Önceki yıllarda da PKK, zora düştüğü, kışın şiddetlendiği anlarda ateşkes çağrısı yapmış, sonra kaldığı yerden yoluna devam etmişti. Büyük olasılıkla kendi stratejilerini yeniden gözden geçirmek veya eksiklerini tamamlamak için bu yolu seçmeleri de olasıdır. PKK’nın Referandumun yapılacağı 12 Eylül tarihine kadar ateş keseceğini duyurması kafaları karıştırdı ve yeni polemikleri ortaya çıkardı. PKK neden ateş kesmek istemişti?
Böyle bir anlaşmayı yapanlar kimlerdi?
Taraflar arasında anlaşma olasılığı ortaya çıktığı günlerde, Diyarbakır’da BDP’nin düzenlediği Demokratik Toplum Kongresinde şimdiye kadar ağızlarda eveleyip gevelenenler açıkça ortaya koyuldu; özerklik isteniyordu. Başka bir deyişle meğer açılım Özerk Kürdistan’mış!.. Kuşkusuz bunun ardından da bağımsızlık talepleri gelecek!…
Referandum ortaya çıktıktan sonra BDP’den talepler gelmeye başladı; evet deriz ammaaa ( !);
PKK’ya karşı yapılan operasyon durdurulsun…
Yeni ve demokratik bir anayasa için Kürtlere güvence verilsin…
Genel af ilan edilsin…
İktidarın bu sözlere pek aldırdığı yok gibi görünüyor; gündemde referandum var ve evet oylarının fazla olması önemli (!).
Gerisi laf-ı güzaf. (!)…
Ne garip ki, bu arada yazılı ve görsel basında operasyonlara ilgili bir habere rastlamıyoruz… Ortada bir de af sözü dolaşmaya başladı…
Kuşkusuz bunlar rastlantı olmalı!...
Referandum mitinglerinin çok öncesinden ortaya atılan açılımın ne olduğu tam olarak anlaşılamamış, daha doğru içerisi doldurulamamıştı. Sonunda BDP yöneticileri açılımın içerisini dolduruverdiler; açılım Özerk Kürdistan (!).. Bunu açıklayan da milletvekilliği düşen BDP’li Ahmet Türk; “Kürt sorununun çözümü için Özerk Kürdistan talebi, daimi meclisimiz tarafından esas alınmaktadır.”
Bu da gösteriyor ki, kültürel haklar, anadilde eğitim, Kürtçe radyo ve televizyon, Kürtçe maç yayınları hepsi boşunaymış…
Açılımdan yeniden PKK’nın ateş kes kararına döndüğümüzde, başlangıçta taraflar arasında bir anlaşma yapılmadığı, APO’nun bu işte dahli olmadığı söylendi. Tâki Kandil’den Karayılan’ın sesi duyuluncaya kadar… Terörist Karayılan, “Artık açıklamanın bir sakıncası yok, devletten talep geldi” derken bu konuda ne gibi pazarlık yapılıp yapılmadığı da henüz bilinmiyor. APO’ya aşırı beklentiler veya sözler verilip verilmediği de belli değil… Ancak hükümetin terörist başının isteklerine uyacağını da hiç sanmıyoruz.
Karayılan, bir hükümet yetkilisinin Öcalan ile açılımı görüştüğünü iddia ederken bunun kim olduğunu söylemek zorunda olmadığını belirtmiş…
Bu sözler CHP ve MHP’yi harekete geçirdi ve hükümeti eleştirmeye başladılar.
Hükümet PKK ile görüştü mü?
Pazarlık etti mi?
Hükümet terörist başıyla masaya oturur mu?
