19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Nail Çakırhan’ın Ardından…


Yaşamının yarım yüzyılını aşmış çoğu kişi gibi ben de günlük gazeteleri karıştırırken, ölüm ilanlarına bakmayı ihmal etmiyorum. Acaba yitirdiğimiz dostlar, tanıdıklar veya tanımasak bile bildiğimiz isimler var mı diye...

Yine böyle bir günde Nail Çakırhan’ın ismiyle karşılaştım. Oysa daha önce rahatsızlanarak, Muğla’da Hamdi Yücel Gürsoy’un Özel Yücelen Hastanesine kaldırıldığını basında çıkan haberlerde okumuştum. Ağa Han Mimarlık Ödülünü Türkiye’ye getiren, şair ve Nail Çakırhan ile sohbet etmemiş, yalnızca onu basından izlemiştim. O’na karşı duyduğum yakınlık, belki de Çakırhan’ın eşi Prof. Dr. Halet Çambel’in İstanbul Üniversitesi Arkeoloji bölümünde, bizlere arkeoloji konusunda ilk bilgileri vermesinden kaynaklanıyordu. Bunun yanı sıra inandığı fikirlerinden ötürü geçen yüzyılda pek çok aydın kişi gibi çileler çekmesinin de büyük payı olduğunu sanıyorum.

Nail Çakırhan, başarılarının yanı sıra düşünceleri ve inançlarından, mücadeleciliğinden ötürü çileli bir yaşam sürmüştür. Başka bir deyişle Türkiye’nin bir döneminde simgeleşmiştir.

Muğla’nın Ula ilçesinde 1910 yılında dünyaya gelmiş, ilköğrenimini Ula’da, orta öğrenimini Konya’da yapmıştır. Lise yıllarında Ahmet Hamdi Tanpınar, Saadettin Nüzhet Ergün gibi hocaların öğrencisi olmuş, o yıllarda Kervan dergisinde yayınlanan bir şiirinden ötürü mahkemeye verilmiş ve beraat etmiştir. Bunun ardından “Halka Doğru “ dergisine yazdığı “Alev Yağmuru” şiiri yüzünden Konya Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alınmıştır. Bu olay Ankara’dan duyulmuş, Atatürk, Emniyet Müdürüne açtığı telefon ile “Bırakın o çocuğu ayıptır” demesiyle serbest bırakılmıştır. Oysa Çakırhan, bu şiirinde Muğla’daki ağalardan söz etmişti... Ancak emniyet makamları şiirdeki yakıştırmanın Atatürk’ü hedef aldığını düşünmüşlerdi!.. Sonraki yıllarda bu olaya değinen Çakırhan, “ Ben o şiirle Atatürk’ü değil, Muğla’daki ağaları, derebeylerini benzetmiştim. Atatürk biz gençler için müthiş bir deha, taptığımız bir insandı. Ona hakaret etmeyi düşünmem bile mümkün değil” diyerek Ata’sına olan sevgi ve saygısını dile getirmiştir.

Konya’da daha lise onuncu sınıf öğrencisiyken, 1927 yılında Kervan dergisini yayınlamış, İstanbul’a gittikten sonra Resimli Ay dergisinde çalışmış, bu arada İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümüne devam etmiştir.

1930’lu yıllarda Nazım Hikmet ile yakınlık kurmuş ve birlikte yazdıkları ”1+1= Bir” isimli şiir kitabından sonra, komünist teşkilatı kurmak suçundan gözaltına alınmıştır. Bursa cezaevinde Nazım Hikmet ile birlikte ve aynı koğuşta iki buçuk yıl hapis yatmıştır.

Türkiye gerçekten tuhaf bir ülke...

Bir dönem vatan haini ilan ettiğimiz, yerden yere vurduğumuz kişileri sonradan baş tacı ederiz!..

Örneğin, dünyanın en ünlü şairlerinden Nazım Hikmet’i vatan haini ilan ederiz, sonra bağrımıza basar, yazdıkları, düşünceleri ile övünürüz!..

Nazım Hikmet’in şiirlerinin gizli gizli, el altından okunduğu günleri de unutmuş değiliz...

Bir zamanların ünlü Başbakan’ı Adnan Menderes’i yere göğe sığdıramaz, sonra asarız... Ardından anıt mezar yapar, ismini hava alanına, caddelere, bulvarlara veririz!..

Nitekim günümüzde Nobel ödüllü Orhan Pamuk için de aynı tartışmalar yapılmıyor mu?

İnsana sormazlar mı? Bu ne lahana, bu ne lahana turşusu diye!..

Nail Çakırhan, sol görüşlü bir kişi idi. Bunun neresi ayıp veya sakıncalı, onu da yaşamım boyunca bir türlü anlayamadım.

Bir zamanlar kızdığımız sol görüşlülere “Moskova’ya Moskova’ya” diye bağırır, komünist rejime yakınlık duyanları da vatan haini ilan ederdik. İstiklal Savaşında yardım aldığımız Rusya’dan nedense söz etmez, kominist görüşlü olanları hapseder, sonra da Türkiye’de Komünist Partisi kurarız!..

Sanırım konuyu biraz değil epey dağıttım; Yitirdiğimiz Nail Çakırhan diye yazıma başlamıştım... Nereden nereye geldim; Onun için yeniden yitirdiğimiz bu düşünce adamına dönelim.

Nali Çakırhan’ın zor bir yaşam sürdüğüne değinmiştim. Bursa Cezaevinden çıktıktan sonra bir süre basında eski dilde musahhihlik, bugünkü dilde düzeltmenlik yapmıştır. Bu arada “Nail V” takma ismiyle şiirlerine imza atmıştır. Cumhuriyet Gazetesinde yazılar yazmış, Türkiye’nin yeni dildeki ilk ansiklopedileri olan Cumhuriyet ve Hayat Ansiklopedileri O’nun düzeltmelerinden geçmiştir.

Sosyalizmi yerinde öğrenmek için Sovyet Rusya’ya giderek oradaki kominternle bağlantı kurmuştur. Moskova Doğu Halkları Üniversitesinde sosyalizm ve ekonomi dersleri almıştır. Bu arada tekstil fabrikalarında çalışmış Türkiye’ye döndüğünde ise bazıları tarafından artık fişlenmiş, müseccel (!) bir kişi idi. Zekeriya Sertel’in çıkardığı “Görüşler” dergisinde sekreterlik, Tan Gazetesi 1945 yılında yakılıncaya kadar orada yazarlık yapmış, dış politika ağırlıklı yazılarının çoğuna ise imzasını atmamıştır. “Türkiye Sosyalist Emekçi Partisi’nin” kurucularından olmuş, bu yüzden mahkemeler ve hapisler birbirini izlemiştir. Bu parti kapatıldıktan sonra dört yıl daha hapis yatmış, Demokrat Partinin iktidara gelmesi nedeniyle çıkardığı aftan yararlanarak serbest kalmıştır.

Nail Çakırhan çileli günler sürerken, İstanbul Üniversitesi Arkeoloji bölümü asistanlarından Halet Çambel ile evlenmiştir. Tutuklu bulunduğu yıllarda hapishaneden eşine yazdığı mektupları ise tam bir edebiyat sembolüdür. Bu mektuplar “Üç Hapishaneden Mektuplar Canım Halet’ciğim” ismi ile 2002 yılında Türkiye Sosyal Tarih ve Araştırma Vakfı tarafından yayınlanmıştır. Aslında bu eser o yıllarda hapishanelerde geçen dramatik yaşamı anlatması yönünden de çok önemli bir kaynaktır. Bunun dışında “Harbin Eşiğindeki Türkiye” isimli kitabı da yine aynı kurum tarafından 2003 yılında, “Yapı Sanatında Yarım Yüzyıl/ Geleneksel Mimarisinin Şiiri” isimli kitabı da Ege Yayınları tarafından 2005 yılında yayınlanmıştır. 

