16
Haziran
2025
Pazertesi
ANASAYFA

Sümela’da Ortodoks Ayini!..

Sümela Manastırı, Ortodoksların bir zamanlar önemli bir dini merkezi olduğu kadar Bizans Sanatı yönünden önemli bir yapıdır. Sümela’da 88 yıl sonra yapılan ayinin yankıları sürüyor… Bazıları buna turizm yönünden olumlu bakarken bazıları da tepkilerini ortaya koyuyor…

Sümela’da yapılan Ortodoks ayinin yapılmasına izin verilmesi olumlu mu yoksa olumsuz bir karar mı?

Bu ayin sonrası ne gibi sancılar ortaya çıkabilir?

Kültür ve Turizm Bakanı, Trabzon Müzesi yönetimindeki Sümela’da böyle ayin yapılmasına onay verirken, bu kendi kararı mı, yoksa bazılarından emir mi aldı?

Kısacası tartışmaya açık bir konu…

Bu sorularımın yanıtlarını kendimce vermeden önce kısaca Sümela Manastırından söz etmek isterim. Çoğu yazar-çizerimiz, televizyonlarda konuşmacılarımız (!) konuyu gündeme taşıyacak, yazılı ve görsel basında kendi görüşlerince bir şeyler söyleyecekler!... Başka bir deyişle işkembe-i kübradan atarak, kafaları karıştıracaklar…. Tevazuu bir kenara bırakarak; bugün tükenmiş olan Trabzon, ve Trabzon and Sümela isimli kitaplarımın Türkçe, İngilizce, Almanca ve Fransızcaya 1985 yılında çevrildiğini, Sanatsal Mozaik ile İş Bankası’nın Kültür ve Sanat dergilerinde bu konuda iki geniş makalemin olduğunu belirtmek isterim. Ayrıca Kenthaber’in Trabzon anıtları bölümünde de kısa da olsa bu konuya değindiğimi öncelikle söylemek isterim.

Trabzon ve çevresinde Rum Pontus devletinden arta kalan kilise ve manastırlar bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmet, Trabzon’u 26 Ekim 1461 ‘de Osmanlı topraklarına katmıştır. Trabzon kiliseleri mimari ve bezeme yönünden Bizans dönemi kiliselerinden mimari ve estetik yönünden ilk bakışta ayrılmaktadır. Kiliseler yumuşak ve düzgün kesilmiş taş duvarlarıyla farklı bir görünüme sahiptirler. Plan düzenleri ve mimari elemanlarının nispetleri yönünden de bazı yenilikler ortaya koymuşlardır. Genellikle Trabzon kiliseleri kubbesiz bazilika, kubbeli dört payeli veya sütunlu, dört duvar üzerine oturtulan kubbelerle kendilerine özgü bir mimarı gösterirler. Bunların başında Hagios Eugenis Kilisesi (Yeni Cuma Camisi),Trabzon Ayasofyası, St. Savas Mağara Kiliseleri (Maşatlık), Panaghia Khrysokephalos Virgin Kilisesi (Fatih Camisi-Orta Hisar Camisi), Küçük Ayvasıl Kilisesi, St. Andrea Kilisesi (Molla Nakip Camisi), St. Michael Kilisesi (Akçaabat Orta Mahalle Kilisesi), St. John Kilisesi gelmektedir. Bu kiliseler arasında Sümela Manastırı’nın (Meryem Ana Manastır) kendine özgü ayrı bir yeri vardır.

Sümela Manastırı, Meryem Ana vadisinden 1628 m. yüksekliğindeki bir mağaranın içerisine yapılmıştır. Anadolu’nun birçok manastırında olduğu gibi yapımı çok eski yıllara kadar inmektedir. Manastırın ilk yapımıyla ilgili mitolojik bir öyküye göre Hz. İsa’nın havarilerinden Lukas’ın yaptığı ileri sürülen bir ikona her nasılsa Atina’ya gitmiştir. Ardından bu ikona melekler tarafından uçurularak Ziğanaların tepesindeki bu mağaraya bırakılmıştır, Atina’dan gelen iki keşiş de ikonayı burada görünce manastırın yapımına önayak olmuşlardır.

Hz. Meryem (Panaghia) anısına kurulan Sümela Manastırının ismi Grekçe kara siyah ve karanlık anlamında Melastan geldiği iddia edilmiştir. Büyük olasılıkla manastırın yer aldığı vadi ve dağ yamacının koyu renkleri ve buradaki Meryem ikonasının siyah rengi bu ismin verilmesinin başlıca nedenidir. Bu arada Kafkas ikonalarında aziz tasvirlerinin yüz ifadelerine esrarengiz bir görünüm verebilmek için ikonalarda ve resimlerde siyah rengin uygulandığı da bir başka gerçektir.

