İstiklâl Marşımızın ikinci beytindeki “Ne bu şiddet, bu celâl” sözcükleri nedense bir anda bana Başkanımızın son günlerdeki fevri çıkışlarını anımsattı.
Başbakan, AKP il başkanları, belediye, kadın ve gençlik kolları başkanlarının katılımıyla yapılan toplantıda, hiç gereği yokken, karşısına basını alarak onlara verip veriştirdi. Basında çıkan türban ile ilgili kendisini rahatsız eden yazılardan ötürü, onları ortamda gerginlik yaratmakla suçladı. Ardından da sözü mecliste kendisine tek karşı çıkan parti olan CHP’ye getirdi. Oysa basının büyük çoğunluğu kendi çıkarları uğruna AKP’nin şakşakçılığını yapmaktaydı. Bu bakımdan Başbakan’ın böyle bir çıkışı da yersizdi.
Başbakanın bu çıkışının ardından Vatan Gazetesi “Ya bunlar Erdoğan’a yapılsaydı” başlığı altında, 1990’lı yılların gözü pek gazetelerinden örnekler vererek ilginç bir noktayı gözler önüne seriyordu. Ardından da bugün basın kuzu gibi uysal... Erdoğan, geçmişe bakıp şükredeceğine esip gürlüyor, basını yerden yere vuruyor dedikten sonra da 1990’lı yılların gazetelerinden bazı manşetleri peş peşe sıralıyordu.
Bakın bu manşetlerde neler vardı;
Özal’ın halktan intikam planı!..
Semra Sultan...
Semra Özal’ın Yıldız Sarayında düzenlediği, Lale Devrini anımsatan saltanat günleri baloları...
Küçük Turgut...
Özal İndirilsin mi?
Demirel’e 350 milyon liralık Rolex kol saati...
Zeynep’e 52 milyonluk hediye...
Örtülü mücevherler...
Erbakanlı yıllarda Hoca’nın dostları terörist...
Bu ne Pişkinlik...
Çıkında 50 milyar...
Servetimin kaynağı kaynanamın çıkını...
Tarikat Saltanatı...
Erbakan’a özel abdest ekibi...
Oldu mu Sayın Cumhurbaşkanım (Ahmet Necdet Sezer ile ilgili)...
İşte Fatura Ahmet Necdet Sezer ve Bülent Ecevit ile ilgili)
Acı gerçek (Bülent ve Rahşan Ecevit ile ilgili)
Parkinson yine yaptı yapacağını...
Özellikle o günlerin basınında Semra Hanım ve çocukları eleştiri oklarının hedefindeydi. Turgut Özal ile Erdal İnönü’nün oy peşinde tilki görünümünde, Özal ailesinin inek sağarken karikatürleri çizilmişti. Erbakan ile Tansu Çiller, kazana koyarak pişirdikleri laikliğin çevresinde gulu gulu dansı! yapıyorlardı.
O günlerde ne Özal ailesi ve ne de Tansu Çiller yargıya gitmemişlerdi.
Geçmiş gazete manşetleri ile karikatürlerini bir kenara iterek biz gelelim Başbakan’ın basın toplantısındaki sözlerine;
“Bizi çarşafa sokacaklar diyorlar, insaf. Gazeteleriniz baş köşelerinde bu toplumun ahlak değerleriyle tamamen ters düşen çırılçıplak kadın resimlerini siz basıyorsunuz. İlavelerinde her şey tamamıyla ortada. Hangi müdahale yapıldı? O zaman nedir bu feryat?”
“Kafaları bulandırmaktan başka bir dertleri yok. Öfkeli olduğumu söylüyorlar, öfke de bir hitabet sanatıdır. Yumuşak başlıysak uysal koyun da değiliz. Bir yanağına vur, öbür yanağını çevirsin... Kusura bakmasın öyle yanak bizde yok.”
“ Diyorlar ki, başörtüsü meselesi ekonomik noktadaki sıkıntıları gündemden kaldırmak için çıkardığı bir senaryodur. Sevsinler seni. Ne var ekonomide ? Şu anda televizyonlarda konuşanların kendilerine sorun, senin gelirin ne? Sen onu anlat...”
Başbakan’ın şiddet ve celâl içeren konuşmasından yandaş ve gerici basın dışındaki tüm gazeteciler paylarını aldılar.Ardından, CHP ve özellikle Deniz Baykal’da suçlamaların hedefi oldu. “Sayın Baykal, Antalya’da dikili ağacın var mı?” diye sorduktan sonra “Baykal yatıyor kalkıyor laiklik, laiklik...” Laiklik diyerek ülkede laikliği yozlaştırdı...”diye sözlerini sürdürmüştü.
Başbakan’ın şiddet ve celâlinden Almanya Başbakanı Merkel ile Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’de nasibini almıştı. Başbakan,önümüzdeki aylarda yapacağı zirve toplantısını iptal ettiğini de bu arada açıkladı.
Başbakan, MYK üyelerine Almanya ve İspanya gezileri ile ilgili bilgi verirken, Merkel ile yaptığı görüşmenin perde arkasında geçen, içeride başka dışarıda başka davranıyorsunuz dediğini de söylemekten geri durmadı.
Bu sözler Türkiye’nin AB’ye girebilme olanağının büyük ölçüde ortadan kalktığını açıkça gösteriyordu. Ankara, Kızılay’da yapılan AB’ye giriyoruz gösterisinin de böylece fos çıktığı ortaya çıkıyordu. AB ülkelerinin Türkiye’yi aralarına alacakları pek sanılmıyor, iş sürekli yokuşa sürülüyordu. Ortaya bir de ılımlı ılımsız İslam, laiklik karşıtı davranışlar da ortaya çıkınca üyeliğin gerçekleşmesi askıda kalıyordu.
Başbakan’ın sözlerinden hangi birine yanıt vermeli?
Gerçekten çok zor...
Gazetelerde yayınlan çıplak kadın resimlerini eleştirirken, yine bazı gazetelerdeki karanlık çağın hurafelerini günümüze yansıtmaya çalışan, din adına yazılan saçma sapan yazılara, meydanı boş bulan tarikatlara, çarşaflara, burka fotoğraflarına neden bir şey söylemedi? Kuşkusuz bunlara alış-veriş merkezlerinde, vapurlarda kılınan namaz şovlarını da eklemeliyiz.
Bilemeyiz...
Deniz Baykal’ın Antalya’da dikili ağacının olup olmaması kimseyi ilgilendirmez. Deniz Baykal’ın hortumlama ve kendisine çıkar sağlama gibi olayları olsaydı o zaman ilgilendirirdi.
Olmadığına göre!...
Başbakanın basını suçlamasına Türkiye Gazeteciler Sendikası ile Çağdaş Gazeteciler Derneği yanıt vermekte gecikmediler:
“Sayın Başbakanın sadece partisi ve iktidar aleyhindeki yayınlarda dikkate alması manidardır diyerek demokrasilerde yüzde 47 oy alan medyayı da teslim aldım diye bir uygulamanın olmadığını” söylediler. Bunun ardından Başbakanın konuşması köşe yazarlarınca eleştirildi.
Türban konusu gereksiz yere ortaya atıldıktan sonra toplumun büyük bir kesiminin laiklik konusunda endişe duydukları açıktır. Başbakan’ın İspanya’dan türban diye düğmeye basmasının hemen ardından bazı AKP’lilerin bu işin üniversitelere türban serbestisi ile kalmayacağının sinyallerini vermeye başlamışlardı. Nitekim Konya Milletvekili Hüsnü Tuna, “Hedefimiz kamuda da yasağı kaldırmak” diye erken bir çıkış yaparak niyetleri belli etmiştir. Onun ardından İstanbul Milletvekili Egemen Bağış, Berlin’de “Türban Meclise de girmeli”, Milletvekili Fatma Şahin “Adım adım ilerlemek gerekir”, Isparta Belediye Başkanının da “Yasak her yerden kalkmalı, türbanlı belediye başkanı da olmalı” gibi sözleri Atatürk devrimlerine inanmış, laik ve aydın düşünceyi benimsemiş kitleleri rencide etmek bir yana kaygıya düşürmüştür. Laikliğe ters düşen bu sözlerden yalnızca Milletvekili Hüsnü Tuna günah keçisi seçilerek parti disiplin kurulundan uyarı cezası almıştır.
