19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Mesut Yılmaz Yeni Bir Oluşum Meydana Getirebilir mi?


Mesut Yılmaz Siyasete Dönmeli mi? Başlıklı yazımı Onun Habertürk Basın Kulübüne konuk olmasından önce, Yüce Divan’daki yargılanmasının sona ermesi üzerine yazmıştım. Bugünkü siyasi ortamda Anavatan Partisi eski Genel Başkanı ve Başbakanlardan Mesut Yılmaz’a siyasetin ihtiyacı olup olamadığını tartışmaya açmış, üstü kapalı da olsa bazı özelliklerini dile getirmeye çalışmıştım. Bu yazımdan sonra okuyucularımdan yorumlar, yakın dostlarımdan da telefon ve mailler aldım. Bunlardan bazıları Mesut Yılmaz’ın seçimi kaybetmiş bir lider olarak devrinin kapandığını, bazıları da bugünkü siyasi ortamda ihtiyacımız olduğunu belirtiyorlardı. Her iki tarafından da kendilerince haklı veya haksız oldukları düşünceleri vardı.

Batı ülkelerine baktığımızda seçim kaybeden liderlerin yerlerini başkalarına bıraktıkları çoğu kez görülmüştür. Bence doğrusu da budur. Ancak seçimi kaybedenlerin yerlerine gelenler aldıkları bayrak yarışını daha da ileriye götüren atletler gibidir. Ne var ki, Türkiye’de durum her zaman onlardan çok daha farklı olmuştur. Memleketimizde siyasete soyunanlar veya makam koltuklarına ısınanlar çok zorlanmadıkları sürece yerlerini kolay kolay bırakmaları adetten değildir. Bu geleneği yıllardır hep birlikte gördük ve yaşadık. Okuyucularımdan gelen serzenişlerden anladığım kadarıyla yeni siyasetçilerin ortaya çıkmalarını istiyorlar. Bunda da yerden göğe kadar haklılar. Ancak Türkiye’de yürürlükte olan seçim sistemleri, parti liderleri ve delege hegemonyalarından ötürü yeni siyasetçilerin ortaya çıkmaları çok zordur. Günümüz Türkiye’sinde TBMM’ne bilgi ve becerisiyle haklı olarak girebilecek nitelikte pek çok kişi var. Bunların bir kısmı bürokrat, yazar, sanat adamı, akademik kişiler ve bir kısmı da belirli eğitim almış, aydınlanma felsefesinden geçmiş vatandaşlardır. Bunların parti listelerine girebilmeleri için önlerinde türlü türlü engeller vardır. Öncelikle lidere yakınlığı, lidere tavsiye eden kişiler ve delegenin onu tanıyıp tanımaması çok önemlidir. Bu bakımdan “yeni siyasetçiler ortaya çıkabilmelidir” sözü bence biraz havada kalıyor. Geçmişteki seçimlere baktığımızda birçok aydın insanın delegeler karşısında başarısız kalıp bir kenara çekildiklerini, listelere girebilenlerin de seçilemeyecekleri yerlere konulduğunu görmüştük. Yeni oluşum yapmak isteyen Cem Boyner ve Cem Uzan gibi örnekleri de yine birlikte yaşadık. Durum böyle olunca, insan ister istemez geriye bakıyor, onların arasındaki iyileri gözlemliyor veya yeniden iktidara gelmelerini istiyor. Bu yalnızca benim kişisel görüşüm, paylaşırsınız veya paylaşmanız o da sizin düşünceniz; saygı duyarım.

