1
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

Okuyucularla Sohbet


Gazeteciliğin, köşe yazarlığının en güzel yönlerinden birisi de okuyucu ile bağlantı kurabilmek, mektup ve mailler aracılığı ile onların bazı konularda neler düşündüklerini öğrenebilmektir. Bizden önceki kuşaklar çoğu zaman bunu yapmış, okuyucudan gelen mektupların bazılarına yanıt vermiş, bazen onları daha da aydınlatmaya çalışmış, gazeteyi ziyaretlerinde onlarla sohbet etmiştir. Günümüzde pek çok şey gibi, bazıları edebi yönden ağırlıklı olan mektuplar da çağın elektronik gelişiminden ötürü geçmişte kalmıştır. Artık mektupların yerini e-postalar, mailler ve telefon mesajlar aldı. Bununla beraber bazı köşe yazarları yine de belirli günlerde eskilerin başlattığı geleneği sürdürmeye devam ediyor ve okuyucularından gelenleri değerlendirmeye çalışıyor. Bugün ben de onların yolundan giderek herhangi bir konuyu ele almadan biraz sohbet etmek, sizlerden gelen mailler ve yazılarıma yazmış olduğunuz yorumlarınız üzerinde durmak istiyorum.

Yıllardır edindiğim tecrübelere dayanarak söylemek isterim ki, okuyucu tipleri çok farklıdır. Bazıları eline aldığı gazeteyi okumaya arka sayfalarından, spordan başlar, bazıları haberlere bir göz attıktan sonra köşe yazarlarının ne yazdığına bakar, kimi için de magazin sayfaları önceliklidir. Bazı okuyucular ise yazıyı işlerine geldiği gibi okur, işine gelen cümleler üzerinde durur, o cümlenin neden yazıldığına açıklık getiren alt ve üst satırlara aldırmaz. Önemli olan yalnız o cümledir.

Okuyucuların çoğu okuduğu yazarın günlük yaşamını merak eder, onunla ilgili bazı konulardaki merakını gidermek ister ve sorular yöneltir. Yazmanın kolay olup olmadığı, her gün nasıl konu bulunduğunu merak eder. Bunun gibi sorularla çoğu zaman karşılaşmışımdır.

Köşe yazarlığı, gazetecilik kavramı içerisindedir ama daha farklı bir konumdadır. Asıl gazetecilik muhabirlikten, gazetenin mutfağı tabir edile haberlerin toplanıp hangisinin yayına girip girmeyeceği yerde geçer. Burada uzun tartışmalar olur, herkes kendi fikrini söyler ve sonunda bir karara varılır. Gazetenin yükünü bu mutfakta çalışanlar çeker. Haber toplamak, kişilerden beyanat almak öyle sanıldığı kadar da kolay değildir. Bazen itilirler, kakılırlar, horlanırlar ancak asıl görevi olan haber toplamayı bin bir cefa içerisinde yerine getirirler. Bence gerçek gazeteciler onlardır. Günümüzde bazı gazeteciler piyango çıkmış gibi, şu ve bu nedenlerle köşelere otururlar; bazıları da Âşık Veysel’in dediği gibi ince uzun bir yoldan yürüyerek bulundukları konuma gelirler.

Öğrendiğim kadarıyla beni de merak edenler de varmış. İnternet sitemizi tıkladığınızda öz geçmişim ortaya çıkacaktır. Benimki, gizli saklı değildir. Gazeteciliğe çok küçük yaşlarda evde yazıp çizerek çıkardığım dergi ile başladım Aradan yıllar geçti diğer işlerimin yanı sıra yazarlığı da sürdürdüm. Gazetenin mutfağından geçtim, ancak diğer çilekeş arkadaşlarım gibi haber toplamak için itilip kakılmadım. Köşe yazarlığı aslında kolay bir iş değildir. Köşenizde iç ve dış dünya ile ilgili haberleri okuyacak, farklı televizyon yayınlarını izleyecek, çok kitap karıştıracak, beyninizde topladığınız bilgilerin sentezini yapacak ve sonra da bilgisayarın başına geçip yazacaksınız. Bunun için de sabah kalktığınızda en az o günün gazetelerini karıştırmak, köşe yazarlarının düşüncelerini öğrenmek zorundasınız. Bazıları gibi günlük haberlerin özetlerini bizlere anlatacak yardımcılarımız gibi bir lüksümüz yok(!) Yazınızı yazdıktan sonra bir iki kez okuyacak, üzerinde değişiklik yapacak dil bilgisi kurallarına uyup uymadığına bakacaksınız.

Yazacağız konuyu seçebilmek de ayrı bir iştir. Bazılarının işine gelmeyen konuları yazarsanız, bilmeyerek de olsa bazı yöneticilerin ayaklarına basarsanız bu kez onlardan kinayeli sözler işitir, mahkemeye verileceğiniz konusunda tehditkâr mailler alırsınız. Bunların başında “yazacak konu bulamadın değil mi?” sözü en başta gelenidir. Oysa Türkiye, bir köşe yazarı için bulunmaz bir nimettir. İç ve dış politikada öylesine olaylar gelişiyor, gaflar yapılıyor ki, hangisini yazacağınıza karar vermek için epeyce düşünürsünüz. Bazı siyasiler öylesine potlar kırar ki, günde bir değil birkaç kez köşe yazacak konu ortaya çıkar. Bunlardan birini ertesi güne bırakamazsınız; olay özelliğini yitirmiş olur, yalnızca birini seçmek zorundasınızdır.

Yıllar öncesi bir gazetede köşe yazmağa başladığımda ilk yazıma “Acaba Ne Yazalım” diye bir başlık atmıştım. Bu başlık bir okuyucumu kızdırmış olacak ki, bana yazdığı mektupta “ne yazacağını bilmiyorsan ne işin var orada” demişti. Bu mektubu hala saklarım ve sonraki yıllarda yayınlanan köşe yazılarımdan bazılarını içeren kitaba bu ismi vermiştim.

Yazılarımız bazen peşin hükümlü okuyucularımızı kızdırır, onlarla taban tabana zıt olanların da hoşuna gider. Yazıdan hoşlanmayanlar yorum üstüne yorum yazarlar. Bazen çok kızan okuyucular, değişik isimlerle birkaç kez yazarlar. Siz onları üsluplarından, dilbilgisi kurallarını yanlış kullanmalarından anlarsınız ama anlamazlıktan gelirsiniz. Geçtiğimiz yıl, ticari çevrelerden bazıları tesettürlü mayolar çıkarmış ve bunlar basında gündeme gelmişti. Ben de bu garipliği sütunuma aktarmıştım. Yazının yayınlanmasından yaklaşık bir yıl sonra bazı hanım okuyucularım rahatsız olmuş olacaklar ki, yorum üstüne yorum yazmaya başladılar. Yorumlara bakınca yazımın yeterince anlaşılmadığını anladım ve üzüldüm. Yorumu yapanlardan bazıları toplumu başı açıklar ve kapalılar diye ikiye bölerek bölücülük yapmakla suçluyordu. Oysa o yazımda toplumda Milli Nizam Partisinin kuruluşuna kadar böyle bir ayırım olmadığını açıkça yazmıştım. Ancak bu siyasi partinin önderliğini yaptığı şeriatçılığın ve bağnaz dindarlığın simgesi olarak sıkma başların ortaya çıktığını, analarımızın, büyük analarımızın başörtüleri ile bunların bir alakası olmadığını belirtmiştim. Başka bir yazımda da Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan devrim hareketleri sırasında toplumda ikinci sınıf vatandaş niteliğindeki kadınlarımızın kazandığı hakları korumasını, bazı din bezirgânlarının kucağına düşmemelerini söylemiştim. Nedense yakın tarihimizi, Cumhuriyet ilkelerini bilmeyen bazı okuyucular, kulaktan dolma bilgilerle ver yansın ediyorlar. Bu arada benim tabuta girdiğimde, yapılacak öbür dünya sorgulamasında (!) başıma gelecekleri sıralamaktan da geri durmuyorlar. Bazıları da benim ölümden sonra yakılmak isteyeceğimi bile söylüyorlar. Benim ne böyle bir düşüncem var ne de Türkiye’de yürürlükte olan yasalar yakılmaya izin veriyorlar. Bunu bile bilmekten aciz olanlar beni aşağılamak adına “efendi” diye hitap ediyorlar. Osmanlı Tarihinde “efendi” sözcüğü saygın insanlar için söylenirdi. Bu bakımdan kendilerine teşekkür etmek isterim. Aslında bu yazılara hem güler hem üzülürsünüz; bilimsel din, tarih, coğrafya ve sosyoloji kitapları okumadan kulaktan dolma bilgilerle, onun bunun söyledikleri ile yola çıkanların düştüğü bu durumlara üzülmemek de elden gelmiyor.

Kim olduğunu bildiklerini sanmadığım düşünür Henry Fielding’in bir sözünü hatırlatmak isterim:

“Bilgisizin en büyük derdi, bilgisiz olduğunu bilmemesidir.”

Bir Arap atasözü de şöyle der:

“Bilmediğini bilmeyenden uzak dur, bilmediğini bilene öğret, bildiğinle bilmeyeni aydınlat, bildiğini bilene itaat et.”

