Türkiye’nin kaderinde büyük rol oynayacağı, son derece açık olan genel seçimlere sayılı günler kaldı… Liderler meydanlarda iktidara gelecek olurlarsa neler yapacaklarını söylemekten çok birbirleri ile kıyasıya bir siyaset savaşı veriyorlar… Verip veriştiriyorlar… Oysa toplumun büyük kesimi kayıkçı kavgalarından çok olası icraatlarının neler olabileceğini merak ediyor. Hayali projeleri de pek umursayan yok…
Ne garip; meydanlarda, televizyon ekranlarında hep aynı kişiler, birbirlerine verip veriştiriyor… İnsan elinde olmadan düşünüyor; önde gelen bu partilerde liderler dışında söz söyleyecek, fikir üretebilecek siyaset erbabı yok mu? Ya yok, ya da ortaya çıkmalarına liderlerince izin verilmiyor. Belki de hep ben, hep benden başkası yok denilmek isteniyor!.. Acaba benim falancam, benim filancam düşüncesinin altında tebaa ve kulluk mu yatıyor?
Geçmiş yılları anımsıyorum; televizyonun olmadığı dönemlerde seçim propagandaları için, devlet radyosu tarafından her partiye eş biçimde propaganda hakkı verilirdi. O saatlerde siyasiler radyodan konuşur, birbirlerine hakaret etmezlerdi… Hele hele siyaset savaşı diye bir düşünce bile yoktu…
Savaşı tanımlayan sözlüklerde, araştırmalarda; siyaset savaşı, belden aşağı savaş diye bir tanımlama yapmayı kimse düşünmemiştir!.. Bir bakıma devletlerarası çatışma sanatı olarak nitelenen savaşın birçok tanımı vardır. Bunların başında ülkeler arasında çatışmaya dönüşen, kanlı askeri savaşlar, ekonomik savaşlar gelir. Ayrıca soğuk savaşlar, alkol, sigara ve tüberküloz, kanser gibi çeşitli hastalıklarla savaşlar, psikolojik savaşlar da onları tamamlar. Siyasetimize son günlerde yeni bir savaş eklendi; belden aşağı savaşlar, başka bir tanımı ile porno kaset savaşlar!..
Dünyamızın gelişen teknolojisi, internet, gizli kamera çekimleri ve uydudan gelen bilgiler belaltı savaşlarının başlamasına neden oldu. Yaklaşan seçim öncesinde ortaya çıkarılan siyasilere ait porno kasetlerine, telefon dinlemelerine, video görüntülerine, önümüzdeki günlerde çok daha yenilerinin ekleneceği de kaçınılmaz olacaktır. İnsan özgürlüğünden söz edilen toplumda, fikirle, bilgiyle mücadele edemeyenler rakiplerini çökertmek, siyaset dışına itebilmek için teknolojinin yardımıyla kolay bir yol izlemeye başladılar. Siyasilerin yanı sıra, basının da mal bulmuş mağribi misali bunların üzerine önemli bir haber gibi atlaması da çok çirkin…
Her şey; doğru mu yanlış mı, düzmece mi montaj mı olduğu kesinlik kazanamayan Deniz Baykal’ın kasetinin ortaya çıkmasıyla başladı. Bazıları sevinçten havalara uçtu, bazıları üzüldü, bazıları timsah gözyaşları akıttı… Ancak bu olay CHP’de sarsıntı yaşattı… Genel Başkanlıktan Baykal çekildi yerini Kılıçdaroğlu aldı… Yerel seçim öncesinde de Ankara Keçiören Belediye Başkanı’nın kaseti ortaya çıkmış ve onun da siyasette sonu hazırlanmıştı!..
