22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Sultanahmet ve Ayasofya'nın Altı Neden Araştırılmıyor?

 

İstanbul’un arkeoloji ve sanat tarihi, tarih ve turizm çevresinin yeterince araştırılıp incelendiğini söyleyebilmek bugün için çok zordur. Bölgede arkeoloji araştırmalarının yeterince yapılmayışının en büyük nedeni, fetihten sonraki yapılanmanın yoğunlaşmasıdır. Yalnızca XX. yüzyılın başlarında Sarayburnu çevresinde yapılan kazılar çok kısıtlı kalmaktan ileriye gidememiştir. Bunun yanı sıra Arslanhane ve çevresi, Büyük Saray Mozaikleri’nin bir bölümü ile St.Euphemia Martyrionu dışında geniş kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır. Yalnızca temel kazılarında, rastlantı sonucu ortaya çıkan kalıntı ve buluntular da Sultanahmet arkeolojisine katkıda bulunmaktan çok uzaktır. Oysa Sarayburnu’ndan Kumkapı’ya, oradan Sultanahmet’e kadar uzanan bölgede tarih öncesi yerleşimlerinin izleri ile karşılaşılmaktadır. Turizm denildiğinde nedense Ayasofya ve Sultanahmet, Hippodrom ile ilgileniyor diğer kültür varlıklarının üzerine eğilmiyoruz.

Sultanahmet’te yeterince üzerinde durmadığımız tarih öncesi çağlara baktığımızda buradaki yerleşimin M.Ö. 5000 yıllarına, Paleolitik döneme kadar indiğini görüyoruz. Nitekim İstanbul’daki Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün Hippodrom ile St.Euphemia Martyrion’u kazısında bulmuş olduğu taş bir topuz parçası bunun en açık kanıtıdır.

Romalı yazar Plinius, Byzantion kurulmadan önce buradaki Lygos isimli bir köyden söz etmiştir. Byzantion, Sarayburnu, Sur-ı Sultani ve Sultanahmet’i kapsayan ve o zamana göre çok geniş bir alanı kapsıyordu. Antikçağ yazarlarının yazdıkları dikkate alındığında Byzantion’un M.Ö. 700’den önce kurulduğu anlaşılmaktadır.

Sarayburnu ile Sultanahmet arasındaki alan, şehrin ilk kurulduğu yerdir. Bundan sonra süratle gelişen, Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olan bu şehir, Roma Senatosu “Nova Roma” (Yeni Roma) olarak isimlendirilmişti. Bu isim daha sonra Constantinopolis’e dönüşmüş ve Doğu Roma’nın ikinci önemli şehri olmuş, yerleşim bugünkü Sultanahmet’ten daha geniş bir alana yayılmıştır.

İmparator Constantinus, M.S. 325’de şehri görkemli yapılarla süslemeye başlamıştır. Öncelikle Sultanahamet Meydanı, Ayasofya, Topkapı Sarayı’nın bulunduğu ve Akropol olarak isimlendirilen alan, yaklaşık 6.5 km. uzunluğunda, yirmi yedi kule ile desteklenen surlarla çevrilmiştir. Bu surun içerisinde kalan alanda Athena Ekbasia, Poseidon, Zeus, Aphrodite, Artemis ve Dionisios mabetleri bulunuyordu. İmparator Hadrianus döneminde (117-138) Hippodrom’un yapımına başlanmış, şehrin su gereksinimi de kemerlerle sağlanmıştır.

Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra (395), Sultanahmet ve çevresinde yeni yapılanmalar başlamış,ancak bunlar yangın, deprem, kuşatma ve istilalardan zarar görmüştür. Bu nedenle bu olaylardan ötürü çoğunun kalıntıları günümüze ulaşamamıştır. Ancak beklenmedik anlarda rastlantı sonucu ilginç kalıntılarla karşılaşılmaktadır. Bunlardan bir tanesi de 1987-1988 yıllarında Ayasofya avlusunda ortaya çıkan bir dehlizdir. Ayasofya, zemin altı sularının kaynağı araştırılırken buradan Hippodroma kadar uzanan bir tünel ortaya çıkmıştır. Bizans’ta çeşitli isyanlar zaman zaman patlak vermiştir. Bugün Sultanahmet Camisi’nin olduğu yerden Marmara Denizine kadar uzanan alandaki Büyük Saray , Ayasofya ve Hippodrom’un birbirlerine tünellerle bağlandığı da açıklık kazanmıştır. Ayasofya’nın altındaki su yollarına ilk kez girilmiştir. Buradan Hippodram’a kadar uzanan dehlizin diğer ucu bugünkü Marmara Üniversitesi binasının bulunduğu yere kadar uzanıyordu.

