23
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Tarih Boyunca Nusayrilik


Alevi, Sünni, Yahudi pek çok dostum vardır. Bunlara yurt dışındaki yabancı dediklerimizi de ekleyebilirim. Kendimi bildim bileli insanı insan olarak kabul etmiş, bunun dışında da hiçbir şekilde ayırım yapmamışımdır. Bunu yaşamım boyunca da sürdürüyorum. Bununla beraber topluma baktığımda aydınlanma felsefesinden geçmemiş pek çok bağnaz ve cahil kesimin bu konuda ayırım yaptığını hep gözlemlemişimdir. Son birkaç yıldır Güney Anadolu’da tatile gitmiş, günlerimin çoğunu da orada yaşayan Alevi ve Nusayri dostlarımla geçirmiş, bundan da çok mutluluk duymuşumdur.Yeri gelmişken belirtmek isterim ki, bu dostlarımdan bazıları da Alevi-Sünni evliliği yapmışlar ve evliliklerini de mutlu bir şekilde sürdürüyorlar.

Birkaç ay öncesi Adana, Antakya, Hatay ve Mersin illerini içeren bir inceleme gezisine çıkmış, işimin dışında kalan zamanımı Nusayri dostlarımla birlikte geçirmiştim.

Sohbetlerimiz sırasında onların, toplumun bazı kesimleri ile bazı sıkıntıları oluğunu görmüş, insanlık adına da üzülmüştüm. Bugünkü yazımda Nusayriler ve biraz da toplumda karşılaştıkları sıkıntıları dile getirmek istiyorum.

Nusayri denilen dini gurup, toplumda Arap Alevileri olarak tanınmaktadır. Bu dini gurup İslam tarihinde kurucularının isminden ötürü Nusayriler olarak tanınmıştır. Nusayrilerin “Hz. Ali’nin Allah olduğuna inananlar” diye tanımlanmaları gerçek olmaktan çok uzaktır. Bu konuda araştırma yapanlar, gerçek yerine daha çok kendi kişisel görüşlerini ortaya koymuşlardır.

İslam Tarihinde Nusayrilerin ortaya çıkışı Hz. Muhammet’in Mekke’den Medine’ye hicretinden üç yüz yıl sonra ortaya çıkmıştır. Nusayriliğin kurucusunun İbn Nusayr olduğu kaynaklarda yer almıştır. Ancak İbn Nusayr’ın ortaya attığı görüşler, kaynaklarda farklı yorumlanmıştır. İbn Nusayr’ın görüşleri, ölümünden sonra halefleri tarafından sürdürülmüştür. Kutsal kitapları, Kitab-ül Mecmu’dur. Bazı görüşlere göre de, bu dini mezhebin kurucusu İbn Nusayr olmasına rağmen asıl kurucusunun Hamdan El-Hasibi olduğu ileri sürülmüştür. Hamdan El Nasibi, İbn Nusayr’ın düşüncelerini daha geliştirmiş ve daha sistemli bir hale getirmiştir. Kitab-ül Mecmu’yu da beş sure halinde yazmıştır. Hamdan El-Hasibi’nin yetiştirdiği öğrenciler, mezhebin devamını sağlamış ve diğer mezheplerle de mücadelesini sürdürmüşlerdir.

Nusayriler ilk kez Basra Körfezi dolaylarında ortaya çıkmalarına rağmen daha sonra, bazı guruplar Suriye’ye yerleşmiş sonra da Antakya çevresine göç etmişlerdir. Selçukluların Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya hakim olmasıyla da Selçuklu yönetiminde yaşamışlardır. Mısır Sultanı Baybars, Nusayriler üzerinde baskı kurmuş, daha doğrusu asimilasyon politikasını onların üzerinde uygulamıştır. Nusayrilerin yoğun yaşadığı bölgelerde camiler yaptırarak onları Sünnileştirmeye çalışmıştır. Yavuz Sultan Selim’in 1517 Mısır seferinden sonra Nusayriler Osmanlının tebaası olarak yaşamışlardır. İran’a karşı yapılan savaşlarda Sünnileştirme politikası güdülmüştür. Bu arada Yavuz Sultan Selim’e kadar Anadolu’da Alevi toplumunun çoğunlukta olduğu ve Osmanlı sarayının da bu mezhebe yakınlığı göz ardı edilmemelidir.

Nusayrilik bir mezhep olarak ortaya çıkışından bir süre sonra çeşitli mezhep ayrılıkları baş göstermiştir. Bu ayrılığın ne zaman ortaya çıktığı da kesinlik kazanamamış, konu ile ilgili kaynaklar da yeterli bir açıklama yapamamıştır. Büyük olasılıkla bu ayrılığın ortaya çıkmasının nedeni dini tartışmalar veya metinlerin yanlış yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Tanrısal varlığın makamı konusunda dini tartışmaların sonucu Aleviler, Şemsiler (Güneşçiler) ve Kilaziler olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Antakyalı Muhammed bin Yunus El-Kilezi’nin kurduğu Kilezi mezhebi Kamenciler (Aycılar) olarak isimlendirilmiştir. Nusayriler göksel cisimlere kutsallık yüklemişlerdir. Bu iki mezhepten hangisinin diğerinden daha dindar olduğunu söyleyebilmek te olanaksızdır.

Nusayrilik Batini görüşü üzerine kurulmuş, Şii özellikleri ile de zaman zaman bütünleşmiştir. Örneğin Batıniler yaygın olarak 7 imamın, Nusayriler de 12 imamın üzerinde durmuşlardır. Nusayri inancına göre evren batın-zahir ilişkisi üzerine kurulmuştur. Tanrı nurların nurudur ve bütün özellikleri ile nurlar alemi olan batın alemde yaşamaktadır. Kısacası Tanrı nurdan bir varlıktır. Zahir alemde ise insanlara insan şeklinde görünmüştür. Tanrı insanlara Habil, Şiş, Yusuf, Yuşa, Asaf, Şem’un ve Al Ebi Talib isimleri ile görünmüştür. Zahir alemde görülen bütün bu kişiler Hz.Ali’nin kendisidir. Bu inanca göre Hz.Ali, Allah’ın cisimleşmesinden başka bir şey değildir.

Güneyde yapmış olduğum gezide Nusayrilerin Anadolu Aleviliğinden farklı olduklarını da görme olanağını buldum. Nusayrilerin Cem Evleri olmadığı gibi sema, saz çalma ve buna benzer ritüelleri de yoktur. Buna karşılık toplu ibadetleri ve kutsal günleri bulunmaktadır. Nusayriler bir mezhep olmadıklarını ve İslam’ın kendileri olduğunu kabul etmişlerdir. Hz. Ali ve ehlibeyt taraftarı olan 12 imama yakındırlar. Bu bakımdan İran ve Irak Caferilerine benzemekle beraber aralarında bazı ayrıntılar vardır. Örneğin Nusayrilerde muta nikahı yoktur. Yoğun bir tesettür uygulaması, kadın-erkek arasında kaç göç de yoktur. Helal haram anlayışları, iman, itikat, yaşam biçimleri Kuran’a göre uygulanmaktadır. Aile, ahlak, sosyal değerler İslami, insani ve modern yasalara göre uyarlanmaktadır. İslam’ın ve İman’ın şartları aynen Nusayriler için de geçerlidir. Haç, namaz, zekat oruç, abdest, gusül, bayram gibi görünen İslam ibadetlerinin yanında, dışarıdan görünmeyen içsel ibadetlerini de kendi aralarında yapmaktadırlar.

Nusayrilerin diğer mezheplerden en büyük farkı da ruh göçünü (tenasü) yani reankarnasyona inanmalarıdır. Nitekim Antakya, Adana ve Mersin’de özellikle Nusayriler arasında çok sayıda, oldukça şaşırtıcı reankarnasyon olgularına rastlanmaktadır. Nusayrilerde 80 civarında kutsal gün ve gece bulunmaktadır. Nusayrilerin kutsal günler listesinde Hz.Adem’den Hz.Muhammet’e kadar tüm peygamberler, havariler, sahabeler için kutlama günleri bulunmaktadır. Bu kutsal günlerde toplu halde namaz kılınmakta, Adana’da Kamhi, Hatay’da Hirıse olarak isimlendirilen bir çeşit etli döğme çorbası pişirilerek çevredeki Nusayrilere ve tüm fakirlere dağıtılması da onların en belirgin özelliklerinin başında gelmektedir. Bu arada Alevilerin kazanlarda çorba veya yemek pişirme gelenekleri Hz.Muhammet’ten 500 yıl önce Yemen’in Babil şehrinde yaşayan Kahtani dedelerinden kalma bir gelenek olduğunu söylemekte de yarar vardır. Nitekim Kuran’ın Seba Suresinde de bu yemek kazanlarından söz edilmektedir. Ancak günümüzde bunların çoğu kullanılmamaktadır. Bu arada Kerbela’yı anma törenlerinde Şiiler’de olduğu gibi kendilerini zincirle döverek, kan akıtma gibi bir ritüelleri yoktur.