Son günlerde kaset savaşlarının hedefinde, yıpratılarak barajın altına düşürülmesi istenen Milliyetçi Hareket Partisi’nin bazı yöneticileri var… Milliyetçi Hareket Partisi’nin güçlü olarak meclise girmesini birileri istemiyor, hatta barajın altında kalmasını gönülden diliyorlar… Oysa MHP yarım asırlık güçlü bir partidir. Bugünkü lideri Alpaslan Türkeş’le kıyaslanamazsa da milliyetçi-muhafazakâr görüşünden hiçbir zaman taviz vermemiştir. Kasetleri ortaya çıkan MHP’li bazı yöneticiler yanlış yaptıkları hareketlerinin bedelini ağır biçimde ödeyerek istifa ettiler ve seçilecek yerdeki milletvekillikleri de kaba tabirle güme gitti!..
Internet aracılığıyla topluma sızdırılan görüntüler MHP yönetiminden dört kişinin istifasına ve adaylıktan çekilmelerine yol açtı… Bu benim özelimdir diye direnene de Bahçeli’nin son derece haklı isteği geldi; “Derhal istifa etsinler…” Bu olay Türkiye sınırlarını aşıp dış basında da yer aldı. Türkiye’de pembe diziler sadece setlerde değil, siyaset sahnesinde de üretiliyor denildi.
Gizli kamera kayıtları, kasetler, imzasız ihbarlar, gizli tanıklar, doğruluğu tartışılır belgeler, telefon dinlemeleri son yıllarda ortaya çıktı. Hepsinden öte özel hayatı hiçe sayan belden aşağı vuruşlar…
Bunlar rastlantı mı?
Rastlantı değilse kimler tezgâhlıyor, bunları düzenleyen, basına sızdıran özel birimler mi var? En kritik zamanlarda piyasaya sürülüyor, siyaset malzemesi yapılıyor… İktidar partisi nedense bunları yapanların üzerine gitmiyor. Kendilerine ait kasetlerin çıkmayacağından emin olmalılar… Yalnızca Bülent Arınç, bu tür olayları ahlaksızlık olarak yorumlarken bir zamanlar televizyonları kasıp kavuran Dallas dizisindeki kötü karakteri yansıtan Ceyar’ı (Larry Hagman) örnek göstererek O bile bunu yapmaz demekle yetindi… Diğerlerinden pek ses çıkmadı.
Kaseti ortaya çıkanlardan bazıları inkâr yoluna sapıyor, bazıları da o benim imam nikâhlı eşim diye savunmaya kalkıyor…
Medeni nikâh yapılmadan imam nikâhı ile yetinmek, evde nikâhlı eşi varken, üstüne kuma getirmek ve sonra da imam nikâhımız var diyerek kendini sıyırmaya kalkmak…
Bu olayları gayrimüslim bir dostumla tartışıyordum; sizde de imam nikâhı diye dini bir savunma mekanizmanız var mı diye sordum… Bizde yok, bu tür ilişkiler var ama ona metres denir dedi. Gerçekten de Avrupa Tarihinde bu tür ilişkiler vardır, hepsi de metres olarak nitelenmiştir. Öreğin Romalı Messalina, Fransız Margerit, Markiz de Pompadur, İtalyan Lukreçya Borjiya, İspanyol Lola Montez…
Gerçekten toplumun büyük bir kesimi aptal yerine mi konuluyor? İmam nikâhlı yaşamak yasalara göre suç mu değil mi? Mecliste veya bürokraside eşi üzerine kuma getiren ve imam nikâhlı eşi olan acaba kaç kişi var?
Mehmet Türker, geçenlerde köşesinde bunu çok güzel açıklamıştı;
“Türbanlı karısı evde çoraplarını yıkarken, din ticaretiyle zenginleşmiş görgüsüzlerin boyama saçlı metreslerine ev tutup zamparalık yapması ahlaklı mıdır?” Ardından da soruyor; “Recep Bey, bu sonradan görme zamparaları bilmiyor mu”?
Gerçekte nikâhlı eş üzerine imam nikâhı yutturmacısıyla, din adına (!) kadınlar getirilmesi araştırılacak sosyolojik bir konudur… Başka bir deyişle kadınların geri plana itildiği, erkek egemenliği altında ezilmesinin çaresizliğidir.