Konumuz Mesut Yılmaz’ın Habertürk’te yayınlanan konuşması olduğuna göre, o konuya dönmek istiyorum. Mesut Yılmaz, Yüce Divandaki duruşması sürerken kaygılı günler geçirdiğini, bu arada bol bol okuduğunu, Almanya’daki üniversitelerde ders verdiğini anlattıktan sonra bugünkü durumda hiçbir parti liderinin kendisinden kaygılanmamasını ve kimsenin koltuğunda gözü olmadığını açıkça belirtti. Bununla beraber halkın kendisini istediği takdirde ve şartlar istediği gibi gelişecek olursa göreve hazır olduğunu da ima etti. Konuşmasında Türkiye’nin rotasının değişmesinden kaygılı olduğunu da bu arada belirtti. Bunun ardından da başbakanın kendisiyle ilgili sözlerine ve geçen seçim sonrası hesap sorulması için AKP ile CHP’nin anlaştığını ve soruşturma komisyonu kurdurulduğunu anlattıktan sonra yalnızca Türkbank işine fesat karıştırmakla suçlandığını yineledi.

Yakın tarihimizin siyasi olaylarını, akıl ve bilim yoluyla yakından izleyenler mutlak kendi aralarında düşünmüşlerdir. Acaba Mesut Yılmaz’ın Yüce Divana gönderilmesi iyi mi yoksa kötü mü oldu? Sanırım bu iş Onun için kahır yolunda lütuf oldu. Yüce Divan kararı ile aklandı. Belki de pek çok siyasetçinin yapamadığını yapacak ve yüzü ak olarak yeniden siyasete dönebilecek.

Habertürk televizyon programında Mesut Yılmaz, Türkiye’de durumun hiç de göründüğü gibi iç açıcı olmadığını gösteren siyasi bir tablo çizerek görüşlerini açıkladı. Kendisine yeniden merkez sağı toplama girişimi yapıp yapamayacağı sorusunu yanıtlarken 57. hükümet döneminin de bir tablosunu çizmekten geri durmadı:

"Bu meselenin, aslında daha derin bir analize ihtiyacı var. Meselenin özünde o koalisyonun yapısı var. Aslında uyumlu bir koalisyon olduğu halde yapısından gelen nedenlerle önemli zamanlarda önemli kararları alamadık. Ben tek başıma iktidarda olsaydım, performans çok farklı olurdu. 2000'de büyük bir ekonomik kriz patladı. Bu kriz çok daha önce, 1990'lı yıllardan başlayan yanlışların sonucuydu. Bu dönemin sorumlularından biri de benim. Azınlık koalisyonu döneminde Başbakanlık yaptım. CHP destek vermediği için Sosyal Güvenlik Reformu'nu çıkaramadım, Bankacılık Yasası'nı çıkaramadım. Bunlar bankaların bilânçolarında birikti ve 2000 yılında Türkiye bunları taşıyamadan büyük bir ekonomik krize girdi. Şu hesabı yaptım o zaman. Biz ağzımızla kuş tutsak, bu ekonomik krizle bir daha iktidar olmayız, barajı bile geçemeyiz. Gerekirse bir daha Meclis'e gelemeyelim, ancak bu yasaları çıkarmamız, AB ve ekonomiyi düzeltmemiz lazım dedim. Kendisini çok sevdiğim Sayın Bahçeli ile sorunlar yaşadık. Erken seçime gidelim dedi, ben gidelim ama öncelikle AB yasalarını Meclis'ten çıkarmalıyız dedim. Sayın Bahçeli de, 'Ben bunları engellemeyeceğim ama aleyhte oyumu kullanacağım' dedi. Öyle de yaptı. Devrim niteliğinde yasaları çıkardık. Bazı hükümet kararnamelerinin çıkarılması lazımdı. Bahçeli itiraz etti, aramızda bir tatsızlık oluştu. O krizin sorumlusu sadece o koalisyon hükümeti değildi ama bedelini o koalisyon ödedi. İntihar etmek pahasına Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu düzenlemeleri yaptık. Ekonomide Sayın Derviş'in büyük katkısıyla çok ciddi düzenlemeler yapıldı. Erkan Mumcu'nun bir sözünü çok beğendim. Bunlar 3,5 sene oto pilotla giden bir uçağın pilot kabininde oturdular, kendilerinin uçağı kullandıklarını zannettiler. Aslında rotaları belirleyen bir önceki hükümetti, yani bizdik.”

