13
Haziran
2025
Cuma
ANASAYFA

Şehzade’nin Ölümü Hanedan Goygoycularını Ortaya Çıkardı!..

Sultan II. Abdülhamid’in torunu, Şehzade Burhaneddin Efendi’nin oğlu Osman Ertuğrul Efendi birkaç gün önce Çemberlitaş’taki Sultan II. Mahmut haziresinde toprağa verildi. Hanedandan arta kalan Küçük Neslişah Sultan; “Ailemizin ve hanedanlığın en büyüğünü kaybettik. Babamızı kaybettik. Son derece üzgünüm” diyerek duygularını dile getirmiştir.

Merhum Osman Ertuğrul Efendi de son Osmanlılar gibi şansız bir ortamda dünyaya gelmiş, babası Burhaneddin Efendi memleketlerini terk etmek zorunda kalmış, yerleştikleri Viyana’da yaşamış, Theresianum ve Paris’te Siyasal Bilimler Okulunda öğrenim görmüştür. Hanedana verilen az da olsa harcırahları ve mücevherini çarçur etmemiş, böyle olunca da diğerleri gibi zor günler geçirmemiştir. Bununla beraber Osmanlı hanedanından bazıları çeşitli işlere girişmiş, küçük çapta da olsa servet edinmişlerdir. Üç yabancı dili mükemmel konuşan Osman Ertuğrul Efendi, Güney Amerika’da madencilik yapmış, daha sonra New York’ta yaşamını sürdürmüş, Türk Hükümetinin çıkardığı yasadan yararlanarak ülkesine dönmüştür.

Yeri gelmişken belirtmek isterim ki, değişen toplumumuzda efendi sözcüğü biraz küçümsemek anlamında kullanılmaktadır. Oysa geçmiş günlerde efendi sözcüğü ile eğitimli, devlet ve din adamları başta olmak üzere düzeyli insanlar tanımlanmış, Osmanlı şehzadelerine de bu isim verilmiştir. Efendi kişisel isimlerinden sonra eklenen bir unvandır.

Osman Ertuğrul Efendi’yi yakından tanıyanlar onun engin bilgisinin yanı sıra bir takım kişisel meziyetlerinin de olduğunu söylerler. Alçakgönüllü, sevimli ve nükteden bir kişiliği varmış…

Ne garip yazgıdır ki, Osmanlı Saltanatı devam etmiş olsaydı, belki bugün padişahını yitiren bir ülke olacaktı. O günlerin koşullarına göre yerinde bir kararla yurt dışına gönderilen hanedanın maddi manevi sıkıntı çekmelerine rağmen hiçbir zaman Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti aleyhinde çirkin söz etmemişler, yakınmamışlardır. Yeri geldiğinde Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetten hep olumlu söz etmişlerdir. Bugünkü akılsız saltanat hayranı olan şaşkınlara duyurulur…

Şehzade Osman Ertuğrul Efendi’nin ölümü üzerine Sultanahmet Camisinde düzenlenen cenaze töreni ve gömü işlemi ne yazık ki, bazı cemaatlerin ve gericilerin kendilerini gösterebilmelerine vesile oldu. Cenaze töreninde merhumun yakınları ve birkaç hanedan mensubu ve hükümetin bakan düzeyinde temsilcileri, tarihçiler ve bilimsel kişiler vardı. Ne gariptir ki, cenaze töreninde sarıklı, sakallı, cüppeli erkekler ile çarşaflı kadınların çokluğu da dikkati çekiyordu. Akıl ve bilimden nasiplenmemiş kişiler, şeriat özlemi duyan, gerçekte şeriatın ne olduğunu, çağa ayak uydurup uydurulamayacağını bilemeyen bu garip topluluğa biraz üzülerek ve biraz da kaygı ile bakmakla yetindiler…

Şehzade Osman Ertuğrul Efendi hayatta olsaydı böyle bir topluğu cenaze töreninde görmek ister miydi?

Kesinlikle istemezdi, Kâbe örtüsüne sarılı tabutunun (Osmanlı hanedanına mensup kişiler öldüklerinde Kâbe örtüsü ile örtülmesi gelenektir) bir takım sapık düşüncelere alet edilmesini istemezdi.

