İstanbulun arkeoloji ve sanat tarihi, tarih ve turizm çevresinin yeterince araştırılıp incelendiğini söyleyebilmek bugün için çok zordur. Bölgede arkeoloji araştırmalarının yeterince yapılmayışının en büyük nedeni, fetihten sonraki yapılanmanın yoğunlaşmasıdır. Yalnızca XX. yüzyılın başlarında Sarayburnu çevresinde yapılan kazılar çok kısıtlı kalmaktan ileriye gidememiştir. Bunun yanı sıra Arslanhane ve çevresi, Büyük Saray Mozaiklerinin bir bölümü ile St.Euphemia Martyrionu dışında geniş kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır. Yalnızca temel kazılarında, rastlantı sonucu ortaya çıkan kalıntı ve buluntular da Sultanahmet arkeolojisine katkıda bulunmaktan çok uzaktır. Oysa Sarayburnundan Kumkapıya, oradan Sultanahmete kadar uzanan bölgede tarih öncesi yerleşimlerinin izleri ile karşılaşılmaktadır. Turizm denildiğinde nedense Ayasofya ve Sultanahmet, Hippodrom ile ilgileniyor diğer kültür varlıklarının üzerine eğilmiyoruz.
Sultanahmette yeterince üzerinde durmadığımız tarih öncesi çağlara baktığımızda buradaki yerleşimin M.Ö. 5000 yıllarına, Paleolitik döneme kadar indiğini görüyoruz. Nitekim İstanbuldaki Alman Arkeoloji Enstitüsünün Hippodrom ile St.Euphemia Martyrionu kazısında bulmuş olduğu taş bir topuz parçası bunun en açık kanıtıdır.
Romalı yazar Plinius, Byzantion kurulmadan önce buradaki Lygos isimli bir köyden söz etmiştir. Byzantion, Sarayburnu, Sur-ı Sultani ve Sultanahmeti kapsayan ve o zamana göre çok geniş bir alanı kapsıyordu. Antikçağ yazarlarının yazdıkları dikkate alındığında Byzantionun M.Ö. 700den önce kurulduğu anlaşılmaktadır.
Sarayburnu ile Sultanahmet arasındaki alan, şehrin ilk kurulduğu yerdir. Bundan sonra süratle gelişen, Doğu Roma İmparatorluğunun başkenti olan bu şehir, Roma Senatosu Nova Roma (Yeni Roma) olarak isimlendirilmişti. Bu isim daha sonra Constantinopolise dönüşmüş ve Doğu Romanın ikinci önemli şehri olmuş, yerleşim bugünkü Sultanahmetten daha geniş bir alana yayılmıştır.
İmparator Constantinus, M.S. 325de şehri görkemli yapılarla süslemeye başlamıştır. Öncelikle Sultanahamet Meydanı, Ayasofya, Topkapı Sarayının bulunduğu ve Akropol olarak isimlendirilen alan, yaklaşık 6.5 km. uzunluğunda, yirmi yedi kule ile desteklenen surlarla çevrilmiştir. Bu surun içerisinde kalan alanda Athena Ekbasia, Poseidon, Zeus, Aphrodite, Artemis ve Dionisios mabetleri bulunuyordu. İmparator Hadrianus döneminde (117-138) Hippodromun yapımına başlanmış, şehrin su gereksinimi de kemerlerle sağlanmıştır.
Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra (395), Sultanahmet ve çevresinde yeni yapılanmalar başlamış,ancak bunlar yangın, deprem, kuşatma ve istilalardan zarar görmüştür. Bu nedenle bu olaylardan ötürü çoğunun kalıntıları günümüze ulaşamamıştır. Ancak beklenmedik anlarda rastlantı sonucu ilginç kalıntılarla karşılaşılmaktadır. Bunlardan bir tanesi de 1987-1988 yıllarında Ayasofya avlusunda ortaya çıkan bir dehlizdir. Ayasofya, zemin altı sularının kaynağı araştırılırken buradan Hippodroma kadar uzanan bir tünel ortaya çıkmıştır. Bizansta çeşitli isyanlar zaman zaman patlak vermiştir. Bugün Sultanahmet Camisinin olduğu yerden Marmara Denizine kadar uzanan alandaki Büyük Saray , Ayasofya ve Hippodromun birbirlerine tünellerle bağlandığı da açıklık kazanmıştır. Ayasofyanın altındaki su yollarına ilk kez girilmiştir. Buradan Hippodrama kadar uzanan dehlizin diğer ucu bugünkü Marmara Üniversitesi binasının bulunduğu yere kadar uzanıyordu.
