1
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

Operanın Türkiye’ye Gelişi ve Yaşadıklarım!..

Türkiye’nin opera ile tanışması çok eski yıllara inmektedir. XVIII. Yüzyılda, Sultan III. Ahmet’in (1703–1730) 1719’da Paris’e elçi olarak gönderdiği Yirmisekiz Mehmet Çelebi, Seyahatnamesinde orada gördüklerini anlatırken operadan da söz etmiştir.

Saraya muttasıl bir yere vardık. Ol mahalli mahsus opare için yapılmış. Alâ meratibinnas herkesin oturacak yeri var. Tamam, yerleştikten sonra nagârol perde ref olup (kalkıp), verasından (arkasından) bir sarayı azim zuhur eyledi. Sarayda bazendeler (oyuncular) libası mahsusları ile ve yirmi kadar peri peyker murassa libas ve fistanları ile meclise tekrar şaşaa endaz olup sazları dahi suruda ağaz ettiler (ötmeye başladılar). Bir miktar raks olunup badehu opareye başladılar. Bunun maddesi bir hikâyeyi mücessem göstermek… Her hikayeyi bir kitap edip basmışlar, ceman otuz kitap olmuş, her birinin adı var….”

Yirmisekiz Mehmet Çelebi, ilk kez gördüğü operayı ayrıntılarıyla yazmış, aynı zamanda operanın çok masraflı bir sanat olduğunu da belirtmiştir.

XIX. yüzyılın ilk yarısında, Sultan Abdülmecit zamanında (1839–1861) İstanbul’a İtalyan grupları gelmiş, Dolmabahçe Sarayı müştemilatından, bugünkü İnönü Stadı’nın yanındaki saray tiyatrosunda, saray halkına ve devlet ricaline temsiller vermişti. Böylece opera uzun yıllar saraydan dışarı çıkamamış, halka inememiştir. Belki de bunun sancıları günümüze kadar uzanmaktadır. Sonraki yıllarda Beyoğlu’nda açılan tiyatrolarda benzeri gösterilere yer verilmiştir. Sultan II. Abdülhamit (1876–1909) Yıldız Sarayı içerisinde küçük bir saray-tiyatrosu yaptırmış, burada da Avrupa’dan gelen sanatçılar tiyatro ile operaları hünkârın huzurunda saray halkına oynamışlardır. XIX. yüzyıl sonlarında Güllü Agop ve Dikran Çuhacıyan operet ve operakomik gibi oyunlarını İstanbul halkı beğeni ile izlemiştir.

Cumhuriyetin ilanından sonra, Büyük Atatürk’ün önderliğinde devrimlerin yanı sıra kültür devrimi de yapılmıştır. Ankara Musiki Muallim Mektebi ile İstanbul Belediye Konservatuarında Klasik Batı Müziği çalışmalarına önem verilmiştir. Burada yetişen sanatçılardan bazıları, daha da gelişmeleri için Avrupa’ya gönderilmiştir. Ankara Devlet Konservatuarı kurulduktan sonra çağın önde gelen rejisörlerinden Karl Ebert tarafından “Devlet Operası Tatbikat Sahnesi” kurulmuş ve ilk temsiller verilmeye başlanmıştır. Y.Mimar Şevki Balmumcu’nun projesine göre 1933’te Ulus’ta sergi salonu olarak yapılan, 1940’da Paul Bonatz tarafından opera binasına dönüştürülen yapıda diğer sanat dallarının yanı sıra operalar da oynanmaya başlanmıştır.

Atatürk, çağdaş Türkiye’yi yaratırken çok sesli müziğin yaygınlaşmasını istiyordu. İlk kez Adnan Saygun’un Özsoy operası Atatürk ve Rıza Şah Pehlevi’nin önünde 1934’de oynanmıştır. Bunun ardından opera 1936’da Ankara Devlet Konservatuarının Temsil Bölümü 1936’da açılmış ve dünyaca ünlü Carl Ebert’in yönetimine bırakılmıştı. Böylece yabancı operalar toplumun belirli kesimine tanıtılmaya çalışılmıştır. Ankara Radyosu sürekli çok sesli müziği içeren yayınlara geniş yer vermiş, konserler birbirini izlemiştir. İsmet İnönü, cumhurbaşkanlığı sırasında senfoni konserlerini sürekli izleyerek topluma mesajlar vermiştir. Türk sanatçılarından Adnan Saygun’un “Kerem”, Nüvit Kodallı’nın , “Vangogh” , Ferit Tüzün’ün, Güngör Dilmen’den uyarlanan “Midas’ın Kulakları” ilk Türk operalarıdır.

Türkiye’de çok sesli müzik başta olmak üzere opera tam olarak toplumda yerleşmiş midir?

Opera kültürü belirli bir toplumun dışına neden çıkamamıştır?

Benim çok sesli müzik ile tanışmam lise çağlarında başlamıştır. Bir gün, yakında yitirdiğimiz, basketbol hakemlerinden Yılmaz Nurşen ile Tepebaşı’ndan yürüyorduk… Bugün yerinde yeller esen, Bedreddin Dalan’ın İstanbul’a yaptığı en büyük kötülük olan; yerinde ucube şeklinde yükselen TRT binasının olduğu yerde İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolarının Dram ve Komedi binaları vardı. Bunlardan Dram Tiyatrosu Avrupa opera binalarının küçük bir benzeri olarak yapılmıştı. Ne yazık ki, sanattan mimariden anlamayan cahiller bu yapıyı yıkarak yerine bugünkü kütlevi, çirkinden de öte ucubeyi yaptılar. Sözü uzatmayayım; Dram Tiyatrosunun kapısındaki bir görevli bize gelin, gelin, içeride konser var diye seslenmişti. Biz de içeriye girdik ve ilk Klasik Batı Müziği konserini orada bulunan ve sayıları çok az olanlarla birlikte izlemiştik…

Yaşamımdaki İlk operayı da yanan Şan Sinemasında izlemiştim. Bugün gibi hatırlarım; Puccini’nin ilk kez 1904’de oynanan “Madam Butterfly” operasıydı... Madam Butterfly’ın konusunu daha önce sinemadan bildiğimden izlerken zorluk çekmemiştim. Aradan yıllar geçti, çeşitli devlet görevlerinden sonra 1982 yılında İstanbul Kültür Müdür Yardımcılığına atanmıştım. O yıllarda İstanbul Devlet Opera ve Balesi, İstanbul Senfoni Orkestrası, Klasik Türk Müziği gibi bakanlık kurumları personel yönünden bize bağlıydı. Görevimden ötürü her konser için ön sıradaki protokolden iki kişilik davetiye tarafıma gönderiliyordu. Ne garip ki, protokol için ayrılan yerlere davet edilenlerden pek azı geliyordu!..

Klasik Batı Müziği ve opera konusunda, o zamanlar yeterli kültür birikimim yoktu. Görevimden ötürü de olsa, çok sesli müziği ve operayı öğrenebileceğim kadar öğrenecek ve seveceğim dedim. Konserler öncesinde, programda hangi yorumcunun eseri varsa onları okumaya başladım. Bununla da yetinmeyerek yorumlanan eserlerle ilgili ne bilgi buldumsa okuyarak, sorarak öğrenmeye çalıştım. Hepsinden öte sıkılsam bile konserleri terk etmeyip izledim. İlk yılın sonunda bu konuda bayağı yol almış, kendime yeterli, birçok sesli müzik ve opera konusunda birikimim olmuştu… İstanbul Kültür Müdür Yardımcılığı görevinden ayrılmamdan bu yana geçen süre içerisinde hiçbir konseri ve operayı kaçırmamaya çalıştım. Halen fırsat buldukça televizyon dizileri yerine Dıgitürk’ten Mezzo’yu izliyorum… Kısacası, çok sesli müziği ve operayı sevdim…

Toplumun çağdaş müziğe ve operaya karşı ilgisiz olduklarını sanmıyorum. Yalnızca o konuda bilgi eksiklikleri ve dinleme alışkanlıkları eksik diye düşünüyorum. Yıllar öncesi rahmetli Sakıp Sabancı’nın sponsorluğunda, İzmir, Torbalı yakınındaki Metropolis antik tiyatrosunun onarımı tamamlanmış ve Klasik Batı Müziği konseri ile açılışına bu kez gazeteci olarak katılmıştım. Konser başlamadan önce hayli kalabalık çevre köylüleri içeriye girdiler… Sürekli onları izledim; merakla, sessizlik içerisinde konseri sonuna kadar izlediklerine şahit oldum. Aynı şekilde başka yerlerde verilen çok sesli müzik gösterilerine yöre halkının ilgisiz kalmadığı konusundaki haberler basında yer almıştır.

İstanbul Atatürk Merkezi kapatılmadan önce Klasik Batı Müziği, Opera ve Baleyi izlemek isteyen ancak bilet bulamayan gençlerden oluşmuş insanların kapılarda, belki içeriye girebiliriz beklentilerine çoğu kez tanık olmuştum. Yine yıllar öncesi İstanbul Festivalinin açılış töreninde Atatürk Kültür Merkezi’ndeydim. Protokole ayrılan yere Kültür Bakanı, bakanlık temsilcileri gelmişti. Rahmetli Nejat Eczacıbaşı ile Bakan festivalinin açılış konuşmasını yapmışlar, konserin başlayacağı sırada izleyicilerin hayret edici bakışları altında protokol sıraları birden boşalıvermişti… Sonradan öğrendik ki, aynı saatte Gülhane Parkında Günaydın Gazetesi’nin şenliği başlayacakmış!.. Oraya yetişebilmek için kalkıp gitmişler!...