Osmanlı siyasi tarihini, sosyal yapısını bilmeyen bazı zavallılar, hanedan mensuplarının koyu dinci ve şeriatı savunan kişiler olduğunu sanırlar. Büyük çoğunluğu eğitimden ve akılcı düşünceden, felsefeden nasiplenemediklerinden ötürü de kafalarına ne enjekte edilirse onu bilirler, kendilerine söylenenleri gerçek sanırlar…

Osmanlı tarihini yeterince bilmek ve onu anlayabilmek apayrı bir konudur. Bugün Osmanlının toplumsal, siyasi ve sosyolojik yapısını içeren objektif eserlerin yazıldığını söyleyebilmek de çok zordur. Osmanlının siyasi yapısı, daima yüksek derecedeki sanat ağırlıklı kültürünün gerisinde kalmış, yaşanmış siyasi olaylar tam açıklık kazanamamıştır. Ancak ortada bilinen gerçek Tanzimat’ın ilanından sonra Osmanlı hanedanı batıya, yaşam uygarlığına yönelmiştir. Bazılarının iddia ettiklerinin aksine Osmanlı hanedanı içki de içerdi, çok sesli müziği de dinlerdi, operayı da severdi. Yakın tarihte yaşamış sultanların giysilerine, zarafetine günümüze gelen fotoğraflarına bakın hepsinde aydın, çağdaş görünümlerin sergilendiğini görürsünüz.

Kısacası cenaze töreninde cemaat formaları niteliği taşıyan cüppeleri, sarıkları sakalları ile kordon düzeni sağlayan ve karşı taraflarındaki çarşaflı kadınlar ile hanedan mensuplarının uzaktan yakından ilgisi yoktu. Görüşleri bambaşka boyutlardaydı. Hanedanın erkekleri cüppe değil takım elbise giyer, kravat takarlardı. Kadınlarının batıdan esinlenmiş giysilerinin yanı sıra ya başları açık ya da saçları görünecek şekilde zarif örtülüydüler. Osmanlı döneminde yeniliklere karşı çıkarak devleti zor duruma düşüp, sonunda çöküşünü hızlandıran düşüncenin temsilcileriydiler…

Cumhuriyetin kuruluşundan 86 yıl sonra hâlâ şeriat hayaliyle yaşayanların, Osmanlının devamını isteyenlerin olması ne garip… Kur’anın da açıkça belirttiği gibi Allah ile kulları arasında ruhban sınıfının, şeyhlerin, hocaların olmasını Müslümanlık engellemiştir. Ahmet Hakan ne kadar da güzel söylemiş; hanedan goygoycuları…


erdemyucel2002@hotmail.com
 

Yayın Tarihi : 30 Eylül 2009 Çarşamba 13:30:43


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
mehmet ersindigil IP: 88.76.88.xxx Tarih : 1.10.2009 15:58:32

Hocam senin sayende okurlarının ufku acilmistir sagolasin"ölenin hakkinda cok sey konusulur.Son sehzadeye,de Allah rahmet eglesin derim.Ben ölen insanin hakkinda konusman,sadece rahmet duasini okurum.Türkiye'ye Padisahlik asla bir daha geri gelmiyecektir.Cumhuruyet her türlü rejimin üstündedir.

Evet halen Osmanli imparatorluguna heveslenen elbette vardir.Bunun önünü kesmek ise kendi ellerinde degildir.Bunlar cikar pesinde olanlarin isidir.Tipki Avrupa Konseyi insan Haklari komiseri olan Thomas Hammarberg gibidirler. Sözüm ona insan haklari komiseriymis,Ne mutlu Türküm kelimesine dil uzatacak kadar ileri gitmistir.

Simsi böyle irk ayirimini yapan ve insan haklari komiserine bu nasil insan haklari savunucusu oluyormus diye sormazlar mı ? Ne yazık ki Türk düsmanligi gitgide cogalmaktadir.Adam 12 ile 15 milyon kürt var diyor,Bu kadar nufusu olan bir halk nasil azinlikta olur.Avrupa,da bir cok ülkenin bu kadar nufusu olmadigi halde Kürt vatandaslarimiz icin azinlik diyor.

Burda Hürriyet Gazetesi yazari olan Sayin Zeynel Lüle,ye tesekkür ediyorum böyle bir haberi  dile getirdigi icin.En az Türkiyede,ki yasayan her etnik grup dostumuzu düsmanimizi bir kere daha ögrenmis olurlar.Türkiye,de yasayan ve Türkiye,yi benimseyen herkes esittir.Anayasamiz asla ayrimciliga ver vermemistir.Birimiz Hepimiz icin, Hepimiz birimiz icin hep elele büyük Türkiye icin diyerek düsmanlarimiza karsi kenetlenelim saygilarimla.


Gökhan IP: 78.175.9.xxx Tarih : 1.10.2009 17:28:26

 Sayın hocam,altına imza atılacak bir yazınızı daha okumak bir zevk.İşaret ettiğiniz gibi günümüzde,gözü dönmüş kimi saltanat ve hilafet yanlıları cahilliğin karanlığı ve terbiyesizliği ile resmen gericiliği kula kulluk etmeyi özler vaziyettedir. Oysa ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletine demokrasi, Cumhuriyet ve laik anlayışı sunarak,geri kaldığı medeniyet yarışında önemli bir sıçrama yapmasını sağlamıştır.Başka bir değişle millete insan olma onurunu, hür irade aracılığı ile kazandırmıştır.Devrimlerinin de insanın, insan onuru ile bilime,akla,mantığa ve vicdana dayalı yaşaması yönünde önemli araçlar olduğu açıkça ortadadır.Hal böyle iken, yine de saltanatı,halifeliği,kula kulluk etmeyi istemek,kişilik haklarından,insanlık onurundan vazgeçmek demek olduğunu anlamayan kişilerin bugün bile varlıklarını sürdürmeleri üzücüdür...


