Geçtiğimiz günlerde Milliyet Gazetesinin birinci sayfasında ilginç bir haber yer alıyordu; Saraydaki Gecekondu... Günlük gazetelerin birinci sayfasında bir haberin yer alması ve bunun büyük puntolarla verilmesi gazetecilik yönünden önemli bir olaydır.
Türk tarihi ve kültür varlığı yönünden, kuşkusuz Topkapı Sarayı tartışılamayacak bir konumdadır. Ömer Erbilin manşete taşınan haberinde, Türkiyenin siyasi ve sosyal bozukluklarından kaynaklanan, kaçak yapılaşmanın nerelere kadar uzandığını, kültür varlıklarının içerisine sıçradığını göstermesi yönünden de çok önemlidir.
Topkapı Sarayının Bab-ı Hümayun denilen birinci avlusu günümüzde Topkapı Sarayı Müzesinin kontrolü altındadır. Bu avluda Topkapı Sarayı dışında, Ayasofya Müzesi yönetiminde Hagia Eireni (Aya İrini), İstanbul Arkeoloji Müzelerinin eski kimya laboratuarı, Kültür Bakanlığının Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, Konservasyon ve Merkez Laboratuarı Müdürlüğü, İl Jandarma Alayına bağlı bir jandarma takımı bulunmaktadır. Ayrıca bu avlunun içerisinden, Bab-ı Hümayun kapısına çarpa çarpa giren turist otobüslerinin geçip, konuşlandığı, Sarayburnunda İl Valiliği kontrolünde olan bir de otopark bulunmaktadır. Bu nedenle Topkapı Sarayının birinci avlusunda yönetim açısından her zaman bir karmaşa yaşanmaktadır. Buradaki birimlerin yetki alanları birbirlerinin içerisine girmiş olup, kimin nerede söz sahibi olduğu da bilinmemektedir.
Topkapı Sarayının birinci avlusunda, Sûr-ı Sultani, Aya İrini ile Samson Ksenodokion kalıntılarının yanında, onlarla iç içe, müzelerde çalışanlardan bazılarının gecekondu tabir edilen yapılarda yaşadıkları da gerçektir. Bunların önünde XIX.yüzyılda yapılmış, Aya İrininin Askeri Müze olduğu dönