22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Ortadoğu Irak Kaosu, Saddam Öncesinde Başlamıştı


Ortadoğu’da Irak 2006 yılında en şiddet içeren ülkelerden biri oldu. ABD işgalinin ardından, yeni kurulan güdümlü hükümet ve Saddam’ın idamının ardından şiddetinin, terörün azalacağını sanmak biraz fazla hayal olacaktı. Nitekim de öyle oldu; gün geçmiyor ki, Irak’ta her gün yeni bir şiddet olayı ile karşılaşılmasın. Irak’taki Şiiler, Arap Müslümanları, Türk asıllı olanlar, Kürtler ile Vahabi eğilimliler bu karmaşayı 2007’de çok daha körükleyeceğe benziyor. Kuşkusuz, yeni yılda Irak’ın Ortadoğu’nun huzura kavuşmayacak ülkelerden biri olacağı açıktır.

Saddam’ın bayram günü, Kelime-i Şahadet getirmesine bile tam izin verilmeden asılmasının, cesedine karşı yapıldığı söylenen çirkin davranışların bu şiddeti daha da körükleyeceği ı açıktır. Suçu ne olursa olsun idam görüntülerinin böylesine çirkin biçimde dünyanın yazılı ve görsel basınına böylesine yansıtılmamalıydı.

İnsan yapısı genelde duygusaldır. Kurban Bayramında Saddam kurban mı edildi? Başka bir deyişle Ortadoğu ülkelerine bir gözdağı mı verilmek mi istendi? Bu konu önümüzdeki günlerde, sular durulduktan sonra birçok tarihçi ve politikacı tarafından irdelenecektir. Saddam’ın idama götürecek suçları var mıydı? Saddam bazı devlet adamlarına yapıldığı gibi uluslar arası bir mahkemede yargılansaydı belki de bazı tereddütler ortadan kaldırabilirdi. Nitekim Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı;” Saddam adil olarak yargılanmadı. İdam artık, insan hakları çerçevesinde benimsenmeyen bir işlem. Uluslar arası hukukta, önce savaş dışı, sonra savaş sırasında idam kaldırıldı” demektedir. İdam cezası ABD başta olmak üzere artık pek az devletlerde uygulanmaktadır. Son olarak bu tür idamlar II. Dünya Savaşı sonrasında Nazilere uygulanmıştı.

Irak neden işgal edildi? Öncelikle bunun irdelenmesi gerekir. Irak’ta işgale gerekçe olarak gösterilen dünyayı tehdit eden kimyasal silahlara sahip olmadığı savaş öncesi yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştı. Irak’ın işgalinde siyasi yönden asıl amaç Ortadoğu’da İsrail’e karşı güçlü bir devletin ortaya çıkışının önlenmesi kadar petrol sorunu da yatıyordu. Kerkük petrollerini elinde tutacak devlet daima Ortadoğu’da hâkim konumda olacaktı. Irak petrollerine tam olarak hâkim olduğunda İsrail karşısında güçlü bir devlet olarak varlığını sürdürebilecek ve hatta onu tehdit bile edebilecekti. Ortadoğu’nun siyasi tablosu içerisinde birleşik bir Arap gücünün olabilmesi bugün için imkânsızdır. Suudi Arabistan, Ürdün ve Kuveyt ABD yandaşı konumundadır. Suriye kendi iç güvenliğini korumakla meşgul olup dış ülkelerle ilgilenecek durumda değildi. Lübnan zaten kendi içerisindeki ateş çemberini, Hizbullah’ı ve şiddeti çözmekten çok uzaktır. Bu durumda Ortadoğu’da İsrail’e boyun eğmeyecek ve ona karşı durabilecek tek ülke Irak idi. ABD’nin işgali ve Saddam’ın devrilmesinden sonra bugünkü konumu ile Irak da bertaraf edilmiştir. Bu bakımdan Ortadoğu çevresinde Türkiye ve İran dışında güçlü bir devlet kalmamıştır. Ancak İran, Rus, Çin ve Kuzey Kore’nin teknik yönden yardımları ile 2500 km. menzile ulaşan füzeleri ile yöreye yakın ve etkin durumdadır. Belki de İran önümüzdeki yıllarda teknik üstünlüğünü daha da arttıracaktır. Öte yanda ABD Hürmüz Boğazından Suudi ve Arap Emirliklerin petrol akışını sağlamak amacıyla uçak gemilerin hazır durumda tutmaktadır. Bütün bunlar İsrail’in yörede tek güç olduğunu açıkça göstermektedir. Bu bakımdan 2007’de Ortadoğu’da istikrarın kolayca sağlanabilmesi çok güçtür.

I.Dünya Savaşı sonrasında bir süre İngilizlerin işgalinde kalan Irak’ta Araplar ve Kürtler asındaki milliyetçi hareketleri sert önlemlerle bastırılmıştı. Emir Faysal’ın güdümlü bir oligarşı ile tahta geçişinden sonra batılıların masada sınırlarının çizildiği Irak karmaşık bir toplum yapısına sahiptir. Bu dönemde İngilizlerin perde arkasından da olsa Irak’ı yönettiği inkâr edilemez. I.Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı’yı arkadan vuran, Arap isyanının hazırlayıcısı Mekke Emiri Şerif Hüseyin’dir. Ne gariptir ki, Irak’ın hiçbir devlet adamı rahat yatağında ölmemiştir. Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in oğlu Kral I.Faysal isyanın içerisinde bulunmuş, 1921–1933 arasında Irak tahtında kalmış ve İsviçre’de apandisit ameliyatında masada ölmüştür. Kral Gazi ise Arapları birleştirmeye çalışmış, 1939’da kullandığı otomobilinin ne gariptir ki, frenleri tutmamış ve duvara çarparak ölmüştür. Kral II. Faysal dört yaşında tahta çıkmış, büyük amcası Prens Abdüillah naipliğine getirilmişti. Kral Faysal, Sultan Vahidettin ile son Halife Abdülmecid Efendi’nin torunu Mısır Prensi Fazıla ile nişanlanmıştı. Bağdat’taki 14 Temmuz 1958’de Faysal, Prens Abdüillah ve Başbakan Nuri Sait Paşa öldürülmüştür. Irak, 1958 darbesini gerçekleştiren General Abdülkerim yönetimde beş yıl kalmış O’da 8 Şubat 1963’de darbe sonucu öldürülmüştür. Bu olayın ardından iktidarı ele geçiren General Abdüsselam Arif Arap milliyetçiliğini yürütmeye çalışmış 1966 da bir helikopter kazasında ölmüştür. Ahmed Hasan El Bekr 1968’de Cumhurbaşkanı ilan edilmişse de sağlık nedenleri ile iktidarı Saddam Hüseyin’e devretmiştir. Saddam Hüseyin’de bilindiği gibi asılarak yaşama veda etmiştir.

Bütün bu örnekler karşısında insan elde olmadan düşünüyor. Acaba Osmanlı’nın kendisini arkadan vuran, Anadolu askerinin çöllerde can verdiği bir topluma karşı ahı mı tuttu, yoksa bu ölümlerde yabancı parmağı mı vardı? Başka bir soru da ister istemez insanın aklına takılıyor; Batının bazı devletleri kendi yarattığı diktatörleri işine gelmeyince sonunu mu hazırlıyor?


erdem@kenthaber.com
Yayın Tarihi : 11 Ocak 2007 Perşembe 10:09:03


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?