Hitabet sanatı, öfke sanatı! değildir. Sözcük anlamıyla hitabet, bir düşünceyi, İnancı kendisini dinleyenlere ustaca, etkili bir biçimde iletme sanatıdır. Başka bir deyişle söz söyleme sanatıdır. Bunun öfke ile bir bağlantısı yoktur. İşin içerisine öfke, irade dışı sözler ve suçlama karışınca hitabet sanatı alır başını gider. Çoğunlukla öfke irade dışı gelişir, çoğunlukla da sahibine zarar verir. Bu arada siyasetimize bir de “ciğerden konuşma” gibi bir sözcüğünde bu arada girdiğini söylemeden edemeyeceğiz!...
Şimdi kendi kendimize fikir jimnastiği yapalım. Bu öfke ve celâl neden?
Başbakan önce üniversitelerden başlayarak yavaş yavaş uygulanacak türban serbestisi kararı, meclisten geçmiş olsa bile böyle bir tepki ve eleştiri ile karşılaşılacağını ummuyordu. Olaylar istediği gibi gelişmeyince öfkelendi, celallendi.
Başbakan, “Şu anlayışın mensubu da değiliz; bir yanağına vur öbür yanağını çevirsin. Kusura bakmasın öyle yanak bizde yok” diyerek büyük olasılıkla; Luka İncili Bab. 6/27-28’de geçen “Bir yanağına vurana öbürünü de uzat ve senin abanı alandan gömleğini de esirgeme” sözünden esinlenerek söylemiş olmalıdır. Hıristiyan inancına göre Hz.İsa kendisine inananlara şiddetten kaçınmalarını, savaştan yana olmamalarını ve hoşgörü sahibi olmalarını öğütlemek istemektedir. Hz.İsa’nın yaşadığı dönemde Filistin Roma’nın eyaletiydi. Romalı valiler tarafından yönetiliyor, asayişi de yine Romalı askerler sağlıyordu. Söylediği bu söz ile kavminin isyandan uzak durmalarını ve belaya bulaşmamalarını öğütlemek istemiştir.
Demokrasimizin geçmiş yıllarında da görmüştük. Siyasi bir parti halkın beklentilerine uygun davranır, oy potansiyeli yükselir, büyük bir seçik zaferi kazanarak zirveyi vurur, sonra bir atımlık barut bitince inişe geçer. Bazı işlerin çıkmaza girdiği, ekonomi, işsizlik gibi sorunların çözülmediği, göstermelik tedbirlerin yetersiz kaldığı görülünce liderler öfkelenir, kızar, bağırır, önüne gelene olmayacak laflar söyler...
Tarih hep böyle tekerrür etmiştir.
Eski devirlerdeki dergahların hemen hepsinde duvarlarda bir ibret levhası asılı olurdu; “Bu da geçer yahû”.
erdemyucel2002@hotmail.com
merhaba erdem abi.köşenizi okuyunca aklıma,PİR SULTAN ABDAL'LIN nutukları geldi.... Bu dünyanın evvelini sorarsan,Allah bir Muhammet Ali'dir Ali.Sen bu yolun sahibini ararsan Allah bir Muhammet Ali'dir Ali.Tahtını terk etti,ibrahim ethem Sülayman nebi'ye verildi, hatem.Her kulun alnına yazıldı sitem,kişinin çektigi yoludur yolu....ASLINDA YAZILACAK OKADAR ÇOK SÖZLER VARKİ ERDEM ABİ..SİZİN YAZDIKLARINIZI OKUMAYANLARIN,GEÇMİŞTE YAŞAYANLARIN YAZDIKLARINIDA OKUYACAKLARINA İNANMIYORUM ERDEM ABİ....AMA BEN SİZİN YAZDILARINIZI OKUYORUM ERDEM ABİ..BELKİ YAZDIKLARINIZ BENİ İLGİLENDİRMİYOR OLABİLİR..OKUMAM SİZE VE DE YAZDIKLARINIZA DEGER VERDİGİMİ GÖSTERİR ERDEM ABİ.SAYGILARIMLA.ERDAL GEYİKÇİ(KÖÇEK)...!
Buravo Erdem ağabey süpersin anlayana ders,anlamayana ne denir.Sezar Tayyip'e ders verilir mi hocam ? Sen tarihin üstadısın Sezar'a kim bir şey söyleyebildi.İnşallah sonu sezar gibi olmaz.