Kültüre yakınlığı olan birkaç arkadaşla sohbet ederken konu dönüp dolaşıp müzelerimizin bugünkü durumuna ve sorunlarına geldi. Kültür ve Turizm Bakanlığı yönetimindeki müzelerin sözcüğün tam anlamıyla bir çöküş sürecine girdiği ve bunun önüne geçmek için de hiçbir çaba gösterilmediğinden görevlerinden yakın tarihlerde ayrılmış olan müzecilerimiz yakınıyorlardı. Yerden göğe kadar haklı oldukları son derece açıktı. Zaman zaman telefonla iletişim kurduğum Anadolu müzelerinde durum daha da korkunçtu. Personel yokluğundan bazı müze müdürleri hem bilet kesiyor, hem de yöneticilik yapmaya çalışıyorlardı.
Sadberk Hanım, Rahmi Koç Sanayi Müzesi, Akdeniz Medeniyetleri Enstitüsünün Müzesi gibi özel müzelere ve Askeri Müze’ye baktığımızda onların çağdaş müzecilikte büyük aşamalar yaptığını, buna karşılık Kültür ve Turizm Bakanlığı müzelerinin her geçen gün eridiği ve çöktüğü açıkça görülüyordu. Oysa Türkiye’de müzecilik öyle kolayca kurulmamıştı. Atatürk’ün Cumhuriyetin ilk yıllarında üzerinde önemle durduğu müzecilik, sonraki yıllarda parasız pulsuz, ancak idealist kadrolarla büyük gelişim göstermişti Yeni kurulacak müzelerden çoğunun yeri yurdu bile belli değildi. Anadolu’daki müzeler, yer yokluğundan Osmanlıdan arta kalan medreselerde, imaretlerde kurulmuştu. Müzeciler Anadolu’yu taramış, eserler toplamış, kısıtlı imkânlarla kazılar yapmış ve müzelerini zenginleştirmeye çalışmışlardı. Hamit Zübeyr Koşay, Aziz Oğan, Tahsin Öz, Mehmet Önder, Can Kerametli, Necati Dolunay, Kemal Çığ, Hayrullah Örs, Haluk Şehsuvaroğlu ve daha birçok müzeci Türk müzelerine çok şey kazandırmıştı. O günlerde Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü yapan Mehmet Önder, Hikmet Gürçay ve Nurettin Yardımcı gibi yöneticiler müzelere altın çağını yaşatmıştı. Bu müzecilerden sonra, önce bir duraklama devri ardından da çöküş başlamıştı. Bu çöküş günümüzde müzelerin yok oluşuna dayanmıştır. Müzelere siyaset girmiş, yerel yönetimler çoğu kez müzelerini işlerine karışmış, sit alanları içerisinden çıkılamayacak başlı başına bir konu olmuş, bu arada yönetimlerin haksız isteklerine boyun eğmeyen müzeciler yerlerinden edilmiş, başka bir deyişle tedirgin edilmişlerdi. Müzelerin altın çağını yaşadığı dönemlerde müzeler Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir müsteşarlıkla yönetiliyordu. Kültür Bakanlığı daha henüz kurulmamıştı. Milli Eğitim Bakanları siyasetten çok eğitim ile uğraştıklarından müzelerle ilgili işleri kültür müsteşarına bırakmışlardı. Müsteşarlar ise müzeleri çok iyi tanıyan, çoğu da müzecilikten gelmiş kişiler idi. Böyle olunca da tüm müzeler maddi imkânsızlıklara rağmen kendi yağları ile kavrulmuş, müzecilik çalışmalarında çok daha başarılı olmuşlardır.
Kültür Bakanlığı 1970’li yıllarda kurulmadan önce müzeler İller Kanunu hükümleri doğrultusunda yazışmalarını sürdürüyordu. İstanbul, Ankara ve İzmir müzeleri doğrudan doğruya genel müdürlük ile yazışmalarını yapıyordu. Kültür Bakanlığı kurulunca bu kez ortaya kültür müdürlükleri çıktı. Bakanlığın merkez ve teşkilatlarındaki birimlerinin yanı sıra müzeler de doğal olarak kültür müdürlüklerine bağlandı. Kültür müdürlüklerine atanacak kişilerin müzecilerden, kütüphanecilerden veya güzel sanatlarla uğraşan, bu konuda isim yapmış kişilerden olacağı sanılıyordu. Böyle düşünenler haklıydılar. Kültür müdürleri görev yapacakları illerin kültürel yönden öne çıkmasını sağlayacak kişiler olmalıydılar. Ne var ki, uygulama bunun tam tersi oldu, kültür müdürlüklerine bu konuda eğitim almamış, müzeleri tanımayan, daha çok ortaokul öğretmenleri getirildi. O yıllarda siyaset müzelere de girmeye başlamış, senin adamın, bizim adamımız düşüncesi kültür kurumlarında yavaş yavaş yerleşmeye başlamıştı. Uygulama böyle olunca da müze yönetimleri ile kültür müdürlükleri arasında çekişme başladı. Daha doğrusu taraflar birbirlerinin dillerini anlamıyorlardı. Bir taraf müze-bilimin öngördüğü koşullarda çalışmak istiyor, diğer taraf da kendilerini bu göreve getiren iktidarlara, yerel yönetimlere göre hareket etmek istiyordu. Daha açık tabir ile taraflardan biri müzeciliği biliyor, diğeri de bilmiyordu.