Gönül Aydemir IP: 78.185.167.xxx Tarih : 3.10.2009 19:32:39

Çok basit sorularla soralım;Sevr'i kim imzaladı;Padişah,Kurtuluş Savaş'ı kazanılıp,Devletin başına aynı yönetim getirilebilir miydi?Getirilseydi ne olurdu?Hanedan ailesi bu durumu çok iyi biliyordu,tek hanedan üyesinin burnu kanatılmadı,alabildikleri paraları yanlarına alarak ülkeden gittiler,tek bir Osmanlı şehzadesi Kurtuluş Savaşı'nda şehit olma mertebesine ulaşmadı.Bugün bir ülkeleri varsa,bunu Atatürk ve Onun yurttaşlarına borçlular.Torunları da yine İstanbul'un en güzel tarihi sit alanına gömülüyor.Kurtuluş Savaşı'nı verenlerin torunları kimsesizler mezarlığında zor yer buluyor.


Cevdet Üstündağ IP: 78.162.172.xxx Tarih : 1.10.2009 13:04:36

Sevgili üstat, yazınızda bu Saltanat ve Hilafet ile ilgili kısa ve öz bilgiler vermiş ve goygoyculara da dokundurmuşsunuz. Yüreğinize ve elinize sağlık. Biliyoruz ki, saltanat Millet Meclisi'nin 1/2 Kasım 1922 tarih ve  308 sayılı kararıyla kaldırılmıştı. Karara tek karşı oy kullanan Lazistan Mebusu Ziya Hurşit idi. Meclis, 30 Ekim 1922 günü Padişah Vahidettin'i vatan hainliği ile suçlayınca, o da 17 Kasım Cuma sabahı sığındığı İngilizlere ait Malaya zırhlısı ile yurtdışına kaçmıştı. Bu kaçış sabah 9'dan, Cuma namazına kadar halktan saklanmıştı. Kaçışın anlaşılmasından sonra Meclis toplanarak, Abdülmecit Efendi'yi Halife olarak seçer. Bütün bu olayları o günlerin koşulları içinde düşünmek lazımdır. Bugün geçmişi yargılamak kolaydır çünkü. Ancak, bizlerin dikkat etmesi gereken husus şudur. Artık günümüz demokrasi çağıdır ve ne teokrasi ne de mutlakiyet yönetimine ihtiyaç vardır. Merhum Osman Ertuğrul Osmanoğlu, Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk'e saygı duyan bir insandı.  1995 yılında bir gazeteci ile mülakat yapan merhum Osmanoğlu: "Biz Türkiye Cumhuriyeti'ne ve Atatürk'e saygılıyız. Hilafet ve saltanat gibi bir iddiamız da yoktur. Herşeyi o günlerin şartları içinde değerlendirmek lazım gelir."  demekteydi. Merhumun da belirttiği gibi herşeyi o dönemin şartları içinde değerlendirmemiz gerekmektedir. Atatürk, ülkemizi işgalden kurtarıp yeni bir devlet kurmuştur. Artık demokrasiden geriye dönülmesi imkansızdır. Daha  hala Saltanat ve Hilafeti geri getirme hevesinde olan bazı cahil ve maksatlı kişiler varsa, bu sevdadan vaçgeçmelerini tavsiye ederiz!


Teoman Törün IP: 88.242.42.xxx Tarih : 2.10.2009 18:21:07

Yobazların, Osmanlı Hanedanının torunları ile ittifak arayışları çok geriye gidiyor. Bir zamanlar (1970'lerde) "RAYET" adı altında bir mürteci dergi çıkardı. Bunun bir muhabiri bir Avrupa kentinde (hatırladığım kadarı ile Paris'de, Hanedanden bir kaç (tümüyle uygar kıyafetli) bir kaç genç kızın peşini kollayıp karşılaştığında; "Siz ki ibadet edercesine saygı duyduğumuz Sultan Abdülhamit'in torunlarısınız. Ne olur, bacılarım başınızı örtün. Tesettüre riayet edin ki; sizleri yeniden başımızda görelim" diye ricada bulunmuş; fakat tüm ısrarlarına rağmen kızlar onunla alay etmekden başka bir şey yapmamışlar. Bu mülâkatı, utanmadan, hayal kırıklığı içinde de olsa naklediyordu. Hâlâ ittifak umudunu azimle muhafaza ediyorlar. Pes, Vallahi.