Yöresel mimariye katkısından ötürü “Ağa Han Mimarlık Ödülünü” 1983 yılında kazanmasıyla ismini dünyaya duyurmuştur. Bu ödülün verildiği ilk Türk oluşu da ayrı bir anlam taşımaktadır. Bu ödül öncesinde ise Prof. Dr Halet Çambel’in Kadirli Karatepe’deki Hitit kültürünü ortaya çıkaran kazılarında yaptığı eserlerinin sergilendiği açık hava müzesinde mimari ustalığını göstermişti. O yıllarda, avam projesini Y.Mimar Turgut Cansever’in yaptığı açık hava müzesinin müteahhidinin işi bırakmasıyla yarım kalan işi tamamlamıştır. Burada kullanılan çelik konstrüksiyon o zamana kadar Türkiye’de yapılmış ilk örneklerdendir. Karatepe kazı alanındaki koruyucu saçaklar, kazı evi, orman binaları, ilkokul, lojman ve inşaatlar yine O’nun elinden çıkmıştır. 

Nail Çakırhan’a Ağa Han Mimarlık Ödülünü kazandıran, 1970’li yılarda yaptırdığı Ula mimarisi üslubundaki evinde, geleneksel mimariyi çevre ve doğayla bütünleştirmiştir. Yapmış olduğu bu ev mimarlık tarihi sözlüklerine “Çakırhan Mimarisi” olarak geçmiştir. Aynı zamanda günün sosyal ve ekonomik gereksinimlerini de ön plana almıştır. Kendisine ödül kazandıran evinin yapımında çevrenin mimari kaynaklarından yararlanmıştır. Bu ev 1998 yılında müze-ev olarak kültür ve sanat merkezine dönüşmüştür.

Çakırhan’ın bu başarısı bazı akademik çevrelerce hazmedilmemiş, mimarlık diploması olmadığı ileri sürülerek, çeşitli polemikler başlatılmıştır. Bununla beraber mimarlığın yalnızca diploma ile olamayacağını, geniş bir görüş ve bilgi isteyen bir uğraş olduğunu da kanıtlamıştır. Ne var ki, bundan sonra kendisine çeşitli yapı teklifler gelmiş, Yücelen Otelini, Letonia, Montana tatil köyleri ile Datça’da Perili Köşkü tamamlamıştır. Ayrıca Y.mimar Turgut Cansever’in projesini hazırladığı Türk Tarih Kurumu’nun uygulamasını yapmıştır.

Şiirlerden yola çıkarak mimarlığa kadar uzanan geniş bir perspektif içerisinde yaşamını sürdüren, eski tüfek olarak tanınan Nail Çakırhan, Atatürk Cumhuriyetinin aydınlarındandı.

Ölümünden üç yıl önce yakalandığı amansız kolon kanserinden bir türlü yakasını kurtaramadı, 98 yaşında ve 13 Ekim 2008’de memleket toprağında, Muğla-Ula-Akkaya mezarlığında toprağa verildi. Türkiye’nin ilk kadın arkeologlarından eşi Prof. Dr. Halet Çambel “Hayat arkadaşımı değil, her şeyimi kaybettim. Çok üzgünüm. O benim eşim olmanın ötesinde her şeyimdi. Son günlerini Muğla’da geçirmek istedi. Onun için buraya getirdik. Akyaka’ya hayrandı. Mezarının burada olmasını istiyordu. Hayatımda büyük bir eksiklik oluştu” diyerek büyük üzüntüsünü belirtmiştir.

Bizlere arkeolojiyi öğreten değerli hocam Prof. Dr. Halet Çambel başta olmak üzere tüm yakınlarının, O’nu sevenlerine başı sağlığı, kendisine de Tanrı’dan rahmet dilerim.


erdemyucel2002@hotmail.com  

Yayın Tarihi : 18 Ekim 2008 Cumartesi 11:08:27
Güncelleme :18 Ekim 2008 Cumartesi 11:21:47


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
mehmet ersindigil IP: 84.62.63.xxx Tarih : 19.10.2008 12:19:51