Nusayrilrin en büyük bayramı Gadir-i Hum’dur. Hz.Muhammet’in veda haccı dönüşünde Gadiril-Gum denilen yerde, Hz.Ali’yi kendisinden sonra halef olarak ilan ettiği gün olan 18 Zilhicce, Gadir-i Gum olarak kutlanmaktadır.

Anadolu da Nusayriler zaman zaman baskı altında tutulmuşlar, camilere sokulmamışlar, Cumhuriyetin ilanından sonra baskısız ve rahat ortama, devlet tarafından kavuşturulmuşlardır. Yakın zamana kadar Nusayriler yalnızca mezhep içi evlilikleri gerçekleştirdiklerinden bazı guruplarda görülen Talasemi gibi kalıtımsal hastalıklar az da olsa baş göstermiştir. Son bir iki nesil öncesinden itibaren, artık mezhep dışı evlilikler de gerçekleştirilmektedir. Yakın zamanlara kadar kendi inançları doğrultusunda gördükleri baskı nedeniyle yapmak zorunda kaldıkları gizli ibadetleri Cumhuriyetin ilanından sonra laiklik ilkesinin verdiği güvence ile yapabilmektedir. Bu arada bu konuda yazdıkları kitaplar olduğu gibi “www.nusayri.com” gibi Internet siteleri de bulunmaktadır. Özellikle de Cumhuriyet rejimini kuran Atatürk’e son derece bağlı ve saygılıdırlar.

Nusayrilerin günlük yaşamlarında inanç özellikleri etkin olmaktadır. Yaşadıkları coğrafyada özgün olarak varlıklarını sürdürmektedir.

Yazıma Adil Ali Atay’ın bir dörtlüğü ile son vermek isterim.
Sanmayın boşuna geldik dünyaya,
Halda Hakkel yakın bulanlardanız.
Hizmet için gelmiş idik dünyaya;
İnsanlık hizmetin görenlerdeniz.




erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 16 Aralık 2005 Cuma 17:31:58


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
MUZAFFER KAZAK IP: 88.240.191.xxx Tarih : 7.09.2006 17:10:43
çok değerli büyüğüm ERDEM YÜCEL.yazınızı büyük bir zevk ve heyecanla okudum.ben bu yaz ilk kez tarsus'a gittim ve orada çok değerli bir arap arkadaşla tanışma fırsatım oldu. ben bektaşi olmama rağmen çok merak ederdim nusayriliği. onlar bizim canlarımız. dün de izmir fuarına gittim ve vaktidolu dededen nusayrilikle ilgili kitaplar aldım.(can yayınlarından) farklılıklarımız olsada biz ayrılmaz bir bütünüz nusayri canlarımızla. tüm nusayri kardeşlerimi saygı sevgi ve tüm sıcaklığımla kucaklıyorum. sizin de ellerinizden öpüyorum. esen kalın. izmirden sevgilerimle

mehmet tok IP: 88.247.20.xxx Tarih : 2.05.2007 14:12:06
çok güzel yorumlaınız yazılarınız var başrılarınız devamını dilerim

ALİ IP: 85.104.198.xxx Tarih : 23.09.2007 11:28:55

esselamun alekum ben bir nusayriyim anadıl alevilerine gönülden bağlıyım aramızda farklılıklar olsada...yazar arkadaşımız iyi bir yazı hazırlamış eksik olsada bizi birazda olsa ayrımcılık yapmadan anlatıyor ancak yorumları okuyunca biraz üzüldüm aramızda sayyahitayyib gibi heyecanlı arkadaşlarımız var.zaten o zihniyetteki insanlar yüzünden bu hale geldik biz hiçbir zaman allah hz ali'dir demedik haşa demeyizde tenasü inancı mezhebimiz içinde bazı kimselerde vardır ancak oda Kuran-ı kerimde ne kabul edilmiştir nede reddedilmiştir benim arkadaşa tavsiyem heyecana kapılmasın aleviler gibi hoş görüyü öğransin okuduğunu anlasın dinlemeyi bilsin terbiyesizlik edip sapık veya başka birşey demesin eğer o kadar dinciyse iftiranın günah olduğunu bilecek kadar aklı çalışıyordur saygılar...


deniz,sağlamtaş IP: 88.243.86.xxx Tarih : 27.04.2007 22:27:46
slm güzel bir çalışma ama biraz yetersiz bu yetersizlik sizden kaynaklanmıyor nusayriliğin sırlarından biraz da kaynakların eksiikliğinden bir nusayri olarak çalışmalarınızın devamını diliyorum ve sabırsızlıkla takip ediyorum

Hüsamettin IP: 88.228.71.xxx Tarih : 23.12.2007 16:18:57

öncelikle yazarı araştırmalarından dolayı kutlarım . bazı şeyler eksik iyiki eksik çünkü bu inanç bu zamana kadar sır geldi sır gitmessi lazım seyyahitalib kınıyorum onun gibiler olmasa belki bizde inancımızı açıkça yapabiliriz


birkonuk IP: 81.215.183.xxx Tarih : 25.10.2007 23:37:11

öncelikle;az yukarıda 'sapık inanç'gibi inanca sığmayan bir terimi kulanan arkadaşı kınıyorum.hiçbir inanç sapık bir mahiyet taşıyamaz.hangi din ve mezhep olursa olsun kimse kimsenin inancını sabote etmeye hakkı yoktur,bu islamın şartlarına ve kurallarına aykırıdır.kuran-ı kerimin birkaç kelimesini ezberlemekle de müslüman olunmaz.bunun çok iyi bir şekilde kavranmasının zamanı geldi.çünkü inanç gönül ve rıza işidir;laf salatası ve başkalarının inançlarına saldırmak değildir.teşekkür ederim


emin IP: 88.228.127.xxx Tarih : 6.10.2007 21:18:23

seyyahitalib denen zavallı sapık sen kim oluyorsun ki nusayrilerin inancını sorguluyorsun ve onlara hakaret ederek kendini islamın merkezinde addediyorsun,senin gibi sözde müslüman esasta bozguncu şarlatanlar nusayrilik akidesini anlayacak kapasitede değildir.


muammer karakütük IP: 88.245.101.xxx Tarih : 11.10.2007 02:41:59

sayın Erdem yücel, ben naçizane kendi çapında okuyan araştıran bir tamirciyim... sizin etiketlerinize bakılırsa benim susmam gerekir.. ama yazınızı daha ilk okuyuşda birbiriyle çelişik ifadeler buluyorum bunu siz nasıl göremiyorsunuz anlamadım.!? seyyahitalib allahtan benden önce bunu görmüş ve okuma/anlama özürlü emin rumuzlu arkadaşın hışmına ugramış. benim dilegim yazdıklarınızı tekrar okuyup-düzelterek bu bariz hataların biz naçizane okuyan/araştıran tamirci takımlarının kafasının karışmasına izin vermemeniz. ne de olsa bizler sizler gibi çok kaliteli etiketlere sahip degiliz fakat bazen gözümüze böyle akademik hatalar?? çarpıyor.şimdi hz. ali yi tanrı olarak (???)kabul etmedigim vs. konularda zavallı, bozguncu, şarlatan, sözde müslüman olarak şuçlanacak ve sayın editör(?) tarafından denetimden geçen yazılarda bunları görecek olursam yazanlarında yayınlayanlarında canı sağolsun diyor Allah tan kendimde dahil olmak üzere herkese hidayet diliyorum.. kalın sağlıcakla..


seyyahitalib IP: 212.175.53.xxx Tarih : 23.06.2007 18:36:27
Sayın Yazar, Yazısının başlangıç kısmında; (Nusayrilerin “Hz. Ali’’nin Allah olduğuna inananlar” diye tanımlanmaları gerçek olmaktan çok uzaktır.) derken, metnin ilerleyen paragarafında bunun böyle olduğunu ve hakikaten böyle "sapık" bir inanca sahip olduklarını şu cümleleriyle ispatliyor: " Bu inanca göre Hz.Ali, Allah’’ın cisimleşmesinden başka bir şey değildir" Daha evvelinde "Zahir alemde ise insanlara insan şeklinde görünmüştür. Tanrı insanlara Habil, Şiş, Yusuf, Yuşa, Asaf, Şem’’un ve Al Ebi Talib isimleri ile görünmüştür. Zahir alemde görülen bütün bu kişiler Hz.Ali’’nin kendisidir" diyor... Ayrıca "Nusayrilerin diğer mezheplerden en büyük farkı da ruh göçünü (tenasü) yani reankarnasyona inanmalarıdır. " diyerek İslamın Hiçbir sapık mezhebinde dahi olmayan bir "inancı" taşıdıklarını yazmış. Ben Ehl-i Sünnet Ve'l Cemaat mensubu bir Müslüman olarak, Herkes "inancında" serbesttir, neye nasıl inanırsa inansın, buna itirazım yok.Fakat bu şekildeki "fırak-ı dalleye" düşmüş, Kur'an-ı Azimüşşan'ın Bütün Ayetlerine Hadis-i şeriflerin Cümlesiyle Ters düşen ve zıt olan bir İtikada "İslamiyet" veya "İslamın bir Mezhebi" denilemez..Vesselam.

Selim Temiz IP: 88.232.7.xxx Tarih : 17.12.2007 15:48:59

NUSAYRİ ve Fellah Eti Türkleri Kazanlı-Mersin Kazanlı, Mersin merkez ilçeye bağlı bir kasabadır. Bir çok yerde okuduğum ve çoğunun gerçekle ilgisi olmayan ve olmadığına kanaat getirdiğim yakıştırmalara ve tahmini yazılara binaen yanlış anlaşılmaların önüne geçebilmek amacıyla kaleme aldım veya almağa çalıştım. Kültür alışverişinin kimseye zararı olmadığı gibi sonsuz faydaları çoktur ve vardır. Kazanlı, Eti Türkleri devamı, ETİ Türkleri''nin torunları Fellahlardan oluşmaktadır. Kazanlı, 1300 yıllarında kurulmuş, yaklaşık 10 Km. uzunluğunda kumsaldan Akdeniz''e kıyısı bulunan çok küçük ve çok şirin bir köydü. Mersin-Adana E-5 Karayolunun üzerinde 12 Km. deki dönüşten dönüşten sonra 3 Km. uzaklık sonrası hemen sahilde bulunmaktadır. Toplamda Mersin ile Kazanlı arası 15 Km.dir.1969 yılına kadar nüfusu 1.500 kişi iken, feodal bağları çok güçlü ve birbirine destek olan dayanışmanın ve saygı ile sevginin çok üst düzeylerde yaşandığı ender şirin tarımsal doğa harikası yerleşim alanlarındandı. Kazanlı, birbirine daim sahip çıkan ve şartlar çok ağır dahi olsa bile kesinlikle hiç kimsenin aç kalmayacağı çok yardımsever küçücük bir köy idi, ilk zamanlarında. Dışarıdan gelen konuklar kesinlikle çok memnun ayrılırlardı ve Kazanlı konukseverliğini anlatmakla bitirmezdi. Dışarıdan gelen misafirlere mükellef sofralar hazırlnırdı; buranın meşhur damak tadı olarak, fellah içli köftesini, patlıcan dolmasını, biber dolmasını, yaprak sarmasını, işkembe dolmasını (şırdan ve bumbar), bulgurlu kısır yemeklerini, bulgurlu köftesini, kabak tatlısını, dometes reçelini, mantı yemeklerini sayabiliriz. Hatta kendilerine daha önce anlatılanlarla çok önyargılı olarak gelen konuklar dahi; gördükleri içtenlik ile gördükleri insani yaklaşımlar sonucunda zamanında özür dileyerek ve "Kazanlı''yı yanlış anlatmışlar!..." diyerek dostça ayrılırdı. Yaklaşık 800 metre genişliğinde, ortalama 5 (Beş) metreyi bulan yükseklikte ve 10 km. den daha uzun çok yüksek kum tepelerinden oluşan kumsalı mevcuttu. Kumsalları, Kamluboğaların üreme alanı idi. Sahilinde herhangi bir zaman da gezinti yapıldığında en az 50-60 adet kamlumboğaya rastlamak mümkündü. Zamanında koruma altına alınmış olsaydı, şimdilerdeki getirisi maddi ve manevi olmak üzere turistik ve en üst düzeyde olabilecekti. Kızgın kumlara romatizma hastalarının şifa kaynağı olarak görülürdü. Yaşlı insanlar çok uzak şehirlerimizden gelip kızgın kumlara gömülür ve şifa bulurlardı. Kazanlı''nın etrafı genellikle sazlık ve bazı yerleri ise çok az olmak üzere bataklık vasfındaydı. Etrafta, her yıl tekrarlanan leylek göçleri, çulluklar, sığırcıklar, yabani ördek ve yabani kazlar, karatavuk yönünden çok zengin bir av alanıydı. 1970 yıllarına kadar pamuk tarlaları ve pirinç tarlaları, narenciye bahçeleri ile patlıcan, domates, biber, salatalık, karpuz, kavun, portakal, limon, mandalina vb. birçok tarımsal ürünleri ile resmen Türkiye''nin en az % 60'' nın besin kaynağıydı. Kazanlı aynı zamanda hayvancılık yönünden zengin meralara sahipti; küçük baş ve büyük baş hayvancılık da yapılmaktaydı. Kazanlı tarımsal iş alanı olarak, Mardin, Kahramanmaraş, Sivas, Urfa, Malatya, Diyarbakır, Yozgat, Hatay ve Gaziantepli olan ve mevsimlik gelen işçilerin iş bulduğu yaklaşık 7-8 ay çalışabildiği tarım alanıydı. Türkiyemizin resmen bir ALMANYA'' sı idi. Kışları bile iş bulmak mümkündü. Bu nedenle Kazanlı''nın ilk ismi kazan ve ye anlamına gelen KAZANYE (Kazanlı) köyü idi. Mutemadiyen ve övünerek söylenen kalıplaşmış cümlelerden "EVELALLAH ÇÖKMEZ KAZANLI POSTASI!.." deyimi çok mehhurdur. Çeltik yani pirinç tarlalarının sayısı azamsanmayacak kadar fazlaydı. Aynı zamanda çeltik tarlalarına dadanan yabani domuzları avlamak da mümkündü. Geceleri dışarıda bulunmak çok tehlikeli olurdu. Etrafta yani yerleşim alanın hemen dışında tüm Kazanlı etrafını saran çakal ulumaları hiç kesilmezdi. Fabrikalar yoktu ve Akdeniz çok berrak ve temiz idi. Daha sonra, 1969 yılında Kazanlı Belediyesi kuruldu; Kazanlı-Karaduvar arasındaki 150-200 bin m2 (200 dönümlük) bataklık halindeki araziler yine 1970''te değerlendirilmiş ve Şişe Cam A.Ş.''ye fabrika yapılmak üzere satılmıştır; KROMSAN ve SODA Sanayii A.Ş. den oluşan iki fabrika şimdilerde resmen etrefa havadan ve yeraltından olmak üzere zehir saçmaktadır; bu zehirler,tüm Kazanlı yaşayanı için kabus niteliğindedir; ve ne yazıktır ki işsizlik en üst düzeylerde olduğu ve olmasına rağmen Kazanlı insanı Fabrikalarda hiç yok denecek kadar çok azdır; maddiyat uğruna satılan yerlerden şimdi satanların torunları en büyük zararları görmektedir ve içtikleri suların bile çok zararlı olduğu ispatlanmıştır; onları da tarihsel gerçekler yazacaktır somdan altın harflerle... 1969 ila 1981 yılları arasında, daima Kazanlı''ya maddi karşılıksız hocalık yapan ve halen başarıyla karşılıksız yapmağa devam eden KURTULUŞ ailesinden rahmetli Ali KURTULUŞ Belediye Başkanı olmuştu. Kazanlı hizmetlerinden dolayı şükranla anacaktır. Zamanın bir doğa harikası Kazanlı ''nın tüm kumları çok geniş yerler olan arazilerine taransfer edilerek yok edilmiştir; hatta 5-10 metre derinlerdeki kumlar da kum ocağı adı altında alınarak dışardan gelenlere dahi maddi çıkarlarla satılmıştır. Tümden Boşaltılan kumların yerine KROMSAN A.Ş.ve SODA A.Ş. fabrikalarından çıkan çok zehirli atıklar yerleştirilmiştir. Mersin Üniversitesi işbirliği ile yapılan tıbbi tahliller sonucunda çok tehlikeli boyutlarda olduğu bilimsel olarak Başkan Kenan YILDIRIM dönemlerine ispat edilmiştir. Bu mücadelesinden dolayı Kenan YILDIRIM''ı ayrıca içtenlikle candan kutlamak gerekmektedir. Daha sonra, halktan birisi olan ve iki dönem çok çalışan ve halen başkan olmamasına rağmen elinden gelen tüm imkanlarla taş üstüne taş katmaya çalışan Belediye Başkanlığı yapmış olan A.Menef GÜNER kazanmıştır. Şimdi; Kazanlı Belediyesi çok çalışkan ve eskimiyen eski halkçı ve mutevazi güleryüzlü insanımız Başkan A.Menef GÜNER''in yadsınamaz katkılarıyla taş üstüne taş konmuştur. Ve daha sonra aday olmadan Kenan YILDIRIM''a her dönem destek veren Abdulmenef GÜNER''den sonra, doğa dostu ve çok çalışkan çevreci cesur yürekli ve tüm tehditlere rağmen başkan olan şimdiki Belediye Başkanımız Kenan YILDIRIM''ın başkalığında çok daha iyi yarınlarına kavuşacaktır. Kazanlı sahili, Kazanlı'' nın tertemiz saygın mazisine yakışmayacak kadar pis kokulu kötü ve mafyavari oluşumlara sahne olmuştu; büyük mücadeleler sonucunda çok cesur ve mert insan şimdiki Belediye Başkanı Kenan YILDIRIM öncülüğünde bu oluşumlar, Kazanlı Kasabası sahilinden yok edilerek dost düşman tüm kesimlerin yani herkesin takdirini kazanmıştır; gösterdiği "Deli cesareti" ile gerçek devlet adamı portresi çizmiştir; Tarih daima taş üstüne taşı koyanları altın harflerle yazacaktır. Eser bırakmak, insanlık için ölümsüzlüktür!... 