Mesut Yılmaz, bugünkü sistemle seçimlerde farklı bir sonuç alınıp alınabilir mi, partiler birleşebilir mi sorusuna ilginç örnekler verdi;

“Türkiye'de böyle bir birliktelik için bütün şartlar hazırdır. Bu üç şekilde yapılabilir. Birincisi, Fransa'da olduğu gibi benzer partiler seçim ittifakları kurarlar. İki, 1991 ve 1999 seçimlerinde yapıldığı gibi hülle yoluna gidilmelidir. Mevcut bir partiden aday olup seçildikten sonra kendi partinize dönüyorsunuz. Bu siyasi ahlak açısından tartışmalı, kalıcı bir çözüm de değil. Üçüncü bir yol var; yeni bir çatıda mevcut siyasi partilerin birleşmesi. Yeni bir parti kurulur. Ben bunun olabilirliğini araştırmak gerekir diye düşünüyorum. Bunun başında olmayı da düşünmüyorum. Kendim için bir şey istemiyorum, Türkiye için endişem var. Beni çok sevmeyen de var, İki gündür davul çalıyorlar, 'ne yüzle geliyorsun' diyorlar. Ben, merkezde akıl yolunda millete yeni bir alternatif sunulması için konumum gereği bunu yapabileceğimi zannediyorum.”

Türkiye’nin önümüzdeki yıl çözmesi gereken iki önemli sorunu bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Cumhurbaşkanı diğeri de genel seçimlerdir. Günümüzün siyasi partilerinde çekişmelere ve ego tatminlerine yer olmamalıdır. Nitekim bunun tipik örneğini son seçimlerde DSP, MHP başta olmak üzere AKP ve CHP dışındaki partiler görmüş, barajın altında kalmışlardır. Bugünkü ortamda programları birbirine yakın olan siyasi partilerin anlaşamamalarının nedenleri üzerinde de durulmalıdır. Kısır döngülü çekişmelerle yıllar kaybolup gitmektedir. Bu arada dünya süratle değişmekte, onların deyimi ile küreselleşmektedir. Demokrasi ise bizim için en iyi araçtır. Günümüz insanı Mesut Yılmaz’ın deyişi ile mollalar dönemi yaşamak istememektedir. Laikliği oluşturan bir çizgiye ihtiyacımız bulunmaktadır.

Bugünün ortamında yeni bir parti oluşturulabilir mi? Araştırmaya ve denemeye değer... Geçtiğimiz seçimlerde seçmenin, oyumuz heba olmasın diye yakınlık duymadıkları partilere oy verdikleri veya sandığa gitmedikleri de yaşanmıştır. Bu tür seçmenleri hepimiz yakınımızda, çevremizde görmüşüzdür. Bu arada bir de şunu deneyelim diye düşünüp, Türkiye’nin deneme tahtası olamayacağını düşünmeden bilinçsizce oy kullananlar da olmuştur.

Bugün tüm iyi niyetli demeçlere karşılık ekonomimiz büyük bir geçiş dönemi yaşamaktadır. IMF’siz yaparız diyenlerin yanı sıra stopajın indirilmesi, faizlerin arttırılması, Merkez bankasının döviz satarak doları frenlemeye çalışması bunun tipik örnekleridir. Faiz arttırılması konut kredileri nedeniyle vatandaşların borç yükünü ağırlaştırmaktadır. Bu nedenle de Mesut Yılmaz günübirlik politikayı dış politikanın kabul etmeyeceğini belirtmiştir; ”AB ülkeleri bize kesin garanti vermiyor. Helsinki'de 'eşit statüde üye olacaksınız' demişlerdi, Brüksel'de değiştirdiler. Hadi tüm engelleri atladınız, Kıbrıs tavizini de verdiniz. Ondan sonra adamlar diyor ki 'ben gidip halkıma soracağım, referandum yapacağım'. Araştırmalar ortada. Böyle bir metodunuz vardı da, niye daha önce uygulamadınız? Polonya için Almanya'ya sordunuz mu? Evvela Türkiye, AB'ye alternatif aramaktan vazgeçmelidir. Doğru yol AB'dir. Hiçbir üye sorunsuz üye olmamıştır. Bu bir sabır işidir, değişim işidir, müzakere işidir. Başbakan iki –üç defa rest çekti. Bunlar yanlış şeylerdir. Yapılması gereken, AB ülkeleri içerisinde Türkiye'yi samimi şekilde isteyenler var, istemeyenler bile tamamen dışlanmamıza karşı çıkıyorlar, sakıncalı görüyorlar."

Mesut Yılmaz’ın Habertürk’te söylediklerinden yola çıkarak düşündüğümüzde aklımıza bir soru takılıyor;

Böyle bir uygulama veya üçüncü bir güç partisi ortaya çıkabilecek midir? Asıl sorun da burada kaynaklanıyor. Bu arada ANAP kökenli milletvekili veya belediye başkanlarının olası bir yeni oluşumda tutumları ne olur? O da bilinmiyor. Bazıları yeni bir rüzgâra yelken açabiliriz gibi sinyaller veriyor, bazıları da sessiz kalıp gelişmeleri izleyeceklerini dost toplantılarında dile getiriyor. Öte yanda solda birlik senaryoları ise yıllar öncesi çok oynanmış ve liderlerden yakınlık görmemişti. Bu arada Ecevit’i hasta yatağında bırakıp böyle girişimlerde bulunan ve parti liderleri tarafından kabul edilmeyen Rahşan Ecevit’in tutumu ise siyasi çevrelerden çok toplumda büyük hayret uyandırmaktadır. Erkan Mumcu ile Mehmet Ağar, Mesut Yılmaz’ın ihtiyaç olursa siyasete dönme isteğine olumlu baktıklarını göstermelik de olsa söylüyorlarsa, bu durumdan rahatsızlık duydukları açıktır. Bugünkü partiler arasında böyle bir yakınlaşma isteği pek değil, hiç görülmüyor. Bugünkü sistem ile seçime girildiğinde çoğu partinin barajı geçip geçemeyeceği de tartışmaya açıktır.

Türkiye önümüzdeki günlerde ne merkez sağda ve ne de olmayan solda bir yakınlaşma çabası da yok. Verilen demeçlerin çoğu günü kurtarma adına yapılıyor. Ortadaki gerçek önümüzdeki günlerin çok güç veya sürprizli geçeceğidir. Tarih boyunca her çalkantı durulmuş, havadaki uçak ya yere inmiş ya düşmüştür.




erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 30 Haziran 2006 Cuma 15:20:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
huseyin IP: 85.102.228.xxx Tarih : 2.07.2006 17:07:12
evinde oyurup çoluğunun çocuğunun başında dursun ne işi var siyasette siyasetin artık daha genç insanlara ihtiyacı var bunlar bıraksın yeter gençlerin önünü açsınlar

Muharrem YARDIMCI IP: 85.104.188.xxx Tarih : 27.10.2006 22:20:45
Mesut beyin işi zor.Bir tarafta 10 kg.una oyunu satan,söylenen asılsız vaatlere inanan saf insanlarımız,kendi menfaatlerini her şeyden üstün gören ve herzaman güçlünün yanında yeralmayı adet edinmiş menfaatçi milletimiz.Diğer tarafta ise siyaset uğruna ticaretten kopan,bilgi ve devlet adamı duruşu ile tam bir siyasi lider görüntüsünü veren,ancak,türk siyaseti ve seçim sistemi nedeni ile aşkla ülkeyi yönetme imkanı elde edemeyen,koalisyonlarda pazarlıklarla ülke menfaati için hareket eden,kanunlar çıkartan,liberal demokrat düşünceye sahip,muhafazakar yapıda bir kişilik.kendini başta memleketi RİZE'de siyasetçi devlet adamı kimliğini ıspatlamış,AB ülkelerinden bazılarına ünüversitelerde siyaset dersi veren,danışmanlık yapan gerçek lider siyasi lider,TÜRKİYESİNİ seven lider.YOLU AÇIK OLSUN.