Kırsal kesimden gelerek, geldiği yerdeki geri kalmışlığın çöreklendiği kafasını değiştirmeyenler evlerinde örtü üzerine örtülü, dünya nimetlerini yaşamaktan mahrum, evliliği erkek esareti sanan kadınlarından bıkınca, daha doğrusu gözleri açılınca ilk işleri kendilerine yeni bir eş aramak oluyor. Bunun adı da bazı çevrelerde metres, bazı çevrelerde kendi hayatını yaşamak, bazen de imam nikâhlı eş oluyor… Evde örtülü nikâhlı eşler, dışarıda modern giysili makyajlı kadınlar… Bizim köylü kafalı zamparaların başları dönüyor. Ellerinde her türlü güç, para ve imkân yaratmak da var… O zaman ne duruyorsun hodri meydan… Ya kendileri mevki ve paralarına göre tezgâhı kuruyorlar, çoğu kez ökseye düşen kendileri olmasına rağmen bundan haberleri yok… Ne zampara adamım ne çekilmez erkeğim diye böbürlenip duruyorlar…
Demokrasi Tarihimizin en büyük çekişmesi 1950–1960 arasında CHP ile Demokrat Parti arasında yaşanmıştı. Ancak o dönemde bile Başbakan Adnan Menderes’in aşk ilişkilerinde belden aşağıya vurulmamıştı. Bir gazeteci bugünkü gibi pornografik olmayan Menderes’in ilişkileri ile ilgili bazı fotoğraflar çekmiş ve bunu muhalefet lideri İsmet İnönü’ye götürmüş, aferin alacağını sanmıştı. Gazeteci dönüp dolaşıp söz buraya getirmişse de İsmet İnönü anlamazlıktan gelmiş, sonunda fotoğraflar ortaya çıkınca İsmet Paşa sinirlenmiş “Kaldırın bunları gözüm görmesin demişti” demişti. Bunun canlı şahitlerinden birisi de o zamanın Akis dergisi, bugün Aydınlık Gazetesi yazarı Kurtul Altuğ’dur.
Bir zamanın siyasetçileri ile bugünün siyasetçileri arasındaki en büyük fark…
Siyasette rakibi ezmenin en büyük etkeni belden aşağı vurmak mı?
Meşhur sözdür; evi camdan olanlar başkasına taş atmaz… Ne malum yarın senin de kasetlerinin çıkmayacağı?
Büyük olasılıkla bizler göremeyeceğiz ama ileriki yıllarda Demokrasi Tarihimizi yazacak olanlara belden aşağı siyasetin kötü örneklerini miras bırakacağız.
Kuşkusuz, anlayana…
erdemyucel2002@hotmail.com
Sayin Erdem bey Silivriye niye el atmiyorsun,Hangi gazetecinin telefonu dinlenmemis,SMS lerini Türk Adaleti gecinenler delil kabul etmemis ,Birisiyle görünmesi bile delil kabul edilerek 3 yila yakindir iceride tutulmuyorki.?
Basilmamis kitabi bile toplatarak delil kabul edenlerin Adelet anlayisini kaleme almiyorsunuz,Yoksa Sizdemi Aman ben yanmak istemiyorum mu diyorsunuz.?
Demekki Gecmis Ihtilalleri Askerler degil de Siz Gazeteciler,Yazar cizerlermi yaptinizda sucu Askerlere attiniz.?
Tayyip bey İsraile Wann Minut ama Yiprasi Israilliye satiyor,Nasil bir Wann Minut diyemiyorsunuz.?