Kültür müdürleri ve müzeciler arasında, bazen suyun yüzüne çıkan, bazen de çıkmayan çatışmalar sürüp giderken bu kez ortaya bir başka sorun çıkarıldı. Erkan Mumcu’nun Kültür Bakanlığı sırasında hazırlattığı ve Atilla Koç’un da bundan yola çıkarak yürürlüğe koyduğu yeni düzenleme ile müzeler gruplara ayrıldı; ulusal olanlar ve olmayanlar gibi... Türkiye’nin belli başlı müzeleri ulusal ilan edildi. Diğerlerinin yönetimleri illere ve yerel yönetimlere bırakılmaya başlandı. Ulusal müzelerin başına da müze başkanları atanmaya başladı. Bu atamalar daha önce kültür müdürleri sorunlarını yaşamış müzeciler için yeni bir sıkıntı doğurdu. Başka bir deyişle kambur üstüne kambur...
Müze Başkanlar kimler olacaktı? Müzecilikte eğitimleri, bilimsel yetenekleri, yayınları ve katıldıkları uluslararası sempozyumlarda kendilerini kanıtlamış müzeciler mi, yoksa siyasi iktidarlara yakın kişiler mi?
Müzeciler tedirgindi, yeteneğe, bilime önem verilmeyeceğini biliyorlardı. Yeni gelenler kimler olacaklardı? Çekişme kaçınılmazdı da bu çekişme nasıl ve hangi koşullarda başlayacaktı. Ayrıca iktidara yakın oldukları şüphe götürmeyecek başkanların isteği doğrultusunda yerlerinden olacaklarını da düşünüyorlardı. Her ne kadar görevden alınan müze müdürleri idare mahkemeleri tarafından tekrar eski yerlerine dönebiliyorlardı ama bu kısa bir süreyi içeriyordu. Sonra yeniden yolculuk başlıyordu (!)
Avrupa ve Amerika müzelerinin bazılarında bu tür müze başkanlarına rastlanıyordu. Ancak oradaki yönetim bizden biraz farklı idi. Müzeler siyasetten uzak yönetim kurullarına bağlı idiler. Yönetim kurulları ve başkanları müzelerin her türlü ihtiyacını karşılıyor, müzeciler de çalışmalarında serbest kalıyor, kendini yalnızca müze-bilime odaklıyor, müzesi ile baş başa kalıyordu. Günümüz Türkiye’sindeki özel müzelerin bazılarında de bu sistem uygulanmaktadır. Ancak onların yönetimleri Kültür ve Turizm Bakanlığı yönetimine uymamaktadır. Başka bir deyişle siyaset, adam kayırma gibi ilkel konular onlarda pek bulunmuyordu. Müzecinin yeteneği, bilimsel değeri, kültürü ve toplumla bütünleşmesi ön planda geliyordu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yürürlükte olan Müzeler İç Hizmetler Yönetmeliği’ne göre müze yönetimine getirilecek olanlar ile uzmanların hangi eğitim dallarından geçmiş olmaları açıkça belirtilmiştir. Buna göre müzecilerin üniversitelerin arkeoloji, prehistorya, sanat tarihi, etnoloji, antropoloji, sümeroloji, hititoloji, klasik filoloji, klasik şark dilleri, tarih ve müzecilik eğitimi almaları şart koşulmuş, Müze müdürü olabilmek içinde en az 10 yıl devlet memurluğu yapmalarını ön görülmüştür.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Müze Başkanlarının görev ve yetkilerini belirleyecek yönetmeliği daha çıkarmadan bu konuda atamalara başlamıştır. Öğrendiğimize göre bu göreve getirilecek olanlar için de aynı eğitim dallarından olmaları şart koşulmuşsa da hazırlanan taslağın sonuna “diğer” gibi bir sözcük eklenmiştir. Bu da gösteriyor ki, müze başkanlığına bir imam veya müezzin (!) getirilmesi de yasal olabilecekti. Ancak böyle bir uygulamaya henüz rastlamadık; ilerisini bilemeyiz. Öncelikle Topkapı Sarayına Prof. Dr. İlber Ortaylı getirildi. İlber Ortaylı’nın bilimine söyleyecek hiçbir sözümüz yok. Ancak diğerleri... Atananlara baktığımızda bazılarının üniversitelerin yardımcı doçentlerinden olduklarını görüyoruz, bunlar maaşlarını da Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan değil geldikleri kurumlardan alıyorlar.
