24
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Rıza Efendi, İki Ekmek, Bir Süt!..

 

Bu biraz gecikmiş yazı. Ama olsun, toplumun bazı kesimlerinin çirkinliğini gözler önüne sermek yönünden yinelenmesinde yarar var.

Geçtiğimiz haftalarda Fenerbahçe tribünlerinde açılmış bir pankart: Rıza Efendi, 2 Ekmek, 1 Süt.

Fenerbahçe Kulübünün üyesi olarak pek çok aklı selim sahibi Fenerbahçeli gibi bu pankart bende de büyük tepki yarattı. İçimdeki bazı şeyleri acıttı. Kuşkusuz pek çok kişiyi de rencide etti. Başbakan bile bu konuda “Ben de dar gelirli aile çocuğuyum” diyerek Rıza’dan yana tavrını koydu.

Fenerbahçe camiası da bu pankartta yazılı olanları paylaşmadı, onlar da tepkilerini ortaya koydular. Bu pankartın etkisi altında Fenerbahçe’nin Beşiktaş karşısında yenilmesine sevindim dersem yalan olmaz.

Beşiktaş teknik direktörü Rıza Çalımbay’ı hiç tanımadım ve karşılaşmadım. İki çift laf bile etmedim. Ancak Onun güç koşullarda yetiştiğini, Beşiktaş’ın alt yapısından Milli Takıma kadar yükseldiğini tribünlerden izledim. Yıllar öncesi çoğu kez Fenerbahçe maçı yerine Rıza’lı, Fırtına Metin’li, Ali Güldiken’li, Samet Aybaba’lı, Feyyaz’lı Beşiktaş’ı seyretmek için İnönü Stadının yolunu tutmuşumdur. O zamanki simi ile Atom Karınca olan Rıza’nın bitmek tükenmek bilmeyen enerjisini zevkle izlemiş, alkışlamaktan da geri kalmamışımdır.

Fenerbahçeli olmak başka, futbolu seyredip ondan zevk almak başka bir şey...

Rıza Çalımbay bir kapıcının oğlu imiş. Bundan bana ne, sizlere ne?.. Biz Rıza’nın bir zamanlar oynadığı futbolla, bugünkü teknik direktörlüğü ile ilgilenmeliyiz. Kimse kimsenin aile şeceresini çıkarmaya, onunla eğlenmeye, yermeye hakkı yoktur. Rıza bu konuda bakın neler demiş: “Biz Sivas’ta oturuyorduk. Babam taş ocağında çalışıyordu. Ocaktaki bir kaza sonucu ayağı sakat kaldı. İlkokulu Sivas’ta bitirdim. Sonra İstanbul’a geldik. Babam Toto Karaca Tiyatrosunda bekçilik yaptı. Daha sonra Bebek’te kapıcılık yaptı. Ben onun yanında, bakkalın yanında , orada burada çalıştım. Su sattım, süt sattım. İstanbul’da o yıllarda hep gecekondularda oturduk. Babamın durumu iyi olsaydı ben de okurdum. Bir futbolcu seçme sınavında Beşiktaş’ta 14 yaşında top oynamaya başladım. Beşiktaş’ta ve Milli Takımda kaptanlık yaptım. İçimde hiç baskı hissetmedim. Hedeflerim vardı, onları gerçekleştirdim. Ailemi kurtardım”.

Bu pankartı açanların veya televizyonlarda ulu orta konuşanların Osmanlı kadını, Osmanlı erkeği diyerek asalet arayanların bilmeleri gereken bir şey vardır; Osmanlıda veya Cumhuriyet Türkiye’sinde asil ve soylu diye bir sınıf yoktur. Geçmişte birtakım unvanlar verilmişse, bunlar ya kişilere bulundukları görevden ötürü veya padişah tarafından verilmiş payelerdir. Kaldı ki, Osmanlı padişahlarının anaları da Türk kanı taşımazlar.

