19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Nobel Ödülüne Sevinmeli mi, Yoksa Üzülmeli mi?


Nobel Vakfı’nın kurucusu Alfred Bernhard Nobel (1833–1896) başta dinamit olmak üzere çeşitli patlayıcı maddeleri geliştirmiş İsveçli kimyacı, mühendis ve sanayicidir. Dünyadaki pek çok patlayıcı fabrikasının hisselerinin ve Bakû’deki petrol yataklarının sahibi olan A. Bernhard Nobel patlayıcılardan, petrolden elde ettiği servetini Nobel ödülleri olarak dağıtılmak üzere Nobel Vakfına bağışlamıştır. A. Bernhard Nobel’in vasiyeti üzerine kurulan fondan her yıl altı dalda ödüller dağıtılmaya başlamıştı. Üçü İsveç’te, biri Norveç’te olan bu vakıf ilk ödülü kurucusunun ölümünün beşinci yıldönümü olan10 Aralık 1901’de vermiştir. Fizik, kimya, fizyoloji veya tıp, edebiyat ve barış dallarında, bir önceki yıl insanlığa en büyük yararı sağlayanlara verilmesi vakfın amaçları arısındadır. Bunlara 1968 yılında bir de ekonomi ödülü eklenmiştir. A. Bernhard’ın vasiyetine göre ödülü Stockholm’deki İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, Karolinski Kraliyet Tıp-Cerrahi Enstitüsü, Oslo’daki Norveç Nobel Komitesi her yıl vermektedir. Ödüller altın madalya, ödül belgesi ve vakfın gelirlerine bağlı olarak paradan oluşmaktadır.

Öğrendiğimize göre adayların belirlenmesine ödüllerin dağıtılacağı yıldan bir önceki sonbaharda başlanmaktadır. Nobel Ödülü tüzüğünün öngördüğü koşullara göre de aday gösterme yeterliğindeki kişilere çağrıda bulunulur. Burada ana temel ölçü, mesleki yetkinlik ve katkının uluslararası boyutta olmasıdır. Bundan sonra komiteler çalışmaya başlayarak adayları saptar. Ödül, sahibi tarafından reddedilir veya sahibi tarafından alınmazsa ödülün maddi tutarı fona geri döner. Bu arada hükümetlerin yurttaşlarının Nobel Ödülünü kabul etmesini yasaklandığı da olmuştur. Örneğin Barış Ödülü’nün Carl von Ossietzky’e verilmesini Hitler ulusuna hakaret olarak nitelemiş ve 1937’da çıkardığı bir kararla verilecek olursa, Almanların ödül almalarını yasaklamıştı. XX. yüzyılın en büyük yazarlarından, Doktor Jivago romanının yazarı Boris Pasternak’a Sovyet devrimini eleştirmesinden ötürü Nobel Edebiyat Ödülü verilmiş, ancak Pasternak bunu reddetmişti. Yanılmıyorsam Albert Camus da ödülü reddeden bir başka yazardır.

Ancak barış ve edebiyat ödülleri çoğu kez eleştiri ve görüş ayrılıklarına neden olmuştur. Günümüz dünyasında barış ödülü ise sahibini bulamadığından en çok ertelenen ödül olmuştur.

İsveç Akademisi, 2006 Nobel Edebiyat Ödülü’nü bu yıl bir Türk’e; Orhan Pamuk’a verdiğini açıkladı.

Bu karar bazı dış çevreler için sürpriz olmadı. Türkiye’de bunun böyle olacağını sezinleyenler olmasına rağmen çoğunluk bunu beklemiyordu.

Türkiye’de karar açıklandığında sevinenler, biraz buruk sevinenler ve hiç sevinmeyip eleştirenler oldu. Tartışmalar daha henüz durulmuş değil... Kenthaber’e okuyuculardan gelen yorum ve e.maillerde bu konuda büyük bir artış oldu ve gelen yazıların hemen hemen hepsi de olumsuz... Basına bakıyorum, adeta ikiye ayrılmış durumdalar, kimileri biraz buruk da olsa sevinmiş görünüyor. Kimileri de bu kararı kınıyor.

Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülünü almasına sevinmeli mi, yoksa üzülmeli mi?

Orhan Pamuk, lehinde ve aleyhinde yapılan eleştirilerin nedenini önce kendisinde aramalıdır.

Fransa’nın ifade özgürlüğünü kısıtlayan, tarihi yeniden taraflı yazmaya çalışan, Ermeni soykırımını reddedenlere hapis ve para cezası verilmesine yönelik kararı ile Orhan Pamuk’a ödül verilmesinin aynı tarihe gelmesi rastlantı mı değil mi? Öncelikle bunun üzerinde durup düşünülmelidir.

İsveç Akademisi Sözcüsü Engdahl kararın siyasi olmadığını vurgulamasının yanı sıra ilginç bir de söz sarf etti; kendi ülkesinde tartışmalı bir kişilik... Basından öğrendiğimiz kadarıyla ödülün verilmesi Türkiye’den çok Ermenistan’ı sevindirmiş... Ermeni yazarlarından Perch Zeituntsian “Bu kendisini yargılamak isteyen Türklere bir ders oldu. Türkiye’de de demokrasinin zaferidir” diye beyanat vermiş!..

Orhan Pamuk’un kitapları her ne kadar 40 dile çevrilmiş olsa bile Türkiye’de söyledikleri ve yazdıklarından ötürü çok tartışılan bir kişidir. Zülfü Livaneli Türkiye bu ödülü çoktan hak etmişti derken doğruyu söylüyordu. Türkiye bu ödülü çoktan hak etmişti, ama ödül sahibi bence Yaşar Kemal olmalıydı. Ancak Yaşar Kemal hiçbir zaman tarihi batının işine geldiği gibi yalan yanlış, tahrif ederek yorumlamadı, yazmadı. Türkler 1.000.000 Ermeni 30.000 Kürt öldürdü demedi. Kuşkusuz Orhan Pamuk da tarihe biraz objektif bakabilmiş olsaydı söylediklerinin doğru olmadığını görebilecekti.

Ödülü verenler önce kendilerini sorgulamalıdır; bu ödülü gerçekten edebiyat adına mı, yoksa politik nedenlerle mi verdiler?

Bu ödülün Orhan Pamuk tarafından alınmasına sevinen, övgüler yağdıran köşe yazarlarına sormak isterim. Acaba Emir Çölaşan’ın 17 Ekim günü yayınlanan “Nobel’li Türk... Maskenin arkası” başlıklı yazısını okumak lütfunda bulundular mı?

Emin Çölaşan, Orhan Pamuk’un bir romanında Atatürk ile ilgili sözlerinden bir alıntı yapmış;

“Çocukluğunda kız kardeşiyle tarlada karga kovalayan sapık bir padişah...
Sonra kasaba meydanına dolanır. Atatürk heykeline sıçan güvercinleri ayıplar... Atatürk kendini içkiye vermiş meyhane kalabalığına Cumhuriyet’i emanet etmiş olmasını güveniyle gülümsüyordu... Atatürk’ün leblebi zevkinin ülkemiz için ne büyük bir felaket olduğu...”

Rahmetli eski Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı da öldürülmesinden kısa bir süre önce 27 Ocak 1999’da Onun için “Ama ne olduğunu, kim olduğunu bilerek. Maskenin ardındaki gerçek yüzü görerek!..” diye bir sözcük kullanmıştı.

Sırası gelmişken pek çok kişinin gözünden kaçan bir olayı da bir kez daha yinelemek istiyorum.

