Türkiye’nin kaderini belirleyecek seçimin yasakları sürüyor... Bu yasaklara kim uyar, kim uymaz bilemeyiz ama hukuka saygılı bir basın mensubu olarak, yazılarımı hafta boyunca yasaklara uyarak, suya-sabuna dokunmayacak şekilde yazıyorum.
Çoğu dostumun ve okurlarımın merak ettiklerinin başında, iki ayrı internet gazetesinde yazacak konuları nasıl buluyorsun soruları geliyor…
Türkiye yazı konusunda sözcüğün tam anlamıyla bulunmaz bir cennettir. Hemen her gün biri çıkar bir şeyler söyler; bazıları doğru dürüst konuşur, bazısı atmasyon bir şeyler söyler… Bize de onları yorumlamak kalır… Gün olmuş, köşemde bunlardan hangisini ele alacağım diye düşünmüşümdür. Birine öncelik tanısanız diğeri güncelliğini yitirir. Kısacası gündemi her gün değişen Türkiye’de yazı yazmak hem zor, hem de kolaydır…
Seçim yasakları başlayınca, okkanın altına gitmeden ne yazacağım diye bir anda boşluk içerisinde kaldığımı fark ettim!.. Yıllar öncesi, bir gazeteden diğerine geçmiş ve ilk köşemi sohbet havası içerisinde nasıl yazacağıma karar verememiştim. Sonunda düşündüm taşındım; yazıma “Acaba Ne Yazalım” diye başlık atmıştım. Birkaç gün sonra okurlarımdan gelen bir mektup beni gülmekten kırıp geçirmişti;”Ne yazacağını bilmiyorsan ne işin var orada” diyordu… Okurumun yerden göğe kadar hakkı vardı; ne yazacağını bilmeyenin köşe yazarlığı nesine!..
Değerini tam olarak bilemediğimiz o günler başkaydı, köşe yazarları tepeden inmez, taraf tutmaz, içinden geleni, baskı altında kalmadan özgürce yazardı. Patronlar, yayın yönetmenleri de gazetecilikten gelme kişilerdi; yazarı, çizeri ve onların ortaya koyduklarını iyice özümserlerdi… Ticaretle, ihaleyle, aracılıkla işleri hiç mi hiç yoktu…
Seçim yasakları başladı; şimdi biz ne yazacağız!..
Üniversite yıllarında bizim kuşağa, 68 Kuşağı diyenler çıkabilir. Şimdi ismi lazım değil, bir köşe yazarı vardı. Her gün ilk işimiz onun köşe yazısını okumak olurdu; bizleri yazılarıyla enikonu solcu yapmıştı. Gizli gizli Karl Marx’ı, Che Guevara’yı, Kastro’yu, Mao Zedoung’u, Fidel Castro’yu, Nazım Hikmet’i, Sabahattin Ali’yi falan okurduk. Komünist Manifestosu isi elimize geçmemişti…
Aradan yıllar geçti, bizleri yazılarıyla solcu yapmaya çalışan, devrim nutukları atan ünlü köşe yazarımız da yön değiştirmiş, solculuğun geçer akçe olmadığını görünce rotayı sağa çevirmişti. Şimdilerde öykülerle, fıkralarla işi idare ediyor… Devran değişince, bizler de soldan sağa çark etmeye başlamıştık!..
Kısacası ikilemler arasında yıllar yılı bocalayıp durmuştuk…
Şimdi ben ne yazacağım demiştim!...
