18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Televizyonların Ayıbı!..


Geçtiğimiz ve bu yılın televizyon programları arasında en çok izlenenler genel kültürümüzü! yansıtması yönünden üzülerek söyleyeyim ki, ödüllü! evlenme üzerine kurulu olan yarışmalar olmuştur. Basitliğin, kültürsüzlüğün en kötü örneklerini veren bu programları hiç merak etmemiş, orada geçen olayları tartışan tanıdıklarımı kınamış, ardından da gazetecilik içgüdüsüyle bende izlemek zorunda kalmıştım. Bu tür programların topluma hiçbir şey veremediğini, yalnızca kötü örnekler olduklarını, alt yapısı olmayan, eğitimi yetersiz kişilerin şöhret yapılması ile ortaya çıkacak sorunların büyük boyutlara varacağını içeren birkaç yazı yazmıştım. Bunun ardından da bir daha bu konudaki programları, gazetecilik yönüm ağır basmış olsa bile izlemeyeceğime kendi kendime söz vermiştim. Gerçekten de kendime verdiğim sözü tutmuştum.

Internet gazeteciliğini, diğer yayın organlarından ayıran en büyük özellik, merak ettiğinizde sizi kaç kişinin okuduğunu öğrenebilmenizdir. Benim hayret ettiğim de yarışma programları ile ilgili o birkaç yazımın diğer yazılarıma oranla çok büyük fark atmış olması idi. Kendi kendime buna sevinmeli mi, yoksa üzülmeli mi diye düşünmüşümdür. Sonra da kararı yine kendim verdim; kendi açımdan sevinmeli, toplum yönünden ise üzülmeliydim.

Benimle Evlenir misin?, İkinci Bahar, Ünlüler Çiftliği, Gelinim Olur musun? gibi programlar yayından kalktıktan sonra yerlerine onlara benzer, daha da saçmalarının ekranlara geldiğini izleyenlerden öğrendim. Ne var ki, o programların ortaya çıkardığı ünlü kişilerin yerine, aynı ilgiyi çekecek yenileri konulamayınca sabah programlarını hazırlayan sunucular yeniden o kişileri ekrana taşımaya başladılar. Böylece ekranda birbirleri ile kavga edenler, kapris yapanlar, birbirlerine her türlü hakareti edenler, kafalarına öteberi atanlar yeniden ortaya salındı. Stüdyoda seyirci olarak da yine aynı hanımlar arzı endam ettiler.

Eskilere sormuşlar; eski ayların günü geçince ne yaparlar diye... Sorunun yanıtı da kırpar kırpar yıldız yaparlarmış... Bizim televizyon ekranlarında da aynen öyle olmuş...

Kanal D’de M. Ali Birand’ın sunduğu 32.Gün programının bu haftaki konuğu Kaynana Semra olduğu önceden ilan edilince merak ettim ve izlemeye başladım. Dünyadaki bir çok devlet başkanı ile röportaj yapan, iç ve dış olayları ekrana taşıyan, düzgün programlar yaparak bir çok bilinmeyeni ortaya koyan sunucunun magazinlerin gediklisi ile ne işi olabilir diye gerçekten merak ettim.

Semra Hanım'ın, oğlunu kaybettikten sonra kaynana rolünden sıyrılmış olarak hiç kimseye hakaret yağdırmadan, bir çok gerçeğe parmak basması bir yana televizyonların ekran arkasında nelerin olup bittiğini de ortaya açıkça koydu. Sunucunun, kanal kanal televizyonları dolaştınız, bundan ne kazandığınız veya köşeyi döndünüz mü? sorusuna ise gerçekçi bir yanıt verdi. Aşağı yukarı televizyonlar bizi sömürdü, onlar köşeyi döndü, bizleri de ortada bıraktı gibisinden sözler söyledi. Ardından dört program için program başına l.000 YTL, aldığını onun dışında şöhretinin karşılığını alamadığını, şimdi paraya ihtiyacı olduğunu açıkça söyledi. Bu arada sırtından para kazanan televizyonlardan küçük bir ev istediğini de söylemekten geri durmadı.