Orhan Pamuk, bir döneme damgasını vurmuş, tarihçi, gazeteci, öğretmen Reşat Ekrem Koçu için de çirkin iddialarda bulunmuştu. Koçu’nun kendi çabası ile babadan kalan Göztepe’deki evini satmak pahasına yayınlamaya çalıştığı İstanbul Ansiklopedisi’ni yerden yere vurmuştu. Ansiklopedi de eşcinsel ve alkoliklerin yer aldığını iddia ederken çirkin sözlerini peş peşe sıralamıştı:

“Reşat Ekrem Koçu’nun tek başına kahramanca giriştiği İstanbul Ansiklopedisi gerçek bir ansiklopedi değil. İstanbul kendisine benzedi en sonunda, on bir cilt H harfine ancak gelebilen bu tuhaf ansiklopedi yarım kaldı, şehre ait bilgileri gözden geçirmek yerine onları daha da karıştırdı ve çalışkan yazarın içki masası dostları, tutkuları (çıplak ayaklı güzel oğlanlar, kadın kılığına giren zarif ve genç erkekler) ile popüler kültürünün hoş bir kargaşasına dönüştü. Sefahate düşkün bir eşcinseldi, yazdıklarını ona göre değerlendirin.”

Orhan Pamuk’un bu sözleri, Türkiye’de tarihi halka sevdiren bir tarihçiye, hem de ölümünden sonra söylenmiş oluşu hem üzücü, hem de çok ayıptır. Ne demek istediğini anlayabilmek de çok zordur. Acaba o zaman yeni romanının reklâmını yapmak mı istemişti, yoksa dev bir yazara saldırarak ün kazanmak mı? Bilinmez...

O günlerde “Reşad Ekrem Koçu’ya Çirkin İftiralar” başlığı altında köşe yazarlığı yaptığım Ortadoğu Gazetesi’nde yanıtlamıştım. Ardından Eyüp Belediyesi Sempozyumunda “Reşad Ekrem Koçu” isimli tebliğimde de olayı bir kez daha dile getirmiş, bazı makalelerimin bir araya getirildiği “ Karmaşık Düzen” isimli kitabımda da Ortadoğu’daki köşe yazıma yer vermiştim.

Orhan Pamuk’u basında bunca dostum, arkadaşım veya yalnızca selamlaştığım yazarlar, gazeteciler olmasına rağmen hiç tanımadım. Bu nedenle de kişiliği konusunda da fazla bir şey bilmiyorum ve yazacak durumda da değilim. Romanlarına şöyle bir baktım, çoğu kişi gibi benim de içimden okuma isteği gelmedi. Daha doğrusu sıkıldım. Çoğu kişi de benimle aynı düşüncede, birkaç sayfa okumuşlar, sonra da kenara bırakmışlar. İyi ki de içimden okuma isteği gelmemiş. Nobelli olması da bu düşüncemi değiştirmez. Ancak okuyanlar romanlarındaki tarihi bölümlerinin alıntı olduğunu söylüyor... Onu da bilemem, çünkü okumadım...

Nobel Ödülünün verildiğini duyarak onu kutlayanlar olmuş; Başbakan ve Dış İşleri Bakanı da kutlamış. Ancak hangi kitaplarını okuduklarını da merak ediyorum. Cumhurbaşkanımıza da kutlamadığı için saygı duyuyorum. Bazıları soruyorlar Sezer, Pamuk’u neden kutlamadı? Köşke yakın çevreler, Sayın Cumhurbaşkanı, tarih bilinci, devlet yönetme ilkeleri ve yüksek sorumluluğu ile susmayı yeğledi diyorlar. Bu da açıkça gösteriyor ki, Cumhurbaşkanı da bu ödül konusunda epeyce kuşkulu...

Nobel Ödülünün bir T.C vatandaşına verilmesi güzel bir olay ama ben bunu içime sindiremiyorum. Oysa Türkiye’de bu ödüle layık pek çok yazarımız ve bilim adamımız var.
Demek ki, bu işin raconu başka türlü...


erdem@kenthaber.com


Yayın Tarihi : 18 Ekim 2006 Çarşamba 11:06:36


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?