıkışında patlamalar meydana gelirken üçü çocuk 32 kişi yaşamını yitirmiş. 500 kişi de yaralanmış…

Mısır’da ordu güçleriyle Mursi yanlılarının gösterilerinde yine ortalık kan gölüne dönmüştü. Mısır ordusu darbeye karşı direnenlere ayırım yapmadan kurşun yağdırmayı sürdürüyor.

Ortadoğu’da bu ortamda yaşayan insanlara Tanrı sabır versin. Gerçekten çok zor günler geçiriyorlar, kendilerini yönetenlerin kimlerin oyuncağı olduğundan haberleri bile yok. Kara cehaletin içerisinde yoğurulmuş bu insanlar birbirlerini öldürüyorlar. Mısır’da, Suriye’de ve Ortadoğu’da yaşananların arkasında kin, intikam duyguları, çıkar ilişkileri, aşiret, mezhep çatışmaları yer alıyor. XXI. Yüzyılda hala mezhep çatışmaları, din propagandaları… Akıl alacak gibi değil.

Müslüman Müslüman’ı “Allahu Ekber” , ”Tekbir” diyerek boğazlıyor, mezhepçilik diz boyu… Petrol zengini aileler, yönetimler parsayı götürürlerken, aldatılmış veya bilinçsizler Allah uğruna birbirine saldırıyor… Hani Müslümanlar din kardeşiydi? Âdem ile Havva’dan geldikleri Kur’an da yazılmıştı (!). Bekir Coşkun’un deyişiyle; “Allah’ın yarattığı insanı öldürerek Allah’a hizmet ettiğini sanacak kadar aptal… Kendisi gibi düşünmeyenleri yok ederek ibadet ettiğini sanacak kadar ahmak…” Ardından da ekliyor; “Dinin paraya, altına, dolara, iktidara, kana, gözyaşına dönüştürüldüğü bir coğrafya’da, Ortadoğu’da çocuk olmak ölmektir.”

Ne garip ki, kimyasal saldırıda ölenler asker değil çocuklar… O çocukların suçu ise böylesine lanetli bir coğrafyada dünyaya gelmiş olmalarıdır.

Suriye’de gelişen olaylardan ve son Sarin gazı olayından sonra ABD bir müdahalede bulunabilir mi?

Hiç sanmıyoruz, onların ne Müslüman Kardeşlere ne de Suriye’deki muhaliflere karşı güven duyduklarını sanmıyoruz. Olsa olsa taşeron olarak bir başka ülkeyi ileri sürerler, o ülkenin de gücü varsa! O ülke de zaman zaman Avrupa Birliği ülkeleriyle kavga zeminleri yaratıyorsa…

En iyisi beklemek, gelişen olayları izlemek, balıklama her olaya atlamamak, teenni ile hareket etmek…

NOT: Okuyucu ve dostlarımın, 26 Ağustos’ta başlayan 30 Ağustos Zafer Bayramını kutlarım. Umut ederim ki, bir gün 30 Ağustos’un anlamını bilmeyenler de öğrenir.

erdemyucel2002@hotmail.com
 

Yayın Tarihi : 27 Ağustos 2013 Salı 10:41:48


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Dr. S. A. IP: 95.15.107.xxx Tarih : 29.08.2013 23:59:27

Sayın Erdem Yücel; Ben ise, "lânetli coğrafyada dünyaya gelmek" mevhumunu, kendi anlayışıma göre değiştirerek şöyle ifade edeceğim: "tertemiz dünya coğrafyamızda lânetli yöneticilere - ne yazık ki - mahkum olmak !" Bu düşüncem iç ve dış siyasetlerle sabittir. Hiçbir zaman yitirmediğim moralimle, halklarımızın ve sizin "30 Ağustos Bağımsızlığımıza Kavuşma Bayramını" Mustafa Kemal Atatürk'ün nezd inde kutlarım.