Başlangıçta Başbakan, bu sözlere öfkelendi; miting meydanlarında söylenenlerin doğru olmadığını, “biz siyasi iktidar olarak, siyasi hükümet olarak hiçbir zaman terör örgütü veya temsilcileri ile masaya oturmayız. Bu iddiayı yapanlar, açıklayamayanlar şerefsizdir, müfteridir” diye hakaretler yağdırdı. Kısacası esip gürledi… Ardından “müdde-i iddiasını ispatla mükelleftir, yani iddia eden iddiasını ispatlamalıdır” dedi. Ne var ki, muhalefet ve bir kısım basın konunun üzerine gidince; “hükümet olarak böyle bir konuşma yapılmamıştır ama devletin istihbaratı görüşebilir” demek zorunda kaldı. Sonra da “böyle bir görüşme yapılabilir” diyerek geri adım attı.. Oysa hiç kimse de İmralı’ya bakanlardan biri gidip APO ile konuştu dememişti.
Kısacası itiraf…
Hükümet ve devlet; birbirini tamamlayan iki sözcüktür.
Sözlükler devleti; toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasi bakımdan örgütlenmiş, kültürel birliği olan yönetilen ulus veya uluslar topluluğunun belirli sınırlar içinde yaşamasıyla oluşan siyası toplum olarak tanımlıyor. Kısacası soyut bir kavram… Devlet yönetiminin merkezi öğeleri olarak hükümeti işaret ederken kamu organlarının, güçlerinin tümünü de kapsadığını belirtiyor.
Hükümeti ise, devletin görevlerini yerine getirmesini sağlayan yetkili organlarla yürütme kuvvetidir. Bu kuvvetin temeli bakanlar kurulu ve ona bağlı kurumlar olarak tanımlıyor…
Devleti siyasi iktidarlar yönetir. Devletin en başında yargı, asker, emniyet ve istihbarat gibi kurumlar yer alır. Bunlar da siyasi iktidara, daha doğrusu başbakana bağlıdır. Bu kurumların da başbakanın haberi, onayı ve bilgisi olmadan kendi başlarına önemli konularda girişim yapamayacakları açıktır.
Hükümetin bilgisi dışında devlet bu işi yapmıştır anlamında bir şeyler söylemek abesle iştigaldir. Kaldı ki, Başbakanın bilgisi olmadan bakanların bile kendi başlarına önemli işlere girişmeleri bugünkü yönetimimizde adeta imkânsızdır. Devleti temsil eden bir kurumun kendi başına, kendi kararıyla APO ile gidip görüşmesine kimse inanamaz… O zaman bu görüşmeden hükümetin haberi yoksa devleti kim yönetiyor gibisinden bir soru akla gelmez mi?
Devleti hükümet mi yoksa ona bağlı kurumlar mı yönetiyor? Ola ki böyle bir görüşme yapıldıysa onu yapanlar kime bağlı?
Böylesine ciddi bir konuda, hele referandum kapımıza gelip dayanmışken, benim haberim yok demekle de işin içerisinden sıyrılabilmek hem inandırıcı olmaktan uzak, hem de etik değil… Hükümet haklı olarak referandum öncesi şehit haberlerinin olmamasını istiyor. Aksi durumda “hayır”ların çoğalacağını düşünmüş olmalı… Bu referandum bir bakıma hükümetin iktidarda kalıp kalamayacağını göstermesi yönünden de son derece önemli…
Sonunda sis bulutları dağıldı ve İmralı’da böyle bir görüşmenin devlet birimlerinden biri tarafından yapıldığı üstü kapalı da olsa açıklandı. Doğrucası gerçek gün yüzüne çıktı. Adalet Bakanı; “Öcalan yakalanıp bu ülkeye getirildiği günden bu yana, terörle mücadele eden devletin istihbarat servisleri zaman zaman ihtiyaç duyduklarında görüşmüşlerdir” diyerek adresi gösterdi.
Referandum sürecine kadar ateşkes yapıldı ama sonrası ne olacak?
Terör bitirilirse bunun faturası ne olacak?