Kesin olmamakla beraber manastırın bulunduğu mağara eski tarihlerde kült yeri olarak kullanılmış ve sonrada manastıra dönüştürülmüştür. Manastırın bilimsel olarak tespit edilen yapım tarihi VII, yüzyıla, Bizans’ Komnenoslar sülalesinin hüküm sürdüğü yıllara inmektedir. Manastırın dış kapısı üzerindeki 1360 tarihli beş satırlı bir yazıtta İmparator III. Aleksios’un doğu ve batınını hâkimi ve manastırın kurucusu olduğu yazılıdır.

Osmanlı döneminde Osmanlı padişahları Sümela Manastırının tüm haklarını korumuş ve bu dini merkeze daima saygılı olmuşlardır. Özellikle Fatih Sultan Mehmet’in manastırın haklarının korunduğunu açıklayan fermanları vardır.

XVIII yüzyılda Sümela Manastırı ile Voyvodalar ilgilenmiş, harap olan yerlerini onarmışlardır. Bu arada Ignatios isimli bir başpiskopos 1749 yılında manastır ve kayaların üzerlerini fresklerle bezemiştir. Fresklerde İncil, Tevrat ve Aynaros resim rehberinde sözü edilen konular işlenmiştir. Bugünkü fresklerin altında daha eski yıllara inen resimlerin olması da ihtimal dâhilindedir.

Cumhuriyetin ilanından sonra mübadele nedeniyle burada yaşayan Rumlar Yunanistan’a gitmek zorunda kalmış ve manastırda terk edilmiştir. Manastırın kâgir bölümleri yıkılmış, ahşap bölümleri yanmıştır. Bundan sonra da 1972 yılında Trabzon Müzesi yönetimine bırakılmıştır. Manastır kapandıkta sonra içerisindeki eserlerin çoğu dağılmış, en önemli eseri olan gümüş çerçeveli Meryem ikonasının ise ne olduğu bilinmemektedir. Bununla beraber değerli yazmalar çeşitli müzelere dağılmıştır. Bunlardan en önemlileri Ankara Etnografya Müzesi, Ayasofya Müzesi ve Atina Benaki müzesinde bulunmaktadır.

Sütunumun elverdiği ölçüde manastırın tarihine kısaca değinmeye çalıştım; şimdi konumuz olan Sümela’daki ayine dönelim.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı verdiği özel izinli Yunanistan, Rusya, Gürcistan ve Ukrayna’dan gelen gruplardan 500 kişiye manastırın içerisine girebilmek için valilikçe özel kartlar verilmiştir. Manastırın dışında kalanlar ayini kurulan dev ekranlardan izlemişlerdir. Bu arada Trabzon esnafıda bu işten maddi yönden kârlı çıkmıştır.

Fener Rum Patriği Partholomeos dua töreninden sonra Rumca bir konuşma yapmıştır. Patriğini Türkçe olarak ta “Sıcakkanlı, misafirperver Karadenizliler, sevgili Trabzonlular diye başlayan konuşmasında barış mesajları vermiştir;

88 yıl sonra Sümela’da tarihle ve sizlerle buluşmaya ve kucaklaşmaya geldik. Çok uzun bir ayrılıktan sonra bu bölgede ve bu tarihi manastırda ibadetimizi yapmamıza imkân veren yüce Allah’ımıza hamdolsun. Sümela Manastırı on yıllarca bir efsane gibi aramızda sabırla bugünleri bekledi. Ortodoks camiasının hatta tüm Hıristiyan âleminin en önemli günlerinden biri olan Aziz Meryem Anamız’ın ölüm yıldönümünün kutlandığı bir tarihte burada bulunmaktan ve ayin yönetmekten büyük mutluluk duymaktayım. Çeşitli milletlerden, Ortodoks müminin kalbi bugün burada bizlerle beraber.”

Türkiye büyük bir devlet olmasının yanı sıra Müslüman inancı ise hoşgörüye dayanır. Ancak bizde meşhur bir söz vardır; Bayram değil seyran değil eniştem beni neden öptü!..

Kültür ve Turizm Bakanı’na sormak isteğim bazı sorular var;

Sümela Manastırında yapılan Ortodoks ayininin arkası gelecek mi, yoksa o gün yapılan ile mi sınırlı kalacak?

Sümela Manastırında ayin yapılması Hrant Dink ve Trabzon’da öldürülen papaza karşı bir nevi günah çıkarmamıdır?