Televizyonların izleme oranlarını yükselterek, ilan aldıkları, gelirlerini arttığı, bu nedenle bir çok kişiyi nasıl sömürdükleri de ilk kez televizyon ekranlarına yansıdı. Ulusal televizyonlar, pek çok kişiyi konuk olarak davet ediyor ve bu kişilere hiçbir şekilde ücret ödenmiyor. Yalnızca isteyenler evlerinden alınarak stüdyolara getirilmekte ve aynı şekilde de gönderilmektedir. Çeşitli bilimsel kişiler, konusunda uzmanlaşmış olanlar da bu şekilde sömürülmektedir. Yalnızca o kişiler saatlerini vermekle yetinmiyor, yayın saatinden çok önce de orada bulunuyorlar.Yayın öncesi konuşulacak konuların ne olduğu konusunda anlaşılıyor, sorulacak sorular ve alınacak yanıtlar da önceden belirleniyor. Yerel televizyonlarda bu sömürü daha da yaygın biçimde oluyor. Yerel televizyonlar, bazı kişilere program yaptırıyor, sonra da kuru bir teşekkürle işi geçiştiriyor. Televizyona saatlerin verenler de sömürüldüklerinin bilincindeyse de tanınmak güzel bir şey olduğundan bu işi sürdürüyorlar.

Semra Hanım’ın ilk kez bu gerçeği açık yüreklilikle M.Ali Birand’ın programında söylemesini, şimdiye kadar malum yarışma evlerinde, çıktığı programlarda yaptıklarından, söylediklerinden ötürü bazı yazılarımda tenkit etmeme rağmen ilk defa bu programda , Onu biraz takdir ettim. Yalnızca nasıl sömürüldüğünü, bu uğurda oğlunu yitirdiğini anlatmakla kalmadı, şöhret olunca da, bazı kapıların kendisine açıldığını, yakında bir tiyatro oyununda sahne alacağını, artık para kazanmak istediğini de dile getirdi. Bu arada üzerinde durulacak bir konuya da bilmeyerek parmak bastı. Tiyatro bir eğitim işidir; yıllardır bunun tartışması yapılıyor, bu işin okulu var, her önüne gelenler televizyon ekranlarına oyuncu diye çıkmamalıdır. Oysa burası Türkiye, bizler bu işin bu kadar ucuz olmadığını biliyoruz. Ne yazık ki, halkı saf sananlar mankenleri, medyada biraz ön plana çıkanları dizilere, sahnelere sürerek iş yaptıklarını sanıyorlar. Bu furyada onlar da kendilerini sanatçı sanıyor...

Söz televizyonlardan açılmışken, son yarışmada evlenen bir çiftin kavgasının günlerdir bir televizyonun sabah programına getirilmesinden de bıkıp usandık… Kavgalar, çekişmeler gerçek mi, yoksa önceden hazırlanmış mizansenler mi? O da belli değil... Bu konuda eğitimsiz, aynı kişileri kırsal kesimlerden toplanarak ekrana çıkarıyorlar. Ortada konuşulan doğru dürüst bir Türkçe bile yok... Söze, “bi şey söyliyecem!”, “var ya!” diye başlayıp, sanki her biri sosyoloji, psikoloji eğitimi almış gibi ahkam kesiyor, akıl veriyor, sonra da birbirleri ile kavga ediyorlar. Böylece ekranlarda evlenen, sonra ayrılan iki genci, bir gurup ayırmaya, diğer gurup da barıştırmaya çalışıyor. Bu arada farkında olmadan da kendi yaşamlarından örnekler veriyorlar .Gerçi hepside o çiftte kendi yaşamlarından kesitler görüyor, o yüzden de birbirlerine düşüyorlar. Bundan da çok memnun olan sunucu, sözüm ona kavga eden seyircileri yatıştırıyor, araya bir iki şarkıcı sokuşturunca da reyting alan programlar yaptığını sanıyor. Oysa ne o programın yöneticileri ve ne de sunucuları bunun ne bilincinde ne de bunun eğitimini almış kişiler...