Asıl sorun da burada…
Belki de bütün bu olup bitenler kötü bir rüyadan başka bir şey değildir. Her rüyanın sonunda uyanıldığı gibi günlük mutlu yaşantımızı sürdürürüz…
erdemyucel2002@hotmail.com
Ne olur yurttaşlar çağdaş olalım; tartışmalarda çağın gerektirdiği insanî uslûbu ve adabı, özgür düşünceye karşı saygıyı muhafaza edelim. Ülkeyi kana boğacak elektriklenmelerden kaçınalım. Ayrıca çelişkiye de düşmeyelim. Emperyalim, kendinden farklı unsurları egemenlik altına alma ihtirasıdır. Hem emperyalizme çatıyoruz; hem de kendimiz emperyalizme heves ediyoruz. Haaa, sizin çattığınız "Batı Emperyalizmi"i ise "Doğu Emperyalizm"ine eyvallahsa buna diyecek birşey yok. Haydi boğazlaşmaya, şehitlere devam.
SAYIN ERDEM YÜCEL; ANADOLUMUZUN BİR KÖŞESİNDE "KENDİ CUMHURİYETLERİNİ KURMAK" GİBİ CÜRETKÂR FAKAT NAFİLE GİRİŞİMLERDE BULUNAN BU HAYINLARIN KENDİLERİNİ GÖSTERMELERİ, ZAMANIMIZDA BİR MUSTAFA KEMAL'İN OLMAYIŞI DEĞİL, İÇTEKİ HAYINLARIN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü TARİHTEN SİLME ÇABALARININ BİR SONUCUDUR.
Ne yazık ki, isimlerinin buraya sığdırılmasına olanak olamayacak kadar çok munafık yazarların da, bu gelişmelere "çanak tutmalarından" utanmalarını beklemek de nafile olacaktır !
Karşıtı olduğu Partiler ile siyasî çekişmeler ve kendi şahsî emelleri doğrultusunda halklar arasında ikilemler yaratan siyasilere karşı artık direnme gücümüzün olmadığını ve de bizlere bıkkınlık getirdiğini ifade ederek, havasına-suyuna-toprağına ortak olup, bu ülkenin nimetlerinden yararlanan Anadolumuzdaki tüm kardeşlerin birlik ve beraberlik içinde yaşaması dilekleriyle, Sayın Teoman Törün'ün yorumunda belirttiği konuya içtenlikle katılır, kendisine en derin saygılarımı sunarım. Eğer "evet", ülkemiz ve halklarımız için - gerçekten - hayırlı olacak ise, ülkemizin mukaddesatı uğruna bunu da kabullenirim. Ne Batı, ne de Doğu emperyalizmlerine hayır !; bizler kendimize göreyiz ve de kendimize yeteriz !
DAHA YÜREKLİ OLMAMIZ LAZIM. AMA ÇOK ZOR.
Türk tarafında hiç bir köşe yazarının ve kanaat önderinin kaleminden/ağzından çözüm üretecek tek bir kelime çıkmıyor.Kürtleri yok saydığımız dönemlerde, onlar hakkında yazıp çizen ılımlı Kürt ve Türk aydınlarına ağır cezalar reva gördük. "Bir kedim bile yok" şiirinin yazarı, Kemal Burkay ve Kürtlerle ilgili araştırmalar yapan İsmail Beşikçi'yi duman ettik. Oysa onlar ve onların benzeri aydınlarla ortak bir zemin yakalmak daha kolaydı. İçinde silah ve şiddetin olmadığı ortak bir zemin.
12 Eylül Darbesinin ardından Diyarbakır cezaevinden çıkanlar soluğu dağda aldılar. Silahlı mücadele etmelerine rağmen gözleri ve kulakları Türkiye'de idi. Üst düzey kadroları Türkçe konuşuyordu. Hatta içlerinde Kürtçe bilmeyenler bile vardı.
Başlangıçta bunlara üç beş çapulcu diyorduk. Yaşadığımız 25 yıl bunun böyle olmadığını gösterdi. 25 yılda denenmeyen metod kalmadı. Bunların hiç biri çözümü yaklaştırmadı. Barışçı Kürt aydınlarını önceden eksen dışına itelediğimizdem, şimdi karşımızda Kürt Sorunu ile ilgili muatap alınması gerekenler doğal olarak bu kişiler.