Müslümanlığın ve büyük devlet adamlığının ardına sığınarak bu izin verildiğine göre şimdi önümüzde bayram sabahı kılınacak bayram namazı var. Ortodokslara bu hoşgörü gösterildiğine göre aynı hoşgörü bayram namazını Ayasofya’da kılmak isteyenlere de gösterilecek midir? Daha şimdiden Kenthabere gelen onlarca mail var...

Acaba önce Sümela sonra da Ayasofya diye düşünen yöneticilerimiz var mıdır? Bu karar verilirse bunun ucunda bir de evet-hayırlı referandum düşünülüyor mu?

Bakalım, bekleyelim ve görelim dini ibadetler oya dönüşecek mi?

Sırası gelmişken aklıma takılan bir soru daha var; mübadelede Anadolu’yu terk eden Rumların Anadolu’nun birçok yerinde kilise ve manastırları var… Örneğin Ayvalık’ta… Acaba önümüzdeki yıllarda orada da ayin yapmak isteyenler olursa onlara ne yanıt verilecek?

Yoksa Sümela ayini bir başlangıç sırada Heybeliada Rum Ruhban Okulunun açılışı ve Heybeliada ayinleri de gelecek mi?

Kuşkusuz karışık ve çözümü biraz zor konular.

Bunlar Kültür ve Turizm Bakanını aşacak boyutlarda. Bugün bazı müzeleri ihaleye çıkararak, özel idareye devrederek başından atmak isteyen, müzelerine atayacak yönetici ve uzman bulmakta zorlanan, meslek dışından gelenler tarafından yönetilen Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü ne düşünür bilemeyiz. Kaldı ki, müzeler teşkilatı kuruluşundan bu yana en zor günlerini yaşamaktadır. Yönetici sınavına giren müzecilerin %70’i konulan barajı geçememiş, müzeler vekâletle yürütülmeye çalışılmaktadır. Oysa Cumhuriyetin ilanından bu yana müzelerde pek çok değerli, bilimsel yönden ağırlıklı yönetici ve uzmanlar yetişmiştir. Bugün bunlardan hayatta kalanların çoğu özel müze veya üniversitelerde başarıyla görev yapmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanı meslekten olmadığına göre müzelerde yıllarını vermiş, verdikleri eserlerle kendilerini kanıtlamış müzecilerden neden danışman olarak yararlanmaz? Eski müzecilerden danışmanları olsaydı,yukarıdan emir almadıysa verdiği kararın ne denli yanlış olduğu, sakıncaları kendisine en azından söylenirdi…

erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 16 Ağustos 2010 Pazartesi 22:41:27


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
teoman törün IP: 78.175.9.xxx Tarih : 19.08.2010 18:44:16

Sayın yazarı önce, mesleği ile ilgili bir çok eseri arasına Trabzon ve Sümela hakkındaki çalışmalarını eklemesinden dolayı tebrik ve tekrîm etmeliyiz. Ancak, Dünya mirası olmuş tarihî eserlere siyaseti ve haşîn milliyetçiliği karıştırmamalıyız. Franklar Fransayı, Doğu Gotları Almanyayı, Angller ve Saksonlar Britanyayı, Nordik kavimler İskandinav ülkelerini, Slavlar Balkan ülkelerini sonradan istilâ ve işgâl ettiler; fakat hâlen bu ülkelerdeki nüfus kompozisyonu bu ulusların egemenlliğinin meşruiyetine gölge düşürmüyor. İngiliz icadı "statüko" denen bir prensip var. Merak etmeyin hiç bir yere gitmeyiz. Zamanında Tüklerin işgâl altına aldıkları topraklara, Yunanlılar dahil tüm Avrupa ülkeleri "Turchia" diyorlardı zira kılıç hakkı egemenlik ve yönetme yetisi Dünyanın her yerinde meşruiyet ögesi idi (hattâ, bizim egemenler, Roma İmparatorluğunun sultasını tevarüs ettiklerini düşünerek kendi mülklerine Diyar-Rûm derlerdi). Bu bakımdan tevehhüme hiç mahâl yok. Uluslararası hukuk, mülkümüzün sahibi olduğumuzu, anamızın ak sütü gibi kullanma hakkımız olduğunu, ayrıca, Birleşmiş Milletler kayıtları ile tescil ederek kabûl etmiş. Gerisi dahilî ayak oyunlarına değil, bizim gerçek gücümüze ve yönetim liyâkatimize kalmış bir şey. Dünya  mirası eski eserler ise orijinal hâli ile muhafaza edilirler ve gereğinde orijinal amaçlarına göre kullanılırlar; bu "Tarihe" saygının gereğidir.Arkeolog arkadaşlarım mutlaka bunu daha iyi bilirler.