Okuyucularımdan zaman zaman da olsa gelen övgülerin yanı sıra, küfürlü mailler de ekranınızda belirir. Bunlardan bazıları yorumlarının yayınlanmamasından ötürü kızarlar ve küfür ederler. Nedense bu tür okuyucularım yorum sayfasında her istediklerini yazıp, başta siyasilerimiz veya yabancı devletler olmak üzere diğer yorum yazanlara küfür etmeyi kendilerinde hak olarak görürler. Yorumları yayınlanmayınca bu kez küfürler size yönelir. Oysa bu okuyucuların küfür etmenin zayıflık, duygularını, kızgınlığını ifade etmekten aciz kişilerin başvurduğu bir yol olduğunu bildiklerini sanmıyorum. Ayrıca bizim her yorumu koyacağımız gibi bir şartımız da yoktur. Ülkemizin bütünlüğüne yönelik, kişileri rencide edecek yorumları yayınlamayacağımızı daha önce birkaç kez belirtmiştik. Özellikle “Okuyucu Yorumları “ başlıklı köşe yazımda bununla ilgili bilgiler vermiştim. Ayrıca yasalar karşısında bu tür yorumları yazanlar değil, öncelikle sitemiz sorumludur. Bu bakımdan gelen yorumlara özen göstermek zorundayız. Bu arada gözden kaçan bir kaç yorumdan ötürü yargıda bana açılmış birkaç dava olduğunu da belirtmek isterim. Ayrıca memleketimizin bütünlüğünü sarsacak nitelikte olduğundan, siyasilere ve yöneticilere hakaret içerdiğinden ötürü yayınlamadığımız yorumlardan ötürü bize küfür eden okuyucularımızın bilmediği bir nokta da IP numaralarından onların kolayca bulunabileceğidir. Neden yapmıyorsunuz diyecek olursanız, bunca işimiz arasında bir de onlarla uğraşacak zamanımız yok... Yeterince kitap, dergi ve gazete okumamış, aydın düşüncesi olmayan kişilerle uğraşmamız çalışma alanımızın dışındadır.

Okuyucularımızdan gelen yorumların büyük çoğunluğu Güneydoğu olaylarında verdiğimiz şehitlere duyulan üzüntüleri içeriyor. Bunu yapan terör örgütüne de büyük tepki gösteriliyor. Üzüntülerini, kızgınlıklarını anlıyorum. Onlarla aynı duyguları paylaşan milyonlarca insandan birisi de benim. Üzülerek söyleyeyim ki, üzüntü ve kızgınlık içerisinde yazdığınız her yorumu da koyamıyoruz. Toplumu kargaşa içerine düşürecek, insanları birbirine düşmanlık duyan gruplara ayırmak gibi tehlikeli bir ortamdan kaçınıyoruz.

Yorumlardan en yoğun olanlardan birisi de trafik kazaları ile ilgili olanlardır. Trafik canavarı dediğimiz, gerçekte bu canavarın kendimiz olduğunu bile bile trafik kurallarını hiçe sayan, içkili ve uykusuz araç kullananların yaşamlarını yitirdiği kazalar sonucu geride bıraktığı sevenlerinim haykırışlarını üzülerek okuyorum. Örneğin Kütahya’da, Çorlu’da, Yozgat’ta meydana gelen kazalarda yaşamlarını yitiren gençlerin ardında kalan sevenlerinin feryatlarını, trafik kazasında oğlunu yitirmiş bir kişi olarak çok daha içtenlikle anlıyorum. Yaşamlarını hiç uğruna, biraz da dikkatsizlik sonucu yitiren bu gençler arkalarında böylesine bir insan seli bırakacaklarını bilselerdi, acaba o yanlışı yaparlarımıydı? Başka bir deyişle bu kazalar, acaba başkalarına ders oluyor mu?

Sanırım bu köşe yazımda sizlerle bazı duygularımı, sıkıntılarım dile getirmeye, bazı açıklamalar yapmaya çalıştım. Böyle bir konuşmaya da ihtiyacım olduğunu ne zamandır düşünüyordum. Kısmet bu güne imiş...

Son olarak belirtmek isterim ki, yazar da sizler gibi bir insandır. Gün gelir, duygularını sizlerle paylaşmak ister, bazen kızar, bazen güler, bazen de sinirlenir. İnandıklarını savunmak, gerçekleri dile getirmek, bazılarını da aydınlatmaya çalışmak onun başlıca görevidir. En azından toplumla bütünleşmek, onları birbirine düşürecek yazılardan kaçınmak da bir diğer görevidir.

Şimdilik hoşça kalın...



erdem@kenthaber.com.

Yayın Tarihi : 31 Temmuz 2006 Pazartesi 23:32:43


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
İSMAİL AVŞAR IP: 85.99.208.xxx Tarih : 22.12.2006 16:43:29
Sayın Erdem beyin beyan ettiği gibi " okuyucularımızın bilmediği bir nokta da IP numaralarından onların kolayca bulunabileceğidir. Neden yargıya gitmiyor ve teşhir edilmiyor diyecek olursanız, bunca işimiz arasında bir de onlarla uğraşacak zamanımız yok... Yeterince kitap, dergi ve gazete okumamış, aydın düşüncesi olmayan kişilerle uğraşmamız çalışma alanımızın dışındadır ".Bu nedenledir ki, Büyük düşünen guruplar ve insanlar ufak tefek işlerle( fotokopi çoğaltmak gibi ) uğraşmamalı , ama güncellik korunarak olaylara hakim olunmalıdır .Kenthaberin Reşadiye editörlüğünü 2004 ylından beridir yapmaktayım ama son 2 aydır kenthaberdeki güncellemelerden kaynaklandığını sandığımız bir çalışma var bu anlamdada gereken işlemlerin hızlandırılmasını rica ediyorum .