Bu arada çoğu kişinin aklına takılan bir soru var; üniversite gibi bir bilim kurulu bırakılıp müzelere gelinir mi? Her iki görevi de yapmış bir kişi olarak rahatlıkla söyleyebilirim; üniversitede rahat çalışma ortamı bulamayan, yabancı dil sınavını verememiş, önünde kadro sorunu olan öğretim üyeleri gelebilirler. Bunu söylerken atanan müze başkanlarının öyle olup olmadıklarını da bilmiyorum. Ben sadece varsayım üzerinde duruyorum.
Müze Başkanları’nın müzelerde konumu ne olacaktır?
Müze başkanlarının yönetimdeki görevleri, yetkileri nedir? Bu da bilinmiyor. Müze müdürleri ikinci plana düşürüldü mü? Düşürülmedi mi? Müze personeli kimin sözüne göre hareket edecektir. Müze başkanı ile müze müdürü arasında olası bir anlaşmazlık çıkacak olursa personelin tutumu ne olacaktır?
Kısacası müzelerdeki çöküş, kargaşa sürerken bu tür başkan atamaları müzeleri daha da bir çıkmaza sürükleyecektir. Daha doğrusu yetki karmaşası yaşanacaktır. Bu nedenle de çözümü güç bazı sorunlar ortaya çıkacaktır.
Müzelerdeki bir başka sorun da başkanın müzelerde nerede oturtulacağıdır. İdari binaları kısıtlı, odaları yetersiz olan müzelerde müze müdürü odasını başkana mı verecektir? Kendisi ikinci derecede bir odaya geçerse personel üzerinde ki konumu ne olacaktır? Şimdiye kadar yapılan uygulamalarda başkanlar müze müdürlerini odalarından çıkararak kendileri o makama yerleşmişlerdir.
Böyle bir durumun müze müdürünün onurunu zedeleyeceği, personel üzerinde değer yitireceği de açıktır.
Bu durumda müze müdürü ikinci, müdür yardımcısı üçüncü plana mı itilecektir? Aynen öyle olacaktır...
Müze ile işi olan yerli veya yabancı araştırmacı kiminle muhatap olacaktır?
Türkiye’deki bazı müzeler diplomatik nitelik taşımaktadır. Örneğin Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya Müzesi, Türk ve İslam Eserleri Müzesi gibi... Bu müzeler, kültür müdürlerinin katılmadığı yabancı diplomatik misyonunun verdiği resepsiyonlara, kokteyllere ve bilimsel sempozyumlara katılmaktadır. Bu günkü durumda bunlara başkan mı, yoksa müze müdürü mü katılacaktır? Yabancılar hangilerini muhatap kabul edeceklerdir?
Müze resmi aracından kim yararlanacaktır?
Müze başkanı müze müdürüne, içerisinde oturmakla güvenlik açısından yükümlü olduğu lojmandan sen çık ben oturacağım derse ne olacaktır?
Müze başkanı, müze müdürünü odasına çağıracak mıdır? Daha önce müzesinde böyle bir durumu yaşamamış olan müze müdürünün ruhsal durumu nasıl olacaktır? Başka bir deyişle, aşağılanmayı kendine sindirebilecek midir?
Akıl ve bilim bu sorunları çözebilir mi? Hiç sanmıyorum akıl ve bilimin böyle bir karmaşayı çözmeye gücü yetmez.
erdem@kenthaber.com.