Bugün İtalyanlar Romanın tarihi zenginliklerinin yanı sıra yeraltını da incelemeye başlamış ve bu konuya büyük önem vermişlerdir. Yaptıkları sondaj ve kazılarla yer altı tünellerini, sarnıçlarını restore ederek turistlere açmışlardır. Roma ile Sultanahmet çevresi de yerüstü ve yer altı eserleri yönünden hemen hemen birbirine benzer özellikleri taşımaktadır. Ancak tarihi yarımadanın altını yeterince incelediğimizi söyleyemeyiz. Bizanslılar kuşatmalara karşı şehrin su ihtiyacını karşılayacak sarnıçlara büyük önem vermişlerdir. Örneğin Ayasofyanın yaklaşık 12 metre altında iki büyük su sarnıcı ve burada biriken suları dışarı atan kanallar vardır. Nitekim XX. yüzyılın başlarında Ayasofyaın rölövelerini çizen H.Prost bu sarnıçların rölövelerini çizmişti.
Bu konuyla ilgili NTVnin hazırladığı bir programa danışman olarak katılmıştım. Ayasofya ve Sarnıçları. Su altı ekibi, 1917 yılında İstanbulu işgal eden İngiliz askerlerine ait içki mataraları, kırık şamdanlar, avizelere ait cam mumluklar, amforalar, insan ve hayvan iskeletleri bulunmuştu. Su altı ekibi başkanı Göksel Gülersoy o günkü dalışı şöyle anlatmıştır:
Dalışlar sırasında sarnıçların dibinde bağlantıların olduğu yerde çöküntülere rastladık. Ancak devamlı dışarıdan sular geliyordu. Bu da Ayasofyadaki sarnıçlarla dışarıdaki su yollarının bağlantılarının var olduğunu gösteriyor. Bu arada sarnıçların dibinde yarım metre kadar balçıkla karşılaşıldı. Balık adamlar malzemeleri balçıkta elleriyle arayarak çıkardılar. Balçığın mutlak hortumla dışarı çekilmesi gerekiyor. Tamamen temizlendiğinde tarihi eserlerle karşılaşılabilir. Kilise eşyaları çıkabilir. Çünkü bu eşyalar kayıp. Gümüş, altın kaplamalı çanak çömlekler çıkabilir.
Bütün bu araştırmalar, Sultanahmette ayakta kalabilmiş yapıların yanı sıra, toprak altının da çok önemli olduğunu göstermektedir. Ne yazık ki, bugüne kadar bu yönde bir çalışma yapılmamıştır. Prof. Dr. Semavi Eyicenin belirttiği gibi, Ayasofyanın bazı dehlizlerine girilmiş, ama kiliselerde lahitlerin konulduğu bölüm olarak bilinen kripta hiç araştırılmamıştır. Ayrıca Ayasofyadan günümüze ulaşan kilise eşyaları, hazinesi, ikonoları, bulunmamaktadır. Acaba bunlar İstanbul düşerken kilise ileri gelenleri bunları yer altı dehlizlerine mi sakladılar? Yoksa fetihten birkaç gün öncesi Venedike doğru giden iki gemi ile İtalyaya mı götürüldüler? Bizans tarihi ve yazılı kaynaklar bu konuda suskunluğunu korumaktadır.
Kenthaber olarak bizler bu iddiaları ortaya attık ve incelemeye açık bıraktık. Kültür ve Turizm Bakanlığının konu üzerine eğileceğini umuyor ve bekliyoruz.
erdemyucel2002@hotmail.com
yazdığınız makaleler mükemmel ama sadeece çoğu zaman okunamamış makale olmaktan ileri gitmiyor. bu tür araştırmaları bizim basiretsiz saf ve aciz hükümet ve devlet büyükleri tarafında göz ardı edildiğini hepimiz biliyoruz ve üzülüyoruz .anlatmış olduğunuz çalışmaları yapabilmek olanaksız . çalışmaları yapabilmemiz için çok büyük bir güç ve bizde olmayan istikrar lazım . ama yinede umudumu kaybetmiyor ilerde yapacağınız çalışmalarda inş. yardımcı olmak isterim ...