Bir zamanlar yere göğe koyamadığımız yazarın, şimdi sürekli yaptığını, biz de seçim sonuna kadar yapmak zorundayız. Bu bakımdan okurlarımdan özür dilerken, sakın yön değiştirdiğim falan sanılmasın. Öyle sanılırsa gerçekten üzülürüm…
Acaba günümüzün geçer akçesi; Sultan Süleyman-Hürrem aşkını mı, yoksa okurlarımın zaman zaman gönderdiği fıkraları mı sizlerle paylaşsam… Yoksa bir zamanların ünlü yazarlarından, Murat Sertoğlu gibi pehlivan tefrikalarından alıntılar mı yapsam; Koca Yusuf’tan, Kel Aliço’dan, Adalı Halil’den, Sultan Abdülaziz’in güreş merakından mı söz etsem diye düşünürken sanki şeytan dürttü, Beyoğlu’nda soluğu aldım…
Bugünün Beyoğlu’su, benim çocukluk ve gençlik yıllarımdan çok farklı… Bir zamanların o eski Beyoğlu’nda yapılar dışında eser yok… Şimdi o eski İstanbul mu kaldı derseniz, yerden göğe kadar haklısınız… Akşam hava kararırken Ağa Camisi’nin (Hüseyin Ağa Camisi) yanındaki yoldan aşağı inmeye başladım. Sultanahmetli eski dostum, otelci Selim Bilgin, Süslü Saksı Sokağı’nda restoran açmış ve bizleri davet ediyordu. Oraya gitmeye karar verdik…
Eski Beyoğlu ile arkasındaki sokaklar da değişmiş… Bizim gençlik yıllarımızda, orada İstanbul’un ünlü genelevlerinin bulunduğu Abanoz Sokağı vardı… Eskilerin, yeni yetmelerin üniversite adını taktıkları Abanoz Sokağı nedense namusumuza dokunduğundan (!) kaldırılmış, ismi de Halas Sokağı olmuştu. Bir baktık ki, bir zamanların o eski Abanozun yerinde yeller esiyor… Yerlerini sırı sıra restoranlar, kafeler ve oteller almış… İnsanları da değişmiş…
![]() |
Süslü Saksı Sokağı’nda Selim Bilgin’in “BİLSE” isimli, ocak başı restoranını bulduk… Hoş şirin bir yer… İstanbul’un sanatçıları, aydınları da “BİLSE” de bir araya geliyorlar… Masamıza oturduktan bir süre sonra Sultanahmet Dergisi’nin sahibi Ercüment Çalışlar ile Yayın Yönetmeni Edip Pınarlı da bizlere katıldı. O gece siyaset konuşmadan çok hoş bir gece geçirdik. Eski İstanbul’un bugün tarihe karışmış meyhanelerinden, bir daha geri gelmemecesine yitirdiğimiz, yok ettiğimiz şehirden söz ettik… Entel bir kişiliği olan restaurant sahibi Selim de sohbetimize katıldı. Kısacası zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık, veda vaktinin geldiğini görünce de üzülerek bu güzel ortamdan, yeniden buluşma isteğiyle ayrılmak zorunda kaldık…
![]() |
Selim, restaurantında Anadolu’nun geleneksel tatlarını bir araya getirmiş, ayrıca Beyoğlu’nun tarihini de soluklamamızı sağlayan güzel bir yer…
Ne dersiniz; seçim yasakları sırasında bundan başka bir yazı yazılabilir mi?
Takdir sizlerin…
erdemyucel2002@hotmail.com
Sayın Erdem Yücel; Anadolu birliğinin değişmez öğesi, bu topraklar üzerinde hangi etnik gruptan olursa olsun, Ben Türküm Diyebilendir ! 68 Kuşağı olarak ben hiçbir zaman kaypaklık yapmadım ve daima Atatürk Milliyetçiliğine bağlı kaldım. Türk gençlerini benim kuşağımda kandıranların bugünün pekaka primitifleri olduğunu bu vakitler farkederek, onlara karşı mücadele fikri de ben de uyanmıştı.. Bu düşüncemin sonuna kadar da arkasındayım.
bazen böyle bazen söyle anlatimlar bir cesitlilik bu cesitlilikte o zaman öyle bu zamanda böyle ama simdiki zaman kendine has bir has resimle ilgili yorumum olsun istedim taaa gecmis zamanlardan ister kominist ister kapitalitsister bilmem ne olsun simdiki zaman insanlik halk icin iyi olsun diye didinilmis resimde masalar isiklar güzellikler icin bir sey yansimis o zaman dan bu zamana meyve vermis gibi ama maalesef bir tane hanim yok hani yani bir tane (özür) disi sinek bile yok ki burasi birde istanbulun göbegi diye bir yer iste bu gecmislerin cabalarindan bir sey hicmi hic meyve vermemis iste bu meyvasizlik bu ayrimciliklik her tarafta görülmekte her taraf erkek erkege olusumuz kol bacakli argolu konusmalarimiz olusmakta carpik bir toplum ve görüntü olusmakta halbuki kadinin girdigi yerde karistigi yerde kol bacak argo yaptirmaz bir efendilik bir düzen bir hos görüntü dogdurur bazi yerlerde bu vardir rama azdir bu azinlikta erkekler hep erkek erkege aliskanliktan pot kirmaktadir bazen diyorum yemege bu aksam gidelim hanimida al diyorum ya bön bön bakiyor ya gidiyoruz kasaba ve köylerde bön bön bakiliyor benimde kafam takiliyor en iyisi erkek erkege diyorum acaba dogrumu yapiyorum yinede bu masada hanimlari ile onlari görseydim daha iyi olurdu derim
Merhaba can abi.köşenizi okudum.Televizyondan izledigim bir haber hakkında yorum yapmak istiyorum.