Bugün İtalyanlar Roma’nın tarihi zenginliklerinin yanı sıra yeraltını da incelemeye başlamış ve bu konuya büyük önem vermişlerdir. Yaptıkları sondaj ve kazılarla yer altı tünellerini, sarnıçlarını restore ederek turistlere açmışlardır. Roma ile Sultanahmet çevresi de yerüstü ve yer altı eserleri yönünden hemen hemen birbirine benzer özellikleri taşımaktadır. Ancak tarihi yarımadanın altını yeterince incelediğimizi söyleyemeyiz. Bizanslılar kuşatmalara karşı şehrin su ihtiyacını karşılayacak sarnıçlara büyük önem vermişlerdir. Örneğin Ayasofya’nın yaklaşık 12 metre altında iki büyük su sarnıcı ve burada biriken suları dışarı atan kanallar vardır. Nitekim XX. yüzyılın başlarında Ayasofya’ın rölövelerini çizen H.Prost bu sarnıçların rölövelerini çizmişti.

Bu konuyla ilgili NTV’nin hazırladığı bir programa danışman olarak katılmıştım. “Ayasofya ve Sarnıçları”. Su altı ekibi, 1917 yılında İstanbul’u işgal eden İngiliz askerlerine ait içki mataraları, kırık şamdanlar, avizelere ait cam mumluklar, amforalar, insan ve hayvan iskeletleri bulunmuştu. Su altı ekibi başkanı Göksel Gülersoy o günkü dalışı şöyle anlatmıştır:
“Dalışlar sırasında sarnıçların dibinde bağlantıların olduğu yerde çöküntülere rastladık. Ancak devamlı dışarıdan sular geliyordu. Bu da Ayasofya’daki sarnıçlarla dışarıdaki su yollarının bağlantılarının var olduğunu gösteriyor. Bu arada sarnıçların dibinde yarım metre kadar balçıkla karşılaşıldı. Balık adamlar malzemeleri balçıkta elleriyle arayarak çıkardılar. Balçığın mutlak hortumla dışarı çekilmesi gerekiyor. Tamamen temizlendiğinde tarihi eserlerle karşılaşılabilir. Kilise eşyaları çıkabilir. Çünkü bu eşyalar kayıp. Gümüş, altın kaplamalı çanak çömlekler çıkabilir.”

Bütün bu araştırmalar, Sultanahmet’te ayakta kalabilmiş yapıların yanı sıra, toprak altının da çok önemli olduğunu göstermektedir. Ne yazık ki, bugüne kadar bu yönde bir çalışma yapılmamıştır. Prof. Dr. Semavi Eyice’nin belirttiği gibi, Ayasofya’nın bazı dehlizlerine girilmiş, ama kiliselerde lahitlerin konulduğu bölüm olarak bilinen “kripta” hiç araştırılmamıştır. Ayrıca Ayasofya’dan günümüze ulaşan kilise eşyaları, hazinesi, ikonoları, bulunmamaktadır. Acaba bunlar İstanbul düşerken kilise ileri gelenleri bunları yer altı dehlizlerine mi sakladılar? Yoksa fetihten birkaç gün öncesi Venedik’e doğru giden iki gemi ile İtalya’ya mı götürüldüler? Bizans tarihi ve yazılı kaynaklar bu konuda suskunluğunu korumaktadır.

Kenthaber olarak bizler bu iddiaları ortaya attık ve incelemeye açık bıraktık. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın konu üzerine eğileceğini umuyor ve bekliyoruz.



erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 8 Ocak 2005 Cumartesi 14:48:18
Güncelleme :8 Haziran 2005 Çarşamba 15:45:52


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
ayhan gültaş IP: 85.99.128.xxx Tarih : 12.03.2005 19:15:33
gerçektende neden araştırılmıyor, tabii yanlızca ayasofya ve sultan ahmet değil Konstantin sutununun altı, fatih camii ni isa fenari ye birleştiren kanal,blekhernia sarayını kariye kilisesine birleştiren yine blekhern,adan mase yi takip ederek sırasıyla altı tepeybirleştiren yer altı geçitleri ilginç bir noktaya değinmişsiniz tesadüfen yakaladım . saygılar

alper tunga birinci IP: 88.243.215.xxx Tarih : 6.02.2008 14:36:51

yazdığınız makaleler mükemmel ama sadeece çoğu zaman okunamamış makale olmaktan ileri gitmiyor. bu tür araştırmaları bizim basiretsiz saf ve aciz hükümet ve devlet büyükleri tarafında göz ardı edildiğini hepimiz biliyoruz ve üzülüyoruz .anlatmış olduğunuz çalışmaları yapabilmek olanaksız . çalışmaları yapabilmemiz için çok büyük bir güç ve bizde olmayan istikrar lazım . ama yinede umudumu kaybetmiyor ilerde yapacağınız çalışmalarda inş. yardımcı olmak isterim ...