1970 yıllarına kadar, Karacailyas, Adanalıoğlu, Karaduvar ve Homurlu, Yaka köyü ile Tekke''den oluşan şimdiki YENİTAŞKENT beldeleri de Kazanlı''ya bağlı idi. Şimdiki nüfusu, Mersin merkezde oturanlar ile birlikte yaklaşık 15-20 bin civarındadır. Tüm anılan bu yörelerimizin de, başlıca geçim kaynakları yine topraktan sağlanmaktadır. Tüm yöreleriyle birlikte narenciye bahçeleri ile yeşile bürünmüş Akdeniz görüntüsünü vermekteydi. Tescilli bir doğa harikası idi. Kuruluşundan 1970 li yıllara kadar olan zamanlarında kısmen amatör balıkçılık yapılmaktaydı. Fellah Arapça'' da "Bağcılık, Bahçeci, Çiftçi" anlamında kullanılan bir kelimedir. Kurtuluş Savaşı''ndan sonra Başkomutan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından yaptırılan geniş araştırmalar sonucunda, Kazanlı Araplarının gerçekte Orta Asya''dan gelen gerçek OĞUZLAR oldukları ve toprakla uğraşmış olan bu fellahların ETİ İMPARATORLUĞU nun torunlları olduğu ortaya çıkarılmıştır. Yani, ETİ TÜRKLERİ ile ''ONİKİ İAMAM'' soyunun kaynaştığı bir toplum olmuştur NUSAYRİ Kazanlı. Milli şef İsmet Paşa ile birlikte Kazanlı''ya ayrı bir önem vermişti yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK. Zamanında da birçok heyetler gelmiş ve gönderilmiştir; Kurtuluş Savaşı'' nda çok koordineli görüşmelerle ilişklerin daima sıcak tutulduğu söylemmektedir. Hatta, zamanı bilinmemekle birlikte Kazanlı ŞEYH leri ile dini konulur üzerinde birçok görüşmeler yapılmış ve laik yönlerinden dolayı "TAKDİRNAME" dahi alan hocalarının olduğu bilinmekte söylenmektedir. Orta Asya'' dan gelen bir çok bilim adamı tarafından da keşfedilmiş ve Kazanlı insanı ile ilk olarak karşılaştıklarında "işte! Gerçek TÜRK Yüzü!.." diyerek çoğu zaman taltif edilmiş ve araştırmalara konu olmuştur. Ancak, bazı konular birbirleriyle biraz çelişmiş gibi görünse de; ETİ TÜRKLERİ ve ayrıca ONİKİ İMAM soyundan geldikleri söylenebilmektedir. Şöyle ki, ŞEYH olarak nitelendirilenlerin sonradan Kazanlı''ya geldikleri bilinmektedir. Diğer bir deyimle, Arapça sonradan İslamiyetin de etkisiyle sahiplenilerek konuşulmaya başlanmıştır. Kesin tarihi bilinmemekle ve yaklaşık 200-300 yıl öncesi bir zamanda bir evliyanın insan ticareti yapan korsan Yahudi gemisine esir düştüğü ve anılan geminin Akdeniz''de seyrettiği anlatılmaktadır; bu eyliyanın gece boyunca ALLAH'' a dua ettiği ve geminin her sabah tekrar aynı yerde görüldüğü ve dua sonucu bir türlü yerinden ayrılamadığı rivayetleriyle anlatılmaktadır; ESİRZADE evliya daha sonra Kazanlı halkı tarafından davet edilmiş ve ŞEYH'' lik yapmak üzere Kazanlı''da kalması istenilmiştir; ve netice de Kazanlı''da kalmış ve hocalık yapmıştır,daha sonraları torunları Tarsus yöresine kadar olan yedi yerleşim alanına ŞEYH olarak görevlendirilmiş ve oralara yerleşmişlerdir; ve şimdiye kadar da torunlarının dini görevlerini yerine getirmekte oluğu bilinmektedir. Ayrıca; ''ONİKİ İMAM'' soyunun, Suriye, Hatay ve Adana''ya buradan dağıldığı ve hocalık için yerleştikleri söylenmekte ve bilinmektedir. Kazanlı''da bulunan, KURTULUŞ''LAR sülalesi ile birlikte TAMAMOĞULLARI ve ESİROĞLU ailelerinin bunlardan bazıları olduğu ve şimdilerde yedi sülaleden ibaret oldukları bilinmektedir. Bunlar daha sonra HATAY, ADANA, MERSİN ve bir kımı SURİYE içlerine yayılırak göç etmiş ve yerleşmişlerdir. 1832 yılında, üç kıta hakimi Büyük Türk Devleti Osmanlı İmparatorluğu zamanındaKavalali Mehmet Ali Paşa tarafından Mersin''e Nusayri Araplarının Mısır''dan getirildiği ve getirildiği zamanlarda ise Kazanlı''daki fellahların yani Eti Türkleri''nin zaten mevcut olduğu ortaya çıkmıştır. 1300'' lü yılların ilk başlarında kurulmuş bir Kazanlı ile Nusayrilerin getirilişi arasında en az 500 yıl zaman farkı bulunmaktadır.Gerçekte ise "Fellah" sadece kelime anlamında kullanılmaz. Fellah ismi farklı bir Arap toplumuna verilen isimdir. Kendileri için Fellah Etiler teriminden çok Arap Alevileri'' ni kullanırlar. Diğerisimle, Fellah Eti Türkleri, Arapuşakları, Fellah Nusayrîlerdir. Adana''nın %25''i, Hatay yöresi ve Kuzeybatı Suriye''nin yerleşik halkı Arap alevilerinden oluşur. Alevi kelimesi Hazreti Ali taraftarı anlamında kullanılmaktadır; ancak, Anadolu/nun Alevileri ile bundan başka ortak tek noktaları Allah''a en yakın olanlar olarak kabul edilen "EHL-İ BEYT" ve "ONİKİ İMAM" dır. Gerek kültürel gerek dinî inançları açısından göçmen Türkler''den, Anadolu Alevilerinden ve diğer Araplar''dan oldukça çok farklıdırlar. İçerisinde bulundukları tüm sosyal yapıya kesin bir uyum sağlarken, birçok yerde ve sitede okunması mümkün olan birçok asılsız yazılara da ratlamak ve bazı yazarların konuyu saptırdıklarına "Sır Kurumu" diyerek birçok yakıştırmalar yaptıklarına şahit olmaktayız ki, "SIR KURUMU" denilen ve sadece torunlarının katılabileceği "ATA''YA SAYGI TÖRENLERİ" ne sadece atalarına saygıyı gösterecek olanların yani atalarının torunları katılabilirler ve torunlardan olmayanların katılması sözkonusu olamaz ve zaten bunun dışındaki bir insanın katılması mantıklı da değildir; dolayısıyla inançlarını ve geleneklerini tüm inançlara saygılı çok gizli tutarlar. Sır kurumunun varlık nedeni çok eskilere dayanmaktadır. Kerbela Olayı ile yapılan büyük katliamla tüm peygamber soyunun katledilmesinden sonra büyük baskılara maruz kalmaları sonucunda gizlenerek İslam inançlarını korunmak için geliştirmişlerdir.Yerleşik yaşamlı bir halktan olduklarından İslam ve İslam öncesinden kalma Hiristiyanlığın izleri görülür. Bunun yanında Musevilikle de benzerlikleri vardır. Arap Aleviler Muhammed peygamberin yanında Hazreti Ali ve oniki imam soyundan geldiklerini düşünürler; İmamlık, imam atadan imam oğula intikal etmektedir. Tarihsel fikir hocaları olarak Muhammed Bin Nusayri''yi kabul ederler. Fellah Kazanlı, inancında bütün dinlerden olmak üzere Hiristiyan''ların izleri ile birlikte Allah tarafından gönderilmiş olan "DÖRT KİTAP" ve "KIRK PEYGAMBER" yaradan ALLAH adına haktır ve kesin yargının, çok adaletli bir şekilde "İLAHİ ADALET" tarafından yani kişinin ameline yani ibadetine ve ibadet dışındaki tüm hal ve hareketlerine göre ALLAH tarfından görevlendirilecek melekler tarfından yapılacağının da kabul gördüğü hemence göze çarpar. Kutsal üçleme Arap Alevilerinde de vardır. Bazı yazılı