Öncelikle özal dönemine dönecegim.Özal döneminde birilerine kapılarımızı açmıştık ve en güzel yerleri vermiştik.Dün akşamda televizyonlardan sınırdan suriyeli insanların girdigini gördüm.
Başbakanımızda biz kapılarımızı kapatmayız diye açıklama yapmış.Aklıma bir türkü geliyor"bizim kapımız dost kapısı gelene canımız kurban diyor sözleri. Müslüman kapısı ortakdır diyerekmi davranmak lazım.
Daha sonra besle karğayı oysun gözünü olmasın sakın erdem abi.Özal dönemindede böyle yapmıştı,terör olayları ogünden beri başımızda.SON GÜNLERDEDE HERKESİN AĞZINDA BİR TÜRKÜ VE SÖZ VAR.
Bende bir söz yazıyım.AYRI AYRI DİLDENİZ BİZ.4 KİTAPTAN BİRİYİZ .AYNI DİNİ SEVERİZ BİZ..AYNI SUDAN İÇERİZ BİZ.AŞIMIZ BİR SUYUMUZ BİR.EKMEGİMİZ AŞIMIZ BİR.AYNI KÜLTÜRÜN PARÇAYIZ BİZ.7 BÖLGENİN 81 İLİYİZ BİZ.BİZ TÜRKİYEYİZ BİZ.BİR ALLAHIN KULUYUZ BİZ..SAYGILARIMLA.ERDAL GEYİKÇİ-SANATCI.
Hocam ellerin dert görmesin,Bu güzel yazinla bir yerlere gittim.Her rüzgar savuracak bir toz bulur.Her hayal yasamak bir can bulur.Her düs gerceklesecek bir umut bulur.Kolay bulunmayan tek sey güzel bir dosluktur. Insan gibi yasamayi biliyormuyuz.
Zengin cok mala sahip olana denmez.Zengin kalbi olana denir.Kalp zenginliginden mahrum olan kimse,Ne kadar genis servete sahip olursa olsun yine fakirdir.Kalbi zengin olan kimsede,Ne kadar fakir olsa,Herkesin nazarinda muhteremdir.
Paylasacak dostlariniz yoksa,Iyi seylere sahip olmanin bir zevki yoktur.Dost dedigin fanatik olmamali.Sevgiye her zaman yeri olan,yüregi kocaman doslara.. Bilse restaurantaki,Arkadaslarinla bulusman ve dostluklarinizin daim ve bol olsun dilegiyle saygilarimla.
Tabiî Üstad, siyaset de neymiş? En iyi yeri şimdi bulmuşsun. Keşke her günümüz "BİLSE"de geçse...
Ne yazacağını bilmeden daktilo başına geçen yazarlar, genelde geçmişi kurcalar.Bir zaman dönemini okurlarına hatırlatarak, zamanın ne çabuk geçtiğini, vazgeçilmez değerlerin, inançların nasıl değişebildiğini yetenekleri ile üç satırla okurlarına sunarak onları düşüncelere sokarlar.
Bu tür yazılar her nekadar güncel görünmese de bal gibi günceldir. Basın özgürlüğü yoksa, yazarda bilardo da oldugu gibi köşe bantlarına topu çarptırarak hedefini bulur.Bu tür yazılar Türk müziğinde taksime, Batı müziğinde jaza benzer, doğaçlama ağırlıklıdır. Yazarlar bazen firenleyemez kendilerini kitap halinde çıkarırlar.
Erdem abi, kusura bakma yazının analizi gibi oldu, bu yorum size değil okurlarınla paylaşım olsun istedim. Yazınız için teşekkürler eline sağlık hatıra olarak saklayacağım...
hocam ellerine sağlık mekan güzel olunca yazıya tesir etmiş etkisi....