Türkiye Iran oluyor diyenler büyük yanilgidalar,Türkiye Eski Yugoslavya oluyor beyler,Kulakliklari cikarin Kulaklarinizdan,Tayyibin Gözlükleriyle bakmaya devam ederseniz,Yarin Türk-Kürt savasina gireceksiniz,Amerikanin Türkiyede yillardir tezgahladigi Alevi-Sünnü,Sagci-solcu Ayrimlarla hedefe ulasamadi ama bu sefer 12 de vuracak gibime geliyor,APOYA bile bu kadar Müsamaha gösteren bir Siyasi Iktidarin bu ülkeyi yönetebimesinin rizikosunu hala göremiyorsunuz ve iki satirla elestirinizi bilem yapamiyorsunuz,
Hür Basinliginiza ne oldu acaba:?
Gerçekden siyasal savaşım, seçimler vesilesi ile de seviye bakımından dibe vurdu, iğrençleşti. Yazar bu olguyu bu makalesinde derinden derine dile getiriyor. Yorumcu dostumunuz Hacı Ziya Beyefendinin de anlaşılan iktidardan haklı olarak canı iyice yanık. . Yalnız, bir makaleye siyasetin tüm romanı sığdırılamaz ki ! Yıllardan beri bu sütunda her konıuda kalem oynatan Erdem Bey sütun yazarı bu makalesinde de bu konuyu ele almış. Her çeşit konuda yazılarını okuyoruz. Ellerine, zihnine sağlık.
Sen sag ol,Var ol Hocam! Ellerine saglik,Bu güzel yazina cevap yazacak pek birsey bulamadim.Yalniz Türkiyede,ki siyaset savasi ve propagandasi herhalde dünyanin hicbir ülkesinde yok sanirim.Belden assagi vurmalar ise tamamiyle toplumun ahlakkini bozmaktadir.
Eger siyasetcilerimiz biraz politikayi degil,Türkiyede günlük vuku bulan cinayetleri takip ederlerse ve halkin psikolojisi neden bu kadar bozulup cinayetler günden güne arttigini gözden gecirseler herhalde sucluyu kendi aralarinda arar bulurlardi.Belden assagi vurmalar,Halkada yansimis durumdadir.Halkin icinde bulundugu gerilim yüzünden cinnet gecirip katil olmaktadir.Simdilik bu kadar saygilarimla.
Mustafa Kemal Atatürk'ün, Emperyalistlerin uşağı Vahideddin'in idaresi altında olan hükümetlere karşıt, Türk milletinin iradesini temsil edecek bir Meclis'i kurma amacıyla Samsun'a gelişinin yıldönümünü kutluyoruz. Atatürk'ün, Türk gençliğine hitabesinde de, bir tek noktayı eksik bıraktığını da, ne yazık ki, bugün kavramış oluyoruz. Mustafa Kemal, bugünün siyasilerin belden aşağılara düşeceğini hiçbir zaman düşünemeyip, bunu da "TÜRK GENÇLİĞİNE HİTABESİ"nde belirtmemiştir. Bu eksiklikten utanacaklar ise, sadece ve sadece BUGÜNÜN MALUM SİYASİLERİ OLMALIDIR !
biz cin gibi milletiz biz avrupadan bir sey görür carcabuk kapariz teknolojide yenilik görür kapariz ama kaparken telasla kapariz ne kaptigimizi bilmeyiz kaptigimizin gözü kapali iyi olduguna inanir yine telasla acariz ve ortaya sacariz ondan sonrada bir bakariz sasar kaliriz olmadi galiba uymadi galiba iyi oldu kötü oldu der langir langir konusur ta ki yeni bir sey bir yerden kapana kadar yeniyi kapariz eskisinin üstüne bir soguk ayran iceriz yeniye baslariz bel alti savaslari yeni teknolojiden zamanemize uygun carcabuk kapmadir ayrani icilecek az zamani kaldi bir baskaya gecilecek langirtiyla devam edecek aslinda avrupanin teknolojinin iyi taraflarini sec sekte iyi uygulasak fenami olur hicte fena olmaz acaba fazlami cinlik var bir düsünmekte fayda var tabiki önce baslar sonra arkalar