kaynaklarda, Nusayrî ''lerin Hazreti Ali''yi tanrı ilan ettiği iddia edilir ki bu konu birçok kesimlerden olan ve "tahminci" yazarlar tarfından iddia edilmekle birlikte, kesinlikle söylenemeyeceği ve söylenmesinin dahi çok büyük günah ve yasak olduğu kesin bilinmekle birlikte satırları yazan yazarların güncel tecrübelerinde böyle kesin bir veri yoktur ve de rastlamamıştır. Bu konular, Osmanlı''dan sonra Hz.Ali''nin tanrılığı ve Hz. Muhammed''in Hz. Ali''nin nurundan yaratıldığı inancı daha sağlıklı ve konusu saptırılmadan ve yakıştırmalar yapılmadan tarafsızca tüm gerçekleriyle ifade edilebilmiştir. Bu konu yapılan korkunç baskılar sonucu gizli olarak yapılan ibadetlerden sonra gizlilikten ve kendi inançlarını tam ifade edememekten dolayı kaynaklanan varsayımların yakıştırmalarından öteye gitmemektedir. Bir yanlış anşılmayı önllemek adına bir açıklama yapılması zorunluluk haline gelmektedir; Tüm hak olan dinler tarafından kabul edildiği üzere, Hz.Musa (SAV) ile ALLAH Habibi son peygamberimiz olan ALLAH''ın Habibi Hz.Muhammed (S.A.V) yaradan ile konuşmuş iki şanslı peyganberimizdir; Hz.Muhammed "ALLAH HABİBİ" olarak ARŞA intikal ettiğinde ve ALLAH tarafından kabul edildiğinde ALLAH ile görüşmüş ve tekrar yeryüzüne inmiştir. Yeryüzüne indikten sonra sadece yakın çevresinden olmak üzere EHL-İ BEYT mensuplarından en yakınlarına Hz. Ali''yi yaradanın katında gördüğünü ve ALLAH'' ın bu şekilde göründüğünü beyan ettiği ve bundan sonra bu şekilde Hz.Ali''nin önemli konuma geldiği söylenmektedir. Bu ne şekilde olursa olsun kesinlikle ve kesinlikle sadece ALLAH ile "ALLAH''ın HABİBİ" Hz.Muhammed arsında geçmiştir. Hz.Musa ALLAH''ı nasıl ve ne şekilde görmüş ise Hz. Muhammed''de aynı şekilde görmüştür. Hz. Muhammed (SAV) in doğum günü olan kutsal gün "KADİR GÜNÜ" için yapılan "KADİR BAYRAMI" en büyük "ATAYA SAYGI TÖRENİ" olup bu günde 24 saat olmak üzere "Cehennem ATEŞİ" nin söndüğü ve böyle bir günde vefat edenlerin ise kesinlikle sorgusuz ve sualsiz hemen "CENNET" e alındığına inanılmaktadır. Bu kesinlikle bir kula nasip olmayacak mutlak kabul edilir. Önemle belirelim ki; ALLAH kesinlikle bir kul ile isimlendirilemez ve söylenmesi dahi af edilemeyecek kadar büyük suç ve günahtır. ALLAH kesinlikle ve kesinlikle bir kul tarafından görülmedi ve görülmeyecek olduğu kabul edilir. Din ehli insanlara sorulması halinde "HAŞA!", "Kimse tanrıyı görmedi,göremezde; ve hiçbir insana görünmedi söylenmesi dahi kesinlikle yasak ve af edilemez büyük günahtır" yanıtını Kazanlı hocalarından alacaklardır. Bazı cahillerin ve din bilgisinden yoksun olanların, ehli olmayanların söylemlerinden öteye gitmemektedir. Bu işin çok iyi yetiştirilmiş EHLi Kazanlı imam hatipleri veya ŞEYH''leri varken cahillerin elinde olması biraz da hocalarının da bu ve benzeri konulara daha duyarlı olmasını kaçınılmaz hale getirmektedir. Bu konulara EHLİ kişilerin özellikle ilgilenmesi gerekmektedir ve bazı noktalarını andınlatmaları ve yanlış kullanımların önüne geçmelidirler kesinlikle!... Felah Kazanlı için kesinlikle CAMİ ve ATAYA SAYGI TÖRENLERİ de ayrı ayrı ve birlikte haktır. CAMİ''ler dört büyük MELEK isimlerinin başharflerinden ibarettir. Dört Büyük Meleklerimiz (SAV) Cebrail, Azrail, Mikail ve İsrafil olmak üzere C.A.M.İ. kutsaldır ve hem CAMİ namazı hem de "ATAYA SAYGI" niteliğinde olan bayram töreni kabul görmektedir ve bu kesindir. Ancak ALLAH''ın gerçek evi olarak insan kalbi kabul edilir. Yaradanımız ALLAH o kadar çok büyüktür ki küçücük kalbimize sevgisi sığmaktadır. Bu konular ehline yani din işleriyle uğraşan gerçek kişilere sorulursa CAMİ namazınında hak olduğu ve eda edildiği ayrıca ve kesinlikle söylenecektir. Tüm bunların yanında da Museviler ile bir benzerliği, Arap Alevi olunamayacağı, Arap Alevisi (Fellah) olarak ancak doğulacağıdır. Kimselerin mezhebini veya dinlerini değiştirip de Nusayri olamayacağı kabul edilir. Ancak, Kazanlı ile iç içe yaşamış olan ve tüm geleneklerini kabul ettikten üç göbek sonra bazı sülalelerin tüm benlikleri ile inanaçları kabul ettikleri ve biat ettikleri görülmektedir. Arap Aleviler, Anadolu Alevileri'' nde olduğu gibi camiye pek gitmezler denilse de, namazlarını hem CAMİ''de kendi evlerinde de kılabilirler; ve kadınlar ile Arap Alevi torunu olmayanlar hiç bir şekilde "ATAYA SAYGI" niteliğindeki hiçbir bayram namazlarına katılamazlar. Dinsel kuralların gereği kadınlar tüm Arap Alevi ibadetlerinden muaftırlar. Ancakgerektiği zaman "Kelime-İ Şehadet" ve "Fatiha" okudukları ve bazı dini terimlerle kendilerine verilen dini iş ve işlevleri yerine getirdikleri kesindir. Namazı kıldıran, duaları okuyup, okutan Arap Alevi Şeyh''idir. Şeyh olanlar bu işi bağışla yapar ve genellikle başka iş yapmaz. Atası yani dedeleri şeyh olanların dışındakiler şeyh olamaz ve olamamaktadır. Ayrıca üzerinde önemle durulması gereken bir konu vardır ki ;NUSAYRİ olmayan yani kendilerinden olmayan CAMİ hocası namzlarını kıldıramaz ve kendilerinden olmayan CAMİ hocasının hocalığında namazlarını kılmazlar ve bu konuya büyük önemle dikkat edilmesi gerekmektedir. Fellahlar, namaz kılmakta, zekat varmekte, oruç tutmakta, hacca gitmekte, Kuran-ı Kerim okumakta ve ezbere bilen insanlarının varlığı azımanmayacak sayıda çoktur;gerektiği kadar yetiştirilmektedirler. Oruçlarını, aç ve aç kalanların halinden anlamak ve muhtaçlara yardım ve saedece ALLAH için tutarlar. Ancak, oruçlarını Hz.muhammed (SAV) zamanında olduğu gibi yani orjinal haliyle gökte seyreden ay hareketlerine göre ayarlarlar. Bu zaman, başlangıçta iki gün öncesine takabül etmekte ve oruçlarını diğer kesimlerden iki gün önce bitirmektedirler. Bu durumları, son elçi peygamberimiz zamanından bu yana yüzyıllardır süre gelen bir gelenektir.Bu geleneklerinin, "ONİKİ İMAM" dönemine kadar uzandığına inanılmaktadır. Nusayri Kazanlı yani Eti Fellahlar, namazlarında okutulan duaları Kuran-ı Kerim''in yanı sıra Nusayri''nin hadislerinden de okuturlar. Bu tören günlerinde kesinlikle içki içilmez ve içki içmek çok günahtır. Bu konuda çok çeşitli iddialar mevcuttur ve bu iddiaların gerçek dışı iftira niteliğinde tahminlerdir. Hazreti Ali ve Hazreti Muhammed peygamberlerin dışında diğer halifelere [ Ebubekir, Osman, Ömer ] dualarında kesinlikle yer vermezler, onlara hiç bir şekilde değer biçmezler. Aynı zamanda bu isimlerden de çocuklarına isim vermezler ve bu isimlere de hiç rastlanmaz.. Ayşe isimlerine de hiç rastlanmaz. Zamanında Hz. Muhammed (SAV) ile ilişkilerinde daima peygamberimize ters gelen işler yaparak ''O'' nu zor durumda bırakmaya çalıştıkları söylenmektedir. Peygamberimizin en yakın koruyucusu daima Hz.Ali olmuş ve korumuş olduğuna inanılır. Düğer bir değimle "ALLAH''In KILICI" veya "ALLAH''IN ARSLANI" olarak görevlendirildiğine ve Hz. Muhammed''in en zor zamanlarında daima Hz. ALİ''den yardım istediği, desteklendiği ve korunduğuna bütün İslam aleminden kabul gördüğüne inanılmaktadır. Ebubekir, Osman ve Ömer''e karşı bakış açılarının özel nedenleri arasında, Hazreti Muhammed (A.S) ın "ARŞ" tan döndekten sonra, yaptığı veda hutbesinde kendisinden sonra halife olarak Hazreti Ali ''yi göstermesine rağmen, aşiret reisi olmaktan kaynaklanan tüm nufuzlarını kullanarak ve Hz.Muhammed (A.S) ın cenazesiyle bile yeterince ilgilenmeyerek yaptıkları iktidarı ele geçirme çabalarından sonra haksız olarak da halife olduklarından kaynaklandığına inanılmaktadır. Halifelik makamının daima nur olarakkutsal peygamber ve kutsal soyundan gelenlere ait olduğuna inanılır. "Kerbela Olayı" ndan dolayı YEZİD''in, bir bütün olan İslamiyeti bölen bir "hain" olduğuna inanılır; Bu iktidar oyunları olmasaydı bütün islamiyetin tek vucut barış içerisinde olacağına inanılmaktadır. Ölümden sonra insanların hemen başka bir evde doğdukları da yani REEKARNASYON kabul görmektedir. Tüm dini sohbetlerde kırk peygamberden hadis ve söylemlere yer verilir. "ALLAH HABİBİ" olarak Hz.Muhammed ve Hz. Musa ve Hz.Ali ve ölümsüzlük şerbetini içmiş Peygamberlerden olan HIZIR (AS) yani HIDIR (AS) ve diğer peygamberler ön palanda tutulur. Hz.İbrahim ve Hz. Adem ile diğer tüm peygamberlerimizden bahsedilir ve kutsal yönleri anlatılır. İnsanların zamanında nasıl ve ne gibi yanlışlara düştükleri ve nasıl bir şekilde cezalandırıldıkları anlatılır. Namazdan sonra Arap Alevi kadınları tarafından,yaklaşık olarak 6-7 saatte anca hazırlanbilen büyük bir yemek verilir; Namaza sadece erkekler namaza girer. Namaz''da ve namazdan sonra Kelime-i Şehadet eşiliğinde ve dualar eşliğinde yaradan ALLAH''a biat anlamında tütsü dumanı (bohur) yüze sürülür ve göksemaya yükselmesi sağlanır; Bohur yakmak ayrıca her kutsal CUMA günleri tekrarlanan bir işlemdir. Türk Ordusuna ve Milletine ve Türk Bayrağına ve Türkiye Cumhuriyeti Devletine kesin bağlılığı pekiştiren olumlu ve "Allah, bizleri ve akrabalarımızı ve dostlarımızı ve biz Türkleri ve Türk Cumhuriyeti Devletini ve Türk Ordusunu Korusun ve yüceltsin ve daimi kılsın ve muzaffer eylesin!.." duaları okunur ve namaz biter. Namaz sırasında veya sonrasında kesinlikle dini çerçevelerde herhangi sazlı- çalgılı bir durum veya içki içmek söz konusu değildir. Ancak bazı çevrelerce iddia edlmekte olsa da; bayram namazlarının kılındığı gün kesinlikle içki içilmesi yasak ve çok günahtır. Ancak,bayramı yapanın maddi gücüne orantılı olarak, bayramlardan bir gün önceleri kesilen 100-150 küçükbaş ve 1- 2 büyük baş hayvanın kesilmesinden sonra; gönüllü olarak kesim işini yapanların 9-10 saat yoruldukları ve kesim işlerinin bitmesinden sonra mükellef bir sofra hazırlınıp içki içildiği olmaktadır ki yemekten sonra bu kişiler kurban etinden oluşan ikramla birlikte evlerine teşekkür edilerek uğurlanır ve namaza katılmayacak kişilerdir. Aynı zamanda kesinlikle kancık veya sağlıklı olmayan veya herhangi bir eksiği bulunan kurban kesilmez. Kesinlkle erkek hayvan kurban edilir. Kancık etinin çok yavan olduğu ve bu nedenle kesilmediği ve tüm zamanlarda yenilmediği söylenir ve yapılan araştırmalarla bilimsel kesindir. Ayrıca, konusu gelmişken; TAVŞAN eti tüm zamanlarda yenmez ve yenmesi günahtır; çünkü insanlar gibi "AYBAŞI" olduğundan tavşan etinin insanların etinden farksız olduğuna inanılmaktadır. Ertesi gün yani asıl bayramın olduğu gün kesinlikle içki içilmediği gibi sigara dahi mekandan çok uzakta ancak içirtilir veya içilebilir. Namaz bitince, sosuz itina hazırlanan kutsanmış yemekler önce namazı kılan ŞEYH ile namaza katılan erkeklere ikram edilir. Daha sonra enaz 6-7 adet kazanlarda hazırlanmış etli ve çorba yemekleri ve ıslatılmış açık tandır ekmekleri yine burada gönüllü görevli bulunan usta yemek pişiriciler kontrolünde (ALLAH için temizlenmiş ve kesinlikle banyosunu da yapmış ve abdestini almış olan ve tören günü hiçbir eksikliği bulunmayan bay ve bayanlar) bay ve bayanlar tarafından bu anılan kazanlardaki yemekler bitinceye kadar ve özellikle öncelik muhtaç olanlardan başlamak üzere ve muhtaç durumunda olanlara aynı zamanda zekatları verilmek suretiyle dağıtılır;genellikle bu dağıtımların töreni hazırlayan ev sahibinin maddi gücene göre değişmektedir. Asgari düzeyde olursa, 100 ila 150 haneye yani aileye ikram edilmektedir. Arap Aleviler Anadolu Alevilerinden farklı olarak oruç tutarlar. Anadolu Yarımadası iç kesim Alevileri'' ndeki "dede", Arap Alevilerdeki amcadır. Ancak işlevleri biraz değil çok farklıdır. Amca şeyh değildir. Arap Alevi çocuklarının hepsi dini eğitimlerini görmek için "amca"''nın yanına verilir ve orada bir kaç günden bir kaç aya varan süre boyunca kalırlar. "Sır kurumu"''nun gereklilikleri nusayrî duaları öğretilir bu sürede. Arap Alevi, adaklı olan bazı erkeklerin yani çocuklarının saçı bir dönem uzatılır. Örneğin, Selim TEMİZ olarak ben, doğduğumda annem ve babam tarafından sağlıklı olmam için adaklı sayılmışım. Bu adak nedeniyle, yedi yıl üst üste Tarsus üzerinde bulunan ve "YEDİ KARDEŞLER"in mağarada 309 yıl gizlendikten sonra göksemaya yükseldikleri ve şimdi yedi yıldız kümesi oluşturduklarına inanılan ve yükseldikleri mağaranın yeri olan (ve ayrıca çıktıkları mağaranın hemen başlangıcında onları 309 yıl boyunca koruyan kocaman bir köpek resminin bulunduğu ve adının "KATMİR" olduğu ve bir dilekler tutularak dilek taşının varlığı ve tüm ziyaretçiler tarafından görülmektedir) "ESHAB-I KEYF" e kubanlar kesilerek ve ŞEYH eşliğinde her yıl namazlar kılndıktan sonra ve yedinci yılın sonunda törenle çok uzun olan saçlarım kesilmiştir. Bu konular tamamen adak adamış ailelerle ilgili bir konudur. Şeyh tarafından dini bir törenle zamanı gelince de kesildiği bilinlmektedir. Erkek çocuğunun arınmışlığını simgeleyen bir gelenektir;ESHAB-I KEYF'' e yedi yıl üst üste gidenlerin hacca gitmiş gibi "HACCI" sayılığı söylenir. Kazanlı'' da 9-10 yaşında saçı uzun çocuklar görmek mümkündür. Arap Alevi''lerinin bir de "Ziyaret"''leri yani yatırları vardır. Buralar beyaza boyanan kutsal mekanlardır;Bu mekanlar birer EVLİYA mezarı olan yatırlardır;bu mekanlarda kurbanlar keislir yemekler verilir ve dualar yapılır; Buradaki dualar ALLAH için bu mekanda yapılır ve yatırdaki EVLİYA ayrıca taltif edilir. Bu yatırlara tapmak kesinlikle söz konusu