Selamlar Hocam:Meyve veren agac taslanir,Nail Cakirhan,da öyle olmustur.Tipki biz Türkler Avrupada nasil yasadigimiz gibidir.Örnegin ben Almanyada oldugum icin burda hep yabanci muamelesi ve yabanci olarak genelde cagirilmaktayiz Ara sira Türkiyeye Vatanimiza gittigimizde oradaki halk ve de hatta akrabalarimizlardan dahi Almanci denilmekteyiz.Anliyacagin biz gurbet,te böyle cile cekmekteyiz.Oysa bu güne kadar iktidara gelen Hükümetler hep bizleri para makinesi görmüslerdir.Ne yazik,ki gurbette olan vatandaslarina sahip cikmadiklari gibi hep sömürülmüslerdir.Simdi ise Avrupada yasayan gurbetcilerin birikmis olan 4oo milyar avro,nun oldugunu söyleyip Türkiyeye nasil cekeceklerinin hesabini yapmaktadirlar.Böyle bir talepte bulunmalari icin yüzlerinin kizarmasi lazim,Hükümetler biz Avrupada yaşayan gurbetcilerimize ne hizmet verdik,ki bu talebi yapalim diyen yok.Almanyada yabanci Türkiyede Almanci denilmekten baska ne verdiler.Neyse,ki Nail Cakirhan gibi sairlerimiz var,Bu Sairlerimiz cile cekmis vatandaslarin icinde yasadiklari icin Yurtsuz Vatansiz Adasiz yasayan Halkin derdini dile getirip hep hüküm giymislerdir.Oysa bu degerli sairlerimiz Sovyetler birligi Rusyaya degilde,Amerikaya gitselerdi Kominist yerine acaba neyle suclanacaklardi,onu merak ediyorum.Evet Rusyaya gittikleri icin kominist damgasini yediler,Amerikaya gitselerdi sol görüslü kimselerden fasist kelimesi ile damgalanacaklardi.Inanilacak gibi degil Fasist Amerikali insan oluyorda Kominist Rusya insan degilmidir.Oysa bizim Atalarimizin dediklerinden hic ders almiyoruz,Örnegim Benim yüzüm kara Seninki benden kara gibi nice Ata laflarimiz vardir.Demek istedigim konu insan ilk önce kusuru varsa ilk önce kendisinde aramasi lazim saygilarimla.


Yılmaz Ergüvenç IP: 88.235.56.xxx Tarih : 19.10.2008 10:29:40

Sayın Yücel, pek çok gazetecinin üzerinde durma gereğini hissetmediği kültür ve sanat olaylarına ait yazıları ile Türk basınında önemli bir boşluğu dolduruyor. Bu yazısında da Nail Çakırhan'ı her yönü ile okurlarına anlatarak iyi bir hizmet yapmış. Nail Çakırhan'ın Ağa Han mimarlık ödülüne lâyık görülmesi, Türk mimarlık camiasında fikir ayrılıklarına ve de protestolara neden oldu. Çünkü Çakırhan, diplomalı bir mimar değildi; yaptığı yapı da mimarlık tasarım ve ilkelerine bir katkıda bulunmuyordu. Aslında mimarlık eğitimi öğrenciye sistematiği ve temel kavramları öğretir. Tasarım metotlarını göstererek tasarımı öğrencinin tasarlama gücüne bırakır. Bu da bir yetenek gerektirir. Üniversite giriş sınavlarında, mimarlık fakülteleri için özel yetenek sınavları kaldırıldığından beri mimar olmayı aklına koyan, mesleği ideali olarak gören öğrenciler değil, sıralama sisteminin getirdiği tesadüflerle mimar olanlar çoğunluğu oluşturmaya başladı. Açık söyleyeyim ki her diplomalı mimar, mimar olmuyor. Dünyanın en büyük mimarlarından Le Corbusier de diplomalı mimar değildi. Nail Çakırhan ise, pratik çalışmaları ile yapıyı ve yapı detaylarını çok iyi öğrenmiş iyi bir ustadır. Ancak ödül aldığı eser bir yaratıcılık örneği değildir. Çevrenin geleneksel mimarisinin güzel ve doğru detaylarının bileşimidir. Bu yapı, Türk mimarlığına bir katkı sağlamamış, ancak çevreye uyumu ve çevrede geleneksel yapı uygulamalarını teşvik etmesi açısından yararlı olmuştur. Ödüllerin alınmasında, dost çevre ve ideolojik birliklerin önemli rol oynadığı da gözden kaçmamalıdır.