Asaleti masaleti bir kenara iterek biz yeniden futbola dönelim. Gerçekte futbol nankör bir spor dalıdır. Tribünlerden alkış alırsın, basında uzun uzun futbolculuğundan söz edilir. Belli bir yaşa gelince de onu terk etmek zorunda kalırsın. Başka bir mesleğin yoksa ya teknik adam, ya spor yazarı, ya da televizyonlarda sunucu olursun. Rıza da öyle yaptı; imkânsızlıklardan ötürü belirli bir eğitim alamamıştı, teknik direktör oldu. Bazı kulüplerde teknik adamlığa soyundu, sonra da onu yetiştiren Beşiktaş’ın teknik direktörlüğüne getirildi.

Şimdi Rıza’yı alkışlamalı mı? Yoksa tribünlerdeki bazı avanakların yaptığı gibi “Rıza Efendi 2 ekmek, 1 süt” diye pankart mı açmalı? Oysa bu tür saçmalıklar yalnızca bizde değil batıda da oluyor. Örneğin İspanyol seyircisine göre, İspanyol olmayan her siyahi futbolcuya maymun deniliyormuş. İspanyol’un Kamerunlu kalecisine Atletico Madrid seyircisi muz atmış. İspanyol Milli takımının hocası Luis Aragones İngiltere ile yapılan bir maç öncesi İngiliz Milli Takımından Thierry Henry için “kara bilmem ne” demiş. Basından öğrendiğimiz kadarıyla Brezilya’nın Sao Paolo takımı oyuncularından Arjantinli Desebato, Brezilyalı Batista’ya maymun, zenci demiş. Bunun üzerine Desebato’yu tokatlayan Batista oyundan atılınca doğru karakola gitmiş. Maçın bitiminde de Brezilya polisi Desebato’yu tutuklamış.

Günümüz Türkiye’sinde pek çok şeyde olduğu gibi futbol da yozlaştı. Bunda taraftar denilen bir gurup serseriye arka çıkan, yalakalık yapan kulüp yöneticilerinin büyük payı vardır. Bu saldırganlara maddi kazançlar sağlandı, ellerine satıp da paralarını yemeleri için biletler verildi, otobüslerle maçlara götürüldüler. Onlar da kendilerine sağlananlara karşılık yollarını! Buldular. Gittikleri yerlerde güya forma aşkına dövüştüler, camları çerçeveleri kırdılar, güvenlik güçleri ile karşı karşıya geldiler.

Kentlerin yöneticileri maç yapılacağı günlerde kara kara düşünüyorlar: “Eyvah yine maç var. 2-3 bin polisle maç izleyeceğiz. Bu haftayı nasıl kazasız belasız atlatırız”. Son Fenerbahçe- Beşiktaş maçında 2000 polisin görev yaptığını basından öğreniyoruz. Bu polislerin hafta sonlarını evlerinde aileleriyle birlikte geçirmeye hakları yok mu?

Bir gurup serseri şehir hattı vapurları ile Kadıköy’e geldiler, can simitlerini denize attılar. Bindirildikleri otobüslerin camlarını çerçevelerini kırdılar. Dükkanlara, önlerinden geçen otomobillere zarar verdiler.

Kim bunlar?

Taraftar?

Haydi canım sende, sokak serserilerinin ismi ne zamandır taraftara çıktı?

Yıllar yılı maç izledim, biraz da ayağıma top değdirdim. Böyle rezillikleri, böyle adilikleri ben görmediği gibi, benim dönemimin futbolcuları da, seyircileri de görmedi.

İnsan denilen bu yaratıklar her türlü rezilliği yaptıktan sonra ne oluyor? Birkaç saat gözaltında kalıyor, gönderildikleri mahkemeden de salıveriliyorlar. Sonrası mı, saldırganlığa devam. Yasal olarak dostlar alış verişte görsün örneği pek bir şey de yapılamıyor.

AB Uyum Yasalarına imza attık ya... Her şey yasalara uygun olacak...

Nereden nereye, yeri mi değil mi bilmem ama, birden Ziya Paşanın bir beyiti aklıma takıldı:

Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.

Bilmem anlatabildim mi?



erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 24 Nisan 2005 Pazar 15:02:54
Güncelleme :8 Haziran 2005 Çarşamba 14:25:53


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?