değildir. Orada şeyh''ler tarafından dualar edilir ve Şeyhe ve ziyarete belli bir miktar bağış yapılır. Bu bağışlar zor durumda ama kesinlikle zor durumda olan yoksul Arap Alevilere yardım için kullanılır. Kazalı sınırlarında birçok yatır bulunmaktadır; Kazanlı CAMİİ nin hemen bitişiğinde HIDIR (AS) ve Daniz kenarında çocukları olmayanların bez bağladığı "ŞEYH REYHANİ" ve Adanalıoğlu belediyesi snırları içerisinde bulunan "ŞEYH MAHMUT" ile "ŞEYH İBRAHİM HÂKİM" yatırları en önemlileridir. Dışarıdan buralara gelenlerin sayısı oldukça yüksektir. Arap Aleviler bahsi geçtiği gibi Adana, Hatay ve İskenderun ile Tarsus yöresinde yaşarlar.Türkiye''de Arap Aleviler çoğunlukla Kemalist''tir ve ülkelerine ve bayraklarına ve devletine bağlı insanlardır. Arap Alevi gençleri gelenekleri konusunda tutucu olmamakla beraber, bu geleneklerini severek gönüllüce benimsemektedirler. Arap Alevi olmaktan hiç bir rahatsızlık duymamakla beraber, az sayıda ki bazıları katı kuralları uygulamamaktadır. Sonuç olarak Arap Alevi''ler Türkiye''nin bir gerçeğidir ve bambaşka bir kültür arzederler. Arap Aleviliği bazı kesimlerce bilmeyerek "sapkınlık" olarak nitelenmiş ve bu iddialara karşı en güzel cevap olarak; Arap Alevilerinin tamamına yakınları,genelde Laik ve Atatürkçü ve Devletine bağlı, Türk Ordusuna yürekten bağlı olduklarını kesinlikle belirtebiliriz. Cenaze törenleri de ayrı bir özellik ve disiplin içerisinde yapılır; MEVTA''nın evine gidilir ve en yakınları öncelikli olmak üzere yaklaşık 2-3 saat evinde yatırılmış olarak vedealşılır. Ve daha sonra, bazen CAMİ''de bazen de evinde olmak üzere çok güzel ve tertemiz oluncaya kadar yıkandıktan sonra ilk cennaze nammazı kılnır ve topluca "FATİHA" okunduktan sonra sadece erkeler tarafından omuzlara alınır ve en az bir kilometreye kadar o şekilde omuzlarda taşınır, genellikle köy dışına kadar sonra da bir cenaze veya kamyon tipi araca bindirilir ve yol boyunca mezalığa kadar dualar eşilğinde rahmetler okunur. MEVTA yani ölü kadın ise bu işle görevli kadın tarafından yıkanır; onun dışında cenaze işlerine hiç bir şekilde kadınlar karışmaz. Mezarlıkta abdestli olanlar tarafından büyük bir kalabalıklarla cennaze namazı son kez kılınır ve cenaze mazara tekrar taşınır.Defin sırasında en az 6-7 hoca oğlu hoca tarafında "KURAN-I KERİM" hatmi eşliğinde taoprak atılır ve mezar kapatıldıktan sınra herkes kenara çekilir; hocalar tekrar son ve en uzun KURAN-I Kerim hatmini okurlar. Okuyan hocanın önünden geçmek kesinlikle yasaktır. Erkek ise; ölüyü yani MEVTA'' yı yıkarken olsun taşırken olsun defnederken olsun kesinlikle kadınlar katılamazlar. Kadınlar evden ayrılamaz ve mezarlığa gitmezler.Kadınlar cenaze evden alındıktan sonra, cenaze evinin avlusundan dışarıya çıkarılmazlar;nedeni kadınların cenzeyi takip etmeleri halinde ölümlerin peşpeşe artarak devam edceğine inanılmaktadır. Ancak,tüm bunlara rağmen son zamanlarda katılmak isyeten ve hatta mezalığa kadar gidenler olabilmektedir. Bütün işleri erkekler yaparlar. Cenazeye katılan ve ayrı yerde oturan kadınların başları kesinlikle usulüne uygun boyun altından bağlı olmaktadır.Cenaze defnedildikten sonra;üç gün üst üste en çok katılımın sağlandığı bir şekilde ve enaz 6-7 hoca veya şeyh tarafından KURAN-I KERİM hatmi yani ezberi okunur;ve yine bunun sonunda özelikle MERHUM (MERHUME) ve dostlara, akrabalara,ölmüşlerine,mevcut bulunanların kendilerine ve ailelerine ve TÜRK DEVLETİ''ne ve TÜRK ORDUSU''na ve TÜRK MİLLETİ''ne "ALLAH''ım KORU, MUZAFFER EYLE" şeklinde dualar okunur ve gelen herkese teşekkür edildikten sonra akrabalar saf tutar ve taziyeleri sağ elleri kalbin üstünde olacak şekilde kabul ederler. Bu üç günden sonra yedinci güne kadar akşamları taziye ziyeretine gelinir ve her akşam kesinlikle KURAN-I KERİM hatmi okunur. Yedinci gün yine enaz yedi kişinin bulunması şartıyla namazlar kılınır ve hazırlanan yemekler dağıtılır;cenaze evinde yemekler yenildikten sonra tüm yemekler bitinceye kadar evlere dağıtılır ve karşılığında rahmetlinin adına ''FATİHA'' okunur. Bundan sonra dileyen kırkıncı gün töreni de düzenleyebilmektedir. Kaybolan mezarların ALLAH katında daha çok kabul göreceğine inanaılsa da mezarlar yaptırılmaktadır.Hz.Musa ve Hz.ALİ''nin mezarlarının yeri şimdiye kadar bilinmemektedir. Kaybolan MEZARLAR''a yapılan tüm duaların ve okutulan tüm hatimlerin ve FATİHAların mutlaka onlara da okutulmuş olarak kabul gördüğüne inanılır. Fellahların yani Kazanlı halkının bu kadar çok dine bağlı olması ve yılda en az 250 civarında dini tören günü olmasına rağmen, türban takma ve türban ile ilgili herhangi bir talep veya dini isteklere rastlanmamaktadır. Din ibadetlerine kesinlikle diğer işlerini karıştırmazlar ve tam bir Laik ATATÜRKÇÜ çizgide yaşamlarını laikçe sergilemektedirler. Bazı tip densiz laflar hala edilmektedir; "Aleviler, anasını bacısını tanımaz" şeklinde bazı yakıştırmalara ve haksız gerçek dışı ithamlara maruz kalmışlardır ve halen kalabilmektedirler. Kesinlikle ve kesinlikle ancak ve ancak tüm milletleri ve ulusları tenzih ederek "DOMUZLAR anasını bacısını tanımaz!.." en güzel yanıt olacaktır ve kem sözler sahibine aiittir. Bütün dinlerin tanrısını aradığına ve tüm dinlerin olumlu ve güzel iyi şeylerin dışında olumsuz bir taleote bulunmayacapına inanılır. DİNLERi yargılamak sedece ALLAH''a mahsusu kabul edilir.Dğer bir değişle ırk ve inanç ayrımı yapmak ALLAH''a karşı gelmekle eş tutulur. Her insan yaptıkları ile ya cennet ya da cehenneme gidecektir. İnançlı veya inançsız din sahibi veya dinsiz, siyah veya beyaz hangi ırktan olaursa olsun ALLAH tarafından yaradılan her KUL kutsaldır ve ayırım yapılamaz; ALLAH böyle istemiş se yaradandan ötürü hepsi kutsaldır. Zamanı gelince ALLAH yargılasın. Bu yakıştırmalar bazı çıkar ve politik çevrelerce oy uğruna yapılmış olabilmektedir. Dindar olmayan sadece dini kullanmaktan öteye gitmeyenlerce yapıldığı kabul görmektedir. Anadolu medeniyetlerinin mozayiğiyle övünmek yerine bazı çıkar kesimlerince indirilmiş tek tip milliyetçi ideolojiyle sınırlandırılmaya çalışılıyor; Milliyetçiliği yapmadan önce Anadolu topraklarında kimlerin nasıl yaşadığının bilinmesi gerekir;Anadolumuzun her ırktan ve her inançtan çok ama çok çeşitli medeniyetlerin beşiği olduğunu ve barış topraklarının Anadolumuz olduğu unutulmamalıdır.Hepimiz tek yürekten TÜRK TÜRKİYE olalım ve bizleri bölmek isteyen düşman hainlere ve teröre fırsat vermeyelim... "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" , "YAŞASIN LAİK DEMOKRATİK VE ÇAĞDAŞ ATATÜRKÇÜ TÜRKİYE CUMHURİYETİMİZ!...