Yanılmıyorsam 1987 yılıydı; Alman Dışişleri Bakanlığı’nın daveti üzerine birkaç arkadaş Almanya’ya gitmiştik. Gitmeden önce İstanbul Alman konsolosluğundan aldığımız bir yazı, aslında bizleri aşağılayıcı nitelikteydi. Orada bazı etkinliklere katılacağımızdan beraberimizde koyu renk elbise veya smokin götürmemiz isteniyordu… Kendilerine bu gibi yerlere gitmenin bilincinde olduğumuzu söylemiştik… Almanya’da Berlin Filarmoni Orkestrasını ve bir operayı smokinlerimizi giymiş olarak izlemiştik… Almanlar arkamızdan acaba ne düşünmüşlerdir, bilemem… Belki de haksız değillerdir; yabancı misyonun davetlerine katılan bazı bürokratlarımızın günlük elbiseleriyle geldiklerini görmelerinden kaynaklanan bir hatırlatma olmalıdır…

Çağdaş, uygar bir toplum olmak istiyorsak, nerede ne giyileceğini bilmemiz gerekir… Her şeyden önce insanlarımızı abuk sabuk dizilerden, yarışma, yemek ve evlenme programlarını içeren televizyonlardan uzaklaştırarak konser ve operaya yöneltmeliyiz. Bir zamanlar ünlü düşünürlerimizden Sakallı Celal, doğuya giden geminin güvertesinde bir takım insanlar batıya koşuyor demişti… Bizler de en önce müzik, opera gibi konularda, doğuya giden o geminin rotasını batıya çevirmeliyiz…

erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 30 Haziran 2011 Perşembe 11:50:48


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Erdal Geyikçi-Sanatcı. IP: 83.66.170.xxx Tarih : 2.07.2011 15:18:47

Merhaba erdem abi.köşenizi okuyunca aklıma Türkiye cumhuriyetinin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürkün sözü"SANATI OLMAYAN MİLLETİN EGİTİMİDE OLMAZ"geldi.Yıllardır bende belirli yerlerde sahne alıyorum.Yaptığım sanatları anlatmak için vallaha göbegim çatlıyor.Son günlerde de sporla uğraşan arkadaşımın projesinin hayata geçmesi için çalışıyoruz.Daha öncede yazmıştım.40 Köy 40 Basketbol takımı projesi.Amaç:basketbol sporunun,şehir sporu olmadığı.40 köy belirlendi,yavaş yavaş takımlar oluşturuluyor.Önümüzdeki senede basketbol takımlarını 40 köyün çocuklarını aynı festivalde buluşturmak. Aslında tambir AB projesi.Ama bugüne kadar kimse sahiplenmedi.Hani bir söz vardır"SAĞLAM KAFA,SAĞLAM VUCUTTA BULUNUR DİYE...Spor severlerden ve yardım sever iş adamlarındanda destek gelmedi.Bende böyle olmayacak dedim.Bir banka hesap numarası açalım belirli yerlere mail atalım belki yardım gelir dedim.Köşenizede mahsuru yyoksa hesap numarasını yazmak istedim erdem abi..Belki yardım sever birileri yardım eder.hesap numarası kulüp adına,katiyen proje haricinde başka bir amaç için kullanılamaz..ŞEKERBANK KIRIKKALE ŞUBESİ:HESAP:NO:1150002736 KIRIKKALE GÜCÜ GENÇLİK VE SPOR KULÜBÜ..Unutmasınlarki yardım yapanların bir köyde basket takımı olacak..Herkesinde bir köyü olduğunu düşünüyorum.zamanla inşallaha bu proje türkiye geneline yayılır.proje türkiyede ilk oldugunu düşünüyoruz.Normalda her köye 2 basketbol potası ve spor malzemeleri lazım.Ama gönüllerinden ne yardım yapılırsada kabul edilir.Bu zamana kadar istabuldan 200 yüz top yardımı geldi.memurluk yapan bir kaç kişide yardım yapmak istediĞİni açıkladı..Bence sosyal sorumluluk projesine herkesin ve herkesimin el atması lazım ERDEM ABİ..Sayğılarımla.erdal geyikçi-sanatcı.


Mehmet Ersindigil IP: 84.62.38.xxx Tarih : 30.06.2011 19:48:13

 Hocam ellerine saglik,Opera ile yasadiklarin gercekten enterasan.Yalniz birsey eksik geldi bana,Arada bir reklamlarrrr diye yazip gecseydin belki daha fazla ilgi cekerdi.Cünkü her yigidin bir yogurt yiyisi vardir.Opera Türkiye,de cok sesli müzik,Toplumuzda yaygin oldugunu söylenemez.

Opera müzigini dinlerken sessiz olmak lazim,ki müzik ruhun icine islesin.Türk toplumunda öyle bir sabir yoktur sanirim.Oysa Türk Halki yüksek sesli müziklerden ve bol reklamli dizilerden hoslanmaktadir.Ne yazik,ki Türkiye de diziler icerisinde olan bu kadar reklam rezaleti herhalde dünyanin hicbir ülkesinde yok diye düsünüyorum reklamlarrrr saygilarimla.