18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Ne Mutlu Türküm Diyene

Çocukluk yıllarımızda ilkokulda derslere girmeden önce bahçede sıralanarak öğretmenlerimizin önderliğinde hep birlikte and içerdik. Aramızda gayrimüslimler, çeşitli etnik kökenli olanlar da vardı. Hiç kimse bu andı okumaktan gocunmaz, göğsümüzü şişire şişire söylerdik.

Türküm doğruyum çalışkanım.
Yasam; Küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi   özümden çok sevmektir.
Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk.
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içerim.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene
.”

O günleri düşünüyor ve genç beyinlere aşılanan bu andın yeni bir cumhuriyet neslini ne kadar güzel hedeflere yönelttiğini, ayrımcılık yapılmayacağını göstermesi yönünden çok yerinde olduğunu düşünüyorum.

Günümüze baktığımızda bu andın bazı kişileri rahatsız ettiğini, okullardan kaldırılmak istendiğini, çoğunda da kaldırıldığını görüyorum. Bu kez kendimce bir kez daha düşünüyorum; Türkiye nereye gidiyor, kimler bu güzel vatanı bir yandan nimetlerinden yararlanırken bölmek istiyor. İsimleri aydına çıkmış bazı gafiller de buna önayak olan çapsız kişilerin peşine takılıyor!..

Türklere Türk olduğunu hatırlatan bu andı kimin yazdığını biliyor musunuz?

Bu andı 23 Nisan 1933’de yazan ve okullarda uygulamaya koyan, genç yaşta yaşama veda eden, devrimlere tüm varlığıyla inanmış, korumaya çalışmış Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Dr. Reşit Galip Beyefendi’dir.

Dr. Reşid Galip’i çevrenizde aydın geçinenlere sorun; bakın kaç kişinin bu ismi hatırlayacağını görürsünüz. Ankara’da Çankaya’da ismi bir caddeye verilmiş, sonra o bile çok görülerek Pakistan’a yaranmak amacıyla değiştirilerek Hindistan Müslüman Birliği’nin ve Pakistan bağımsızlık mücadelesinin önderinin ismi, Muhammed Ali Cinnah Caddesi olmuştur.

İsterseniz Muhammed Ali Cinnah’ı da onlara sorun, bakalım onu da bilecekler mi?

Dr. Reşid Galip aslen Rodoslu’dur. Ortaokulu bitirdiği yıllarda kardeşi Hüseyin Ragıp (Baydur) ile kayıkla denize açılmış ve Rodos’tan Marmaris’e çok güç bir yolculuk yaparak gelmiştir. İki kardeş İzmir’de okumuşlar, Reşid Galip İstanbul Tıp Fakültesine devam ederek doktor, kardeşi Hüseyin Ragıp Baydur da diplomatlığı seçerek büyükelçilik yapmıştır.

Reşid Galip, daha tıp öğrencisiyken gönüllü olarak I.Dünya Savaşında Kafkas cephesine gitmiş, hayatta kalmayı başarmış ve askerlik sonrasında öğrenimini tamamlamıştır. Bir süre Tıp Fakültesinde asistanlık, müderris muavinliği yapmıştır. Bunun yanı sıra Türk-Yunan Mübadele Komisyon delegeliği, Sıhhiye Vekâleti Umumi Hıfzısıhha Muavinliği yaptıktan sonra Mersin’de serbest hekimliğe başlamıştır.

Atatürk’ün Mart 1923’de Mersin’e gelişinde büyük önderin gözlerine bakarak şöyle demiştir: "Muhterem Gazi, sen yalnızca bu milletin bir kahramanı değilsin. Sen bunlardan çok daha büyüksün. Sen bu milletin bir ferdisin. Senin birinci büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmekliğindir.”

Genç yaşlardaki bir hekimin, bu gencin konuşması başta Atatürk olmak üzere orada bulunanların dikkatini çekmiştir. Atatürk tarafından milletvekilliği önerilmiş ve 1925’de III ve IV. dönem milletvekili olmuştur. Atatürk’ün isteği ile Serbest Fırkaya katılmışsa da bu partinin bağnazların eline geçmesi üzerine oradan ayrılmıştır, Bir sure İstiklâl Mahkemesi üyeliği yapmış. CHP İdare Heyeti'nde görev almış. Türk Ocakları’nda, Halkevlerinde çalışmıştır.