PKK'nın masanın öbür tarafında olmasını hayal bile etmiyoruz. BDP'yi PKK'nın güdümünde saydığımız için muatap almıyoruz. E e. ne olacak şimdi.O zaman bir muatap icad etmemiz gerekmez mi? Musa Anter'i mezardan kaldırıp masanın bir tarafına oturtamayacağımıza göre peki biz ne yapacağız?
Şimdi Türk ve Kürt gençlerinin birbirleriyle değil anşalma, empati bile yapmalarının imkanı kalmadı. Yani bana öyle geliyor ki bu dönemde de barışı ıskalarsak, anlaşmak için muatap bulmamız çok, ama çok zor olacak. Belkide bu gün her fırsatta aşağıladığımız PKK yöneticilerini, yarın mumla arar olacağız.
Bu nasıl mantık? Dünyanın masrafını yapıp, koca bir adayı tahsis ettiğimiz, orada tüm dünya ile ilişkisini sürdürebilen Öcalan'a, devletin istihbarat birimleri mi ulaşması diyoruz.
Evlat sahibi anneler ve babalar, bu kirli savaş bitecekse kimin kimle konuşup anlaştığının ne önemi var. Sayın yazarlar, Allah aşkına siz neyin peşindesiniz? Bizi içinde bulunduğumuz korku tunelinin, ta derinliklerine itiyorsunuz. Bu nasıl bir anlayıştır.
Sayın Erdem üstadım, siz bu CHP'den ve MHP'den millet yararına bir iş çıkacağına inanıyor musunuz? Kampanyayı BBG evine dönüştürdüler.
Ben barış olsun istiyorum. Üstelik hemen şimdi. Var mı bunu yapacak sihirli sopası olan biri. Hepimiz biliyoruz ki YOK.
İttihat Teraki; Türklüğümüz parlatıp cilalıyarak ortaya çıkarmış, Cumhuriyet ise, bu projenin devamı olarak kendimize güvenimizi inşaa etmiştir.
Biz tarif edilen o kişilersek, ya da dünayaya bedel bir ulus isek, neden korkuyoruz? Kürtlerin biraz özgürleşmesi, bizi neden bu kadar korkutuyor. Trakya'daki (Yunanistan) Türkler için birşeyler isterken, içimizdeki Kürtlerin kendileri için hayal ettikleri şeyleri neden çok görüyoruz.
Adamlar bir gün çıkıp da siz bu coğrafyaya 1071 de geldiğinizde, biz on bin yıldır bu coğrafyada yaşıyorduk demediler. Belki de Orta Asyadan gelen atalarımızdan çok kendilerine benzediğimiz için, kıs kıs gülüyorlardır.
Federasyon parçalanma değil yeni bir birliktelik modelidir. Bizim ağzımızı açarak hayranlıkla seyrettiğimiz pek çok başarılı devlet Federatif yönetimlere sahipler. Bunu yapmak yerine adamların tepesine binmeye çalışırsak, hep beraber un ufak oluruz.Saygılarımla. K. Mükremin BARUT
TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN VARLIĞINI GERÇEKLEŞTİRENLERE KARŞI - HANGİ AMAÇ VE HANGİ PLANLARI DAHİLİNDE - "ateşkes ilan etti !" BUNLAR, YAKIN GELECEKTE, İŞBİRLİĞİ YAPTIKLARI İÇTEKİ HAYINLAR İLE BİRLİKTE "evet oylarıyla" BATI EMPERYALİZMİNİN TEMSİLCİSİ OLDAKLARINI DA GÖSTERECEKLERDİR. Bu konularda yorum yapanların yazılarını okudukça, hafızam Ali Kemaller, Refikler v.b gibilerine takılıyor.