Bir süre sonra programa çıkarılanlar suyu sıkılmış birer limon gibi topluma salıveriliyor. Kendilerinin bir anda ünlü, vazgeçilmez olduğunu sanan bu kişiler de terk edildiklerini, sömürüldüklerini anlayınca ruhsal yönden bunalıma düşüyor, sorunlar yumağı içersinde kalıyorlar.

Avrupa’da da böyle programlar yapılıyor diyerek, bazıları işin içinden sıyrılmaya çalışıyor. Doğru, bu programların çoğu Avrupa’dan uyarlama ama oradakiler bu işi eğlence olarak, bizler ise gerçek olarak kabullenmiş, kişileri de ona göre şartlandırmışız. Bu arada ortaya paralar, evler ve iş olanakları konulunca katılanların da birbirilerini harcamaları, kavgaları ve birbirlerini sevmeden evlenmeye kalkmaları da doğal oluyor.

Televizyonların kimleri nasıl harcadığı, ortaya ruhsal yönden sağlığı bozulmuş kişiler saldığı, ölenler, yaralananlar, dövülenler olduğu açık seçik görülüyor. Bu konuda kimlerin harcandığı, bugünkü yaşantılarının nasıl olduğu tartışmaya açıktır… Zora gelince birkaç gün ekranı karartmakla, sunucunun işine son vermekle de bu iş yürümüyor. Bugün işine son verilen sunucu veya program yapımcı ertesi günü büyük ilan ve paralarla başka kanalda aynı işi sürdürüyor. Televizyon kanallarının yöneticileri birlikte oturup bu tür programların eğitimsiz topluma ne zarar verdiğini tartışmalı, ortak bir çözüm üretmeli; hepsinden öte medyanın bu ayıbını ortadan kaldırmalıdır.

Gerçek amacı toplumu eğitmek olan televizyonlar ne yazık ki, bizde olumsuz yönde yayın yaparken, toplumu eğiteceği yerde cehaleti daha da kara bulutlar halinde onların üzerine seriyor. Belki diyeceksiniz ki, televizyonların hepsi aynı mı; hayır aynı değil. Ciddi eli yüzü düzgün daha gerçekçi, objektif halkı eğitmeye çalışan, kültüre sanata yer verenler yok mu? Onlar da var ama ne yazık ki devede kulak... Toplum olarak başkalarının özel sorunları ile ilgilenmekten kendi sorunlarımızı unutuyoruz ve kendimize akıl arayacağımıza başkalarına akıl vermeye çalışıyoruz. Kısacası, bu tür programlar insanın belirli bir kesimi için boşa harcarmış bir zamandır. Öte yanda bazı zavallılar da seyirci olarak katıldıkları programlarda pazar esnafının alış veriş yaparken kendisini tanımasından büyük mutluluk duyduğunu ekranda dile getiriyor. Acaba, ortaya aklı evvel bir kişi çıksa, kadın programlarına katılanların eğitim ve sosyal konumlarını dile getirse; merak ediyorum ortaya acaba nasıl bir tablo çıkar?

XXI. yüzyıl Türkiye’sinin görünümü böyle olmamalıdır. Ne yazık ki, bu konuda başı çeken yazılı ve görsel basın yapıcı olmak yerine, kendi deyişleriyle yıkıcılığa devam ediyorlar.

Sırası gelmişken, Sebastien Chamfort’un bir sözü ile yazımı noktalamak isterim:
“Hak etmediği şöhrete sahip olanlar, kısa zamanda onu yitirmeye mahkumdurlar”.





erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 7 Aralık 2005 Çarşamba 12:02:05


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?