Atatürk’ün sofrasındaki tartışmaları yakın tarihimizin önemli olayları arasındadır. 1931 yılında Maarif Vekili Esat Mehmet Bey’den yakınması bunların başında gelmiştir. Kazım Özalp’ın “Atatürk’ten Anılar” isimli kitabından öğrendiğimize göre, kız öğrencilerin kıyafetiyle başlayan tartışma şöyle olmuştur: Esat Mehmet, kızların kısa etek, kısa çorap ve kısa kollu gömlek giymelerinin uygun olmadığını ileri sürmüş, bununla da yetinmeyerek vekil olarak bir tamim yayınlayacağını ve kızların daha kapalı giyinmelerini isteyeceğini söylemiştir. Bunun üzerine Reşid Galip Bey söz alarak; "Yanlış düşünüyorsunuz beyefendi. Bu bir geriliktir. Kadınlar artık eski durumlarında yaşayamazlar. İnkılâplardan en mühimi, kadınlara verilen haklardır. Başka türlü, batılılaşmakta olduğumuzu iddia edemeyiz.”

Reşid Galip’in bu sözleri bir anda gerginlik yaratmış, Atatürk vekilini zor durumda bırakan bu çıkıştan hoşlanmamış, “Bu konuyu uzatmayalım. Kısa çorap giyip giymemek çok önemli değildir, sonra tartışırız” demiştir.

Oysa Reşit Galip sözünün arkasında durmuştur: "Af buyurunuz Paşam, bu, inkılâp ve zihniyet meselesidir! Müsaade buyurursanız fikrimizi söyleyelim. Hatta daha da ileri giderek diyeceğim ki, sizin huzurunuzda bu sofrada inkılâpları zedeleyecek icraattan bahsedilmesi küstahlıktır, hoş görülemez."

Reşid Galip’in böylesine bir tartışma yaratmasının başka bir nedeni vardı. O sırada Halkevinde tiyatro sanatını ve kültürünü geliştirmek için çalışmalar yapıyor, ancak sahneye çıkacak kadın oyuncular bulamıyor, gönüllü kadın öğretmenleri oynatmak için Maarif Vekâletinden izin alamamışlardı. Bunun ardından da son derece cüretkârane bir sözü söylemek gafletinde bulundu:

“Bu kokuşmuş kafayla devlet yürümez” Bu söze Atatürk’ün canı sıkılmış olmalı ki; “Sözlerinizde müsamahalı, ölçülü olunuz” diyerek çıkışmıştır.
Orada bulunanlar yaklaşan fırtınayı hissetmiş, ama Reşit Galip daha da ileri gidip, Maarif Vekilini işaret ederek: “Devrimci devrimcidir. İnsanlar bir yaştan sonra (Maarif Vekili o sırada 57 yaşındaydı) ister istemez tutucu olurlar. Meclis'te bunca genç, idealist, vekillik yapacak yetenekte insan varken, böyle yaşlı kimseleri Maarif Vekili yapmak hatadır.”

Atatürk yeniden bir kez daha uyarma gereğini duydu; “Esat Bey yeteneklidir. Davamıza inanmıştır ve benim hocamdır. Beni okutmuş olması sence bir değer taşımıyor mu?" “Kusura bakmayın Paşam, taşımıyor! Okuttuklarının içinde sizin gibi bir devrimci cıkmış ama kim bilir nice tutucu da çıkmıştır.”

Bunun üzerine Atatürk’ün sabrı taşmış; “Bu sofrada hocama ve bir Maarif Vekiline hakaret etmenize müsaade edemem” demesine rağmen Reşid Galip yine üste çıkmaya çalışmış: “Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız, sizi de eleştiririm.”

Atatürk bu kez kızmayıp; “Yoruldunuz, buyurun biraz istirahat edin” diyerek kibarca Reşid Galip'i sofradan kovmuştur. Genç devrimcinin yılmamış yıllar yılı efsane gibi anlatılacak çıkışını o an yaptı: “Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak sizin kadar, benim de hakkımdır.”

Atatürk kendi fikirleriyle kendisini vuran bu genç adama baktıktan sonra yanındakilere dönüp, “Öyleyse biz kalkalım” demesiyle sofrada bulunanlar kalktılar ve Reşid Galib’i yalnız bıraktılar. Reşid Galip bütün geceyi Dolmabahçe Sarayı’nda pencere kenarındaki bir koltukta geçirmiştir. Atatürk uyandığında Genel Sekreteri'ne Reşid Galip'i sormuş; “Sabaha kadar bekledi, mahcubiyetini size iletmemizi istedi. Ankara'ya gidecek kadar borç para istedi. Kendisine 25 lira verdik” cevabını almış, bunun üzerine Atatürk: “Ankara'ya gidecek adama 25 lira mı verilir. Bari benim hesabımdan birkaç yüz lira verseydiniz. Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor. Parası yok ama cesareti var.”

(Günümüzde milletvekillerine tanınanları, sağlananları, aldıkları maaşları, ödenekleri ve mal varlıklarını bir düşünün!)