sururi mursaloğlu IP: 85.110.76.xxx Tarih : 15.10.2007 18:07:22

Ben İskenderun'da yaşayan bir sünniyim. Çocukluğumuzdan beri nusayrilerle içli dışlı yaşıyoruz.Çok yakın arkadaşlarımızda var.Buralarda yaşamayanlar bu yakınlığı anlayamazlar.Onun için bilmeden kimse yorum yapmasın.


erERDAL GEYİKÇİ(KÖÇEK)..! IP: 85.104.12.xxx Tarih : 12.07.2007 21:07:13
MERHABA ERDEM YÜCEL ABİ..ÖNCELİKLE ŞUNU SÖYLEYİM SİZİN KADAR ALEVİLİK HAKKINDA BİLGİM YOK AÇIKCASI.AMA ŞUNU SÖYLEYE BİLİRİM HZ ALİ EFENDİMİZ"ALLAHIN ASLANIDIR"AYRICADA BENİM KIZ KARDEŞİM SUNNİ BİRİSİYLE EVLİ.ERKEK KARDEŞİMDE LAZ KIZIYLA EVLİ.BAZI SÖYLENTİLERİ BENDE DUYDUM.HZ ALİ EFEMDİMİZİN PEYGAMBİRLİKTE GÖZÜ PLDUĞUDA SÖYLENİYOR.HZ ALİ EFENDİMİZ(SAV)HZ MUHAMMETİN"PEYGAMBER EFENDİMİZİN"HEM DAMADIDIR,HEMDE AMACASIDIR.BİZ ALEVİLER İÇİN ALİ SEVERLER DİYORLAR.BENCE ALİYİ SEVMEYEN ZATEN MÜSLÜMAN DEGİLDİR OZAMAN.EGERKİ BİZ ALEVİLERE EHLİBEYT DİYORLARSA,OZAMAN BİZLERDE PEYGAMBER SOYUNDAN GEİYORUZ DEMEKTİR.ASLINDA BURDA NE OLDUĞUMUZUN HİÇ BİR ÖNEMİ YOK.HEPİMİZİN YARADANI" ALLAHI"BİR DEGİLMİ??İÇTİĞİMİZ"BİR"HAVAMIZ"BİR"YEDİĞİMİZ"BİR"GİYDİĞİMİZ"BİR"UNUTMAYALIMKİ ALLAHIMIZDA"BİRDİR"SAYGILARIMLA.ERDAL GEYİKÇİ(KÖÇEK)...!

ali haydar nusayr IP: 88.228.182.xxx Tarih : 5.09.2007 13:50:08

öncelikle esselamun aleycüm cümleten , ben sizin bazı yazdıklarınızı doğru bulmuyorum örnek;bir kere kimdemiş allahın aslanı hz.alinin allah olduğunu hiç bir zaman allah bir insan bedenine sığdırılamaz bunu asla unutmayın ben bir nusayriyim ve mezhebimlede gurur duyuyorum ...dediğiniz bazı şeyler yanlış değildir ama lütfen yüce allah süphanahu teala le ilehe ille huw yu bir insan vücüduna sığdır mayın saygı ve sev gilerimle ali haydar nusayr


ali aybeg IP: 88.228.178.xxx Tarih : 22.11.2007 16:36:15

ali=alevi=yüksek=ulu=yüce ama kuranı kerimde yazdığı gibi diynil kayim ekserenes leye3rifuh


(hatay) IP: 88.229.43.xxx Tarih : 24.05.2007 01:55:38
gerçekten güzel yazmışsınız bi kaç eksiklik olsa bile araştırarak yazmanız çok güzel lafım araştırmadan görmeden saçmalayanlara iyi çalışmalar

yavuz selim IP: 88.226.127.xxx Tarih : 8.05.2007 09:33:36
yaşadığımız toplumda nusayrilik çemberi içinde yıllar boyu uğradığı çatışmalariçinde sıkışıp kalmış cumhuriyetle birlikte kendilerini bulmuş fakat tamda bulduklarında geriye kalan ne varsa unutulmuş yokolmuş sorulduğunda biz nusayriyiz diyen reenkarnasyona hala aralarındaki dedikodularla inanan hırıstiyanlarla sunnilerle biraarada yaşdıklarından dolayı karşılıklı etkileşen bir topluluğu oluşturur. yazınızı beğendim en azından taraflı değil bu insanlar var ve var olacaklar zaman içinde sadece bir bölge bir ilçe bir köy olarak veya dağların adıyla bilinecek bu insanların anadolu alevileriyle çok farklı inanışları var tamam ali sevgisi ve atatürk sevgileri var bireysel tapınma var nusayrilerde aslında onlarında çogu sanırım dinlerine biraz yabancı bilmiyorlar kaynakları yetersiz biri diğerini tutmuyor ama insanları ne arap ne de suriyedeki alevilik sorduğunuzda hıristiyanlarla yaşadıklarından onlara yakın hisisederler değişik karışık değil farklı ben insan olarak beğeniyorum insana değer veriyorlar. bi nankörlük bi diklikleride yok aşırı uçlardada gezinmiyorlar saygılarmla.

ilkay aydın IP: 78.165.254.xxx Tarih : 7.11.2008 15:24:19

bay seyyahıtalip!! erdem yücel beyin inceleme ve araştırmaları neticesinde yazmış olduğu bir makaleye istinaden yapmış olduğunuz yorumu hayret ve ibretle okudum.ve yüzyıllardan beri alevileri(BU SÖZÜMONA ARAŞTIRMACILARIN) kendi istedikleri kalıba ve inanca sokmaya çalışan gerici emevi abbasi ve vahhabi kafalı, münafıklarla aynı kafada olduğunu düşündüm.hanefi mezhebinin imamı ebu hanife diyorki(sünni bilgin ebu zehraya istinaden,diyanet yayınları ebu hanife kitabı bakabilirsiniz)EMEVİLER DİN VE ŞERİAT BAKIMINDAN HİÇ BİR SURETTE HAK VE HAKİMİYET SAHİBİ DEĞİLDİR.hatta emevilerin ebu hanifeyi hapse attıkları ve kırbaçlattıkları da bilinir.işte bu zalimlerin ve geride kalmış kırıntılarının aleviler hakkındaki düzmece iftiralarının neticesinde bu günlere gelindi ve sizin gibi ne dediğini bilmeyen sadece bu iftiralara bakarak aleviler hakkında fetva veren ve alevilerin bu konuda ne düşündüğünü ve neye inandığını sorma gereği duymayan kalıntılar çıktı.alevilere attığınız çamurların yanında çeşitli isimlerde taktınız bu arada ve istediğiniz gibi adlandırıp çağırdınız.tıpkı muhammed ıbn nusayrdan itibaren gelmiş bir inanç olduğunu belirttiğiniz gibi.bir kere şunu bilmeniz lazımki alevilik bir mezhep falan değildir çünkü islam dininde mezhep yoktur.zira resulu ekrem hepimizin bildiği üzere dini tamamlayıp öyle gitti.(maide 3 )allah resulunun dinine sonradan eklenen hiç bir şey onun kabul edebileceği birşey olsaydı o herşeyin en iyisini bildiğinden kendisi yapardı zaten bunu önceden bildiği için benden sonra KURANI KERİM VE EHLİBEYTİME tutunun diye emir buyurmuştu,mezhep isteseydi şu mezhebe şu kadar kişi girsin şuna şu kadar girsin derdi.burada varmak istediğim konu şu aleviler mezhepçiliği reddediyor ama siz ısrarla aleviliği bir mezhepmiş gibi göstermeğe çalışıyorsunuz.zira sizin bağlı olduğunuz hak dediğiniz mezheplerin kuranda yeri olmadığını bildiğinizden onların durumunu meşru göstermeğe çalışıyorsunuz.aslında bu sizin sorununuz olmadığı halde,!!bu konuda üstünüze daha fazla gitmeyeceğim ama şunu bilmenizde yarar olduğunu düşünüyorum alevilik sizin düşündüğünüz kadar yakın bir geçmişe sahip bir inanç değildir alevilik hz muhammed efendimizin ve ehlibeytinin inanç sistemidir.sizde bilirsinizki hz muhammed efendimiz hz. ali efendimize herkesin içinde defalarca ey ali sen ve şian (taraftarların)cennettesiniz.bakınız sünni muhaddislerin hepsi yazar bunu.okumuyorsanız okuyun.bundan şunu anlayabilirsiniz demekki o zaman bile aleviler ve alevi olmayanlar vardı bizde elhamdülillah o zamandan beri aleviyiz aliciyiz sizi bilmiyorum tabi.bu arada reankarnasyon ile ilgili yorumunuza gelince reankarnasyona inananı adetiniz olduğu üzere sapık olduğunuzu unutarak sapıklıkla suçluyorsun.biraz insaf sahibi bir sapık değilsen kurana bak.(ŞURA 30 RUM 40 HAC 66 HUD 7 ENNİSE 56 ENAM 38 ARAF 25 RUM 11)çoğaltabilirim ama sen okusanda anlam çıkartamazsın diye düşünüyorum maalesef.işte aramızdaki fark ta bu zaten.son olarak kuranın neresinde veya hangi hadiste senin inandığın mezheplerin hak mezhep olduğu söyleniyor acaba çok merak ettim aydınlatırsan sevinirim.ha bide hz.muhammed efendimiz hangi mezheptendi?..


cem ışık IP: 85.99.146.xxx Tarih : 6.03.2008 11:26:39

erdem bey size herşeyden önce bir inanan olarak nusayri olarak ve insan olarak teşekkür etmeyi bir borç bilirim ve sayğıyla ellerinizden öperim yapmış olduğunuz gözlem ve tarafsız davranışınızı kurucu üyesi olduğum karataş alevileri kültür ve dayanışma derneği birimlerinde değerlendirmiş ve size bizlerle ilgili doğru ve dikkate değer bilgileri yazdığınızdan dolayı selamlarını iletirim allah yanınızda olsun cem ışık