Yayın Tarihi :
27 Temmuz 2006 Perşembe 11:52:30
Yorumlarınız
gülnaz yıldız IP: 85.107.228.xxx Tarih : 3.11.2006 19:30:23
sayın yücel biliyormsunuz el altından nekadar geçici işçi ve ve geçici işçi statüsünde arkeolog aldılar.hani şu tesadüfen arkeolog olanlardan yani.başka bir bölümü bitiremeyipte bu bölümü bitirip belki diploma birgün lazım olur diyenleri sayın KOÇ umuz işe alıyor el altından.oysa biz biliyoruz ki onlarca uzman ve işinin ehli ve bu işlerin ehli insanlar dışarıda boş geziyorlarken bu kara cahilleri işe almaları olsa olsa "oy" için olur.fakat başka ve önemli bir gerçek daha var.bu işe alınan şahıslar iş olmayan yerde ne yapacaklar acaba? sayın koç un buna da bir çözümü var mı acaba? yazıklar olsun....
gülnaz yıldız IP: 85.107.224.xxx Tarih : 15.08.2006 18:34:29
çok merak ediyorum dogrusu bu müze başkanları kimlerdir ve neden hala müzelere gönderilmiyor.belki şu sorumsuz ve karacahil idarecilerden bizi kurtarır bu yeni başkanlar,kurtara bilirler mi acaba..?
Erdem KARACA IP: 85.101.74.xxx Tarih : 29.07.2006 18:04:23
Bulunduğumuz ildeki hangi müzelerin olduğunu bilmemize karşın, müzelerimizi ziyaret edip de hangi sorunlarla yüzyüze olduğunu bile bilmiyoruz. Hatta kültür birikimi olan müzelerimizi aklımıza bile getirmemiş olmanın üzüntüsündeyim. Doğrusunu isterseniz bu büyük bir eksikliktir. Yazıyı okuduktan sonra en azından müzelerimizi ziyaret etmek aklıma geldi. Bu nedenle de yazarımız Erdem YÜCEL beyfendiye sonsuz teşekkürlerimi, selam ve saygılarımı iletirim. En kısa zamanda kısmetse Arkeoloji Müzesi, Atatürk Müzesi, Erzurum Müzesi, Yakutiye Medresesi Türk-İslam Eserleri ve Etnografya Müzesi, Resim ve Heykel Müzesi'lerini ziyaret etmeyi düsünüyorum. Enson yıllar önce gitmiştim, ilköğretim yıllarımda. Yazarımız vesile oldu kısmetse bugünden sonra da ziyarette bulunmuş olacağım, kendilerine tekrar teşekkür eder çalışmalarında kolaylıklar dilerim. Selam ve Sagılarımla.
gülnaz yıldız IP: 88.232.135.xxx Tarih : 26.09.2006 16:01:49
sayın karaca yazınızı okuduktam sonra içinde bulundugum bu kurumlardan birinde daha şimdiden neler konuşulup neler düşünüldügünü anlatmak istiyorum.bizim müze müdürü ateş püskürüyor ve püskürmekle ve küfürle kalmayıp şimdiden personelin bazılarınıda gelecek olan başkana karşı kışkırtmaya başladı bile ve sizinde bilceginiz gibi her amirin bir çok yalakası ve özel hizmetçisi vardır.bu gibi müdür ve memur yada işçi olan kuru diplomalı kara cahillerin amaçlarının neler oldugunu Ankara bilmez ve görmez hiç."koltuk sevdası" tamamen hizmet anlayışından yoksun,kalitesiz,egitimsiz,salla başını al maaşını yapmaktan başka hiçbir işleri olmayan bu kara cahiller sırf rahatları bozulabilir diye bu yola başvurmaktadırlar.ya bunları buraya atayanlara ne demeli,benim anladıgım şu: devlet yetkilileri asla iş yapana iş vermedigi gibi çalışanı sevmiyor ve işte böyle sokaklardan toplayıp kurumlara oy ugruna insalrı yerleştiriyorlar. ve bu devletin salla başını al maaşını yapan sevgili memurları yapacak hiçbir işleri olmadı için günlerinin çogunu ya uyuyarak yada dedikodu yaparak geçirirken amirleride belki ayda bir idareye ayıp olmasın diye ugramaktadır.bunlar uyuyor uyutuluyor ama Ankara çoktandır uyumakta ve uyanmaya da hala niyetli degilller.daha öncede hep söyledigim gibi başka bir bölümü kaznamayıp ve tesadüfen arkeolojiyi kazanıp ve hiçbir temel bilgisi ,sanat ve tarih ve dilo bilgisi olmayan ve sadece Arkeoloji yi bitirmekle bukadar kolay Arkeolog ve siyaseten de amir olunabilyorsa bu memlekette müzeler ...KALKINIR...Sizinde söyledigniz gibi ve bildiginiz gibi siyaseten amir olarak atnmış amir dil sınavında sıfır çekerse ama hala yerinde amir olarak oturmaya da devam ederse eminim ki Ankara bununla gurur duymaktadır.saygılar gülnaz