Reşid Galip’in 1932 yılında Ankara Radyosu'nda bir konuşma yaparak şöyle der; “Devrimleri her yerde, herkese karşı savunacağız. Gerekirse babamıza ve çocuklarımıza karşı bile”.

Atatürk bu konuşmadan birkaç gün sonra onu sofrasına davet ederek yanında oturtur. Diğer yanında da hocası Mehmed Esad Efendi vardır. Ve o sofrada yeni Maarif Bakanının Reşid Galip olduğunu açıklar.

Reşid Galip’in Maarif Bakanlığı ancak on üç ay sürmüştür. Bu kısa süre içerisinde Darülfünun’dan üniversiteye dönüşü sağlayan reformu başlatmış, öğretmenlere genel bütçeden maaş ödenmesini sağlamıştır. Ankara’nın şiddetli kışında üşütmüş, zatürreeye yakalanmış… O günlerin tıbbı bu günlerdeki gibi gelişmediğinden bir türlü iyileşememiş, böyle olunca da Vekilliği bırakmış, Keçiören’deki bağ evinde kitapları arasında son günlerini geçirmiş ve henüz kırk bir yaşında, 5 Mart 1934’de bu dünyadan ayrılmış, Cebeci Asri Mezarlığı’na gömülmüş…

Bazılarının kulaklarına kar suyu kaçacak ama öldüğünde cebinde yalnızca beş lirası olduğu söylenmiştir…


erdemyucel2002@hotmail.com
 

Yayın Tarihi : 28 Ekim 2012 Pazar 21:16:50
Güncelleme :28 Ekim 2012 Pazar 21:32:22


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
YAŞAR KARABAKLA IP: 88.228.161.xxx Tarih : 31.10.2012 12:48:51

YAZ HOCAM YAZ DA SEN YAZIYON BEN OKUYOM BEN SÖYLÜYOM YİNE BENİMLE AYNI FİKRİ PAYLAŞANLAR ANLIYOR. ÖTEKİ LER AKP NİN ÖTEKİ YAPTIKLARI YADA KENDİNİ ÖTEKİ YAPANLAR (HESAPLI AKP YANDAŞLARI HARİÇ ONLAR ZATEN SİSTEM ÇOCUKLARI)  AH BİRDE ONLAR ANLASA ANLAYABİLSE KAFALARINI SOKTUKLARI YERDEN Bİ ÇIKARTABİLSELER 5 YIL BOYNCA ANDIMIZI SÖYLEYİP(AND İÇİP) ŞİMDİ NE OLACAK DİYECEK KADAR BİLE HATIRLAMAYANLAR......................


Mehmet Ersindigil IP: 84.62.48.xxx Tarih : 29.10.2012 12:42:13

Hocam ellerine saglik"Cumhuriyeti cok güzel bir sekilde dile getirmissin.Türk milletine ne oluyor sahsen hayretler icinde takip ediyorum.Bu gidisle Türk kelimesi ortadan kalkacak gibi görülüyor.Türkiye Cumhuriyeti bu kadar yabanci isimlerle is yerleri görmemistir.Marketler olsun,kücük büyük esnaflar olsun bir cogu yabanci isim tabeleleriyle donatilmis.

Buda böyle olunca ister istemez 29 Ekim Cumhuriyet Bayramini etkiledigi gibi istenmemek üzere oldugu görülmektedir.Ne yazik,ki bunun böyle olusu  zamaninda ne Mutlu Türküm diyeni,de etkilemistir.23 nisan 30 agustos zafer bayramlarina franga vuruldugu gibi sirada 29 ekim Cumhuriyet Bayramini yok sayip Vatanin yok olacaginin delaletidir.

Türkiye Cumhuriyeti,nin bu duruma düsmesini isteyen dis güclerin emellerine ulasmak üzere olduklarini tahmin etmemek mümkün degildir.Temennim bu yazdiklarim,da yanilmis olayim.Cünkü görülen köy klavuz istemez derlerdi Atalarimiz.Türk devletini,ve Cumhuriyeti koruyacak Türk Halki gün be gün azalmaktadir.Bu konuda cok yazilacak seyler var amma,kimsenin basini agritmamak icin simdilik bu kadar yeter saygilarimla.


Asistan. IP: 95.15.165.xxx Tarih : 29.10.2012 23:49:32

Köşe yazınıza eklenti olarak benim de -nacizane olarak - ifade edebileceklerim şunlardır ki; Reşid Galip, gerçek bir bilim adamıydı, gerçek bir yurt sever idi, geleceği ışıklandıran gerçek bir aydın idi, antiemperyalist idi, günümüzün 'aciz malumlarının' eline su dahi dökemeyeceği yüce bir insan idi, ; .. Ne mutlu ki, Reşid Galip gibi kişileri ananlara ..