Ayasofya'ya gelince, gerçekden, siyasetin zorla bulaşdığı bu konunun içine düşürüldüğü batakdan kurtarılması bu bakımdan çok zorlaştı. Zamanına göre Yüce Atatürk en doğrusunu yapmıştı. Orijinal hâli ile, zamanına göre göz kamaştıran bir  Hırıstiyanlık eseri olan ve  Müslüman mimarların da sürekli hizmetlerinin sebkettiği (geçtiği) bu büyük anıtın kullanımı vahşi demonstrasyonlara kurban edilmeden uzun soluklu müzakerelerle (son bir uygulamasını gördüğümüz) yerine göre her ibadete açılan bir "laisizm mabedi" gibi kabûl edilebilir. Benim gibi lâik (hattâ agnostik) ulusalcıların din bağlantılı oyunlardan korkmamaları gerek. Hoşgörü kozunu da dinci bildiklerimize   kaptırmayalım.


K. Mükremin BARUT IP: 95.10.198.xxx Tarih : 19.08.2010 21:33:54

"Kültür ve Turizm Bakanı, Trabzon Müzesi yönetimindeki Sümela’da böyle ayin yapılmasına onay verirken, bu kendi kararı mı, yoksa bazılarından emir mi aldı?"

Üstadım ne önemi var. Sonuçta çok güzel bir dini ayin yaşandı. Mayamızda var olan HOŞ GÖRÜ ve TOLERANS, tüm bu ve buna benzer durumlar için söylenmemiş miydi.

Bu sene ikibin, bir dahaki seneye üçbin kişi. Bunun yöredeki inanç turizmini ne kadar cannlandıracağını bilmiyor muyuz. Vatikanı düşününün. Diğer dünya ülkelerini düşünün. Petrolümüz yok. İş alanları sınırlı. Açlıktan nefesi kokan bir halkız.

Değil Sümela gibi kıymetli bir kültürel mirası, ne kadar PAGAN ve HRISTİYAN yapıt varsa, restore edip ortaya çıkarmalı ve etrafına da turistik tesisleri dikmeliyiz.

Bölüneceğiz, bölünüyoruz paranoyaları ile daha nereye kadar gideceğiz.


Gökhan IP: 85.108.47.xxx Tarih : 17.08.2010 13:09:45

Bu tür gelişmeler,ülkeyi bölmenin yıkmanın ilk adımlarıdır.Ülkede farklı dinlere inananlara gösterilen kolaylık ve haklar malesef Batı Trakya da soydaşlarımıza gösterilmiyor.Osmanlı nın son iki asırında da Rusya benzer şekilde Osmanlı sınırı içindeki Ortodoksların koruyuculuğuna soyunmuştu.Patrikhane aracılığı ile AB ve Yunanistan ile aynı oyunu oynamaktadır.Patrikhane ekümenlik istiyosa toplasın pılı pırtısını Yunanistan a taşınsın ve orada ne isterse yapsın.Eğer T.C. vatandaşı ise vatandaş gibi davransın.


Mustafa KARACAN IP: 78.185.24.xxx Tarih : 20.08.2010 19:59:36

Slm.Hoşgörü dediğiniz şey güçle orantılıdır. Acizliğin faturasını hoşgörüye bağlıyamazsınız. Davul zurnalarla kilise açılımları, Akdamar, Sümela derken yarın Ayasofya diye dayatırlarsa karşı koyacak direncimiz varmı? Ayasofyanın içinde olmasa bile dış mekanında Cuma namazlarına başlanmalı mesele halka mal edilmelidir. Hem bu hoşgörü niye sadece bizden isteniyor. Kırım da, Balkanlar da, hatta Arap ülkelerinde bu hoşgörü varmı? Varsa birşey söylememiş olayım. Yoksa gücünüz yok demektir. Siz ne Fatih Sultan Mehmetsiniz ne de Türkiye Cumhuriyeti dünya konjektöründe o güçte. Birde Hiristiyan misyonerlerinin hedeflerini hatırlarsak hamasi sözlerle meseleye bakamayız. Selam ve Saygılarımla.


teoman törün IP: 78.173.24.xxx Tarih : 21.08.2010 16:17:58

Mustafa Karacan arkadaşımız galiba "hamasî" sözcüğünün anlamını bilmeden kullanmış; çünkü "hamaset" "hoşgörü"nün tam tersidir;faşizan anlam içerir..