18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Takla atmak ve oynamak!..

Basını takip edenler bilirlerse de ben bir kez daha yine tekrarlayayım; geçtiğimiz günlerde bakanlarımızdan birisi daha önce kaymakamlık yaptığı, doğudaki bir ilçeyi ziyaret etmiş. İlçe halkı kendisini ve yanındakileri coşku ile karşılamış. Buraya kadar ne var diyeceksiniz ama olay bundan sonra tirajı-komik bir duruma dönüşmüş, kalabalıktan altmış yaşlarında, saçı sakalı ağarmış bir vatandaş öne çıkarak, “bakanım sizin geldiğinize çok sevindim” deme gafletinde bulunmuş.

Vatandaş gerçek duygularını mı dile getirmiş, yoksa yağcılığından mı bu sözleri söylemiş, doğrusunu kendisi bilir…

Bu sözlere bakanın nasıl karşılık vermesi gerekir diye düşündüm. Ben olsam teşekkür ederim, ben de size gördüğüme çok sevindim derdim.

Yok, öyle olmamış. Bakan anlaşılan yağcılıktan hoşlanan bir kişilikte olmamalı ki; “Yok yaa! Nereden bilelim sevindiğini? Hadi bir takla at, ya da oyna da göreyim demiş. Çaresiz kalan vatandaş da yaşından ötürü takla atamamış ama başlamış oynamaya!.. Bakan dâhil çevredekiler de ellerini çırparak oynayan vatandaşa eşlik etmişler.

Bakan esprili, vatandaş ise ya ondan daha esprili ya da yağdanlıkta öne çıkan biri olmalı…

Ne gariptir ki, Türkiye’nin içerisinde ve dışarısında bir yığın sorunu varken bu olay gündeme gelip oturmuş!..

MHP Genel Başkanvekili Oktay Vural mecliste bir basın toplantısı düzenleyerek bu esprili olayı esefle karşıladığını belirtmiş, bir millet evladını bu duruma düşürmek utanç verici, bu millet taklacı değil gibisinden sözler söylemiş. Bazılarının takla ata ata yükselmelerine gönderme yapmış. Ardından Ankara’da takla protestosu yapılmış, eyleme katılanlardan bazıları gözaltına alınmış.

Nerden nereye, at bir takla ya da oyna sözü ne boyutlara gelmiş…

Siyasetçilerimiz yıllar yılı ne veciz (!) sözler söylüyor, gaflar yapıyorlar da kimsenin gıkı çıkmıyor, at bir takla sözü insanları geriyor.

Takla atmak ve oynamak sözü beni de elimde olmadan enikonu düşündürdü. Sonunda karar verdim; biz toplum olarak oynamaya ve takla atmaya biraz meraklıyız…

İnsanın başı ve elleri yere dayandıktan sonra vücudunun alt bölümünü havaya fırlatarak kendi üzerinde dönme hareketine takla atmak denir. Aslında kolay bir hareket değildir. Biraz da insanın kişiliği ile ilgilidir. Örneğin ben okul çağlarından itibaren takla atmayı beceremedim ama iyi bir futbolcu olmuştum. Ne gariptir ki, iş hayatında da bazı arkadaşlarım gibi takla atamadığımdan hakkım olan yerlere gelemedim! O yüzden takla atmak deyip geçmeyin maharet isteyen bir iştir. Sakın kendi kendinize kimlerin takla ata ata yükseldiğini düşünmeyin sonra çıkan tablo karşısında üzülürsünüz…

Atalarımız da takla atmanın üzerinde durmuşlar ve bazı Atasözleri ve deyimler bugüne kadar söylenegelmiştir. Aşırı ölçüde sevinmek, birinin hoşuna gidecek davranışlarda bulunarak yaranmak, dalkavukluk etmek, biriyle dilediği gibi oynamak bunların başında gelir. Bu arada takla atarak uçan süs güvercinlerine de hiç hak etmedikleri halde taklacı ismi yakıştırılmıştır. Böcek türleri arasında takla böceği ve taklaböceğiler gibi familyalar da vardır. Oysa biz insanlar arasında öyle taklacılar var ki…

Oynamaya gelince o da başlı başına bir konu… Oynamak her babayiğidin harcı değildir. Oyun oynamak, hoşça vakit geçirme anlamında kullanılırsa da çok çeşitli yönlere de çekilir. Kendini başka bir kişinin yerine koymak, herhangi bir nesneyle eğlenmek, sağlıkla oynamak, fiyatlarla oynamak, bir faaliyette yer almak, karşısındakini oynatmak gibi bir yığın eylemi vardır.

Bazıları bir göreve gelirken oynaya oynaya geldik derler… İşi gereği gibi yap oynama sözü de sıkça kullanılır. Evlilik dışı ilişki yaşayanlara da oynaş denildiği unutulmamalıdır.

Kısacası siyasetçisinden, gazetecisinden tutun da, halktan herhangi bir insana kadar takla atmanın yanı sıra oynamaya meraklıyız. Oyun oynamanın en belirgin örneklerini düğünlerde görürüz. Evlen de düğününde oynayalım deriz. Gerçekten de düğünlerde gelin ile damat açılış dansını yaptıktan sonra ortada ne tango ne slov ve ne de eskiden olduğu gibi vals kalır. Birden kasap havası çalmaya başlar ve salonda ne kadar erkek kadın varsa piste çıkıp göbek atmaya başlar. Düğünün sonuna kadar da sürüp gider…

Kasap havası deriz de ben bir kasabın hayvanları keserken, dükkânında etleri parçalarken, kıyma makinesinin başında oynadığını hiç görmedim. Sahi nerden çıktı düğünlerde yeri göğü inleten kasap havası?

Genç kuşakların gördüğünü sanmam; bizim zamanımızda bir de sokaklarda dolaşan ayı oynatıcıları vardı. Zavallı hayvanlara bin bir eziyetle bir şeyler öğretilir ve sonra sokaklarda ayı oynatanları zevkle seyreden insanlar kümelenirdi... Ayıcı elinde ucu çivili sopa ile ayıyı dürter, kocakarılar hamamda nasıl bayılır derdi. Zavallı hayvan da ucu çivili sopanın kendisine bir daha dokunmaması için yere uzanırdı. Ardından da yeni gelin ilk gece ne yapar dendiğinde ise ayı, utandığını göstermek için pençesiyle ağzına kapatırdı!..

Devir devran değişti; artık ne ayıcılar ne ayılar ne de hamamda bayılan kocakarılar ve ilk gece ne gördüyse, utanan gelinler kaldı… Onların yerini düğünlerde davul zurna eşliğinde hoplayan, zıplayan, göbek atanlar, iş yerlerinde birbirlerine oyun oynayanlar, bazı yerlerde takla atanlar aldı…

erdemyucel2002@hotmail.com
 

Yayın Tarihi : 21 Nisan 2012 Cumartesi 00:06:00
Güncelleme :21 Nisan 2012 Cumartesi 00:17:06


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Mehmet Ersindigil IP: 84.62.27.xxx Tarih : 21.04.2012 15:00:39

Hocam ellerine saglik,Türkiyemizin aynasi olan bir yazi olmus.Fakat tek bir sey eksik gördüm onu,da ben ekleyim.Bilerek veya bilmiyerek Alkis tutan bir milletiz.Yani uzun lafin kisasi saksakciyiz.Neye saksakladigimizi vani neye alkis tuttugumuzu cogumuz bilmiyoruz.Biri alkis tuttumu hepimiz pesinde aynisina tempo tutuyoruz.Bu güzel yazina fazla birsey eklemeye gerek yok diye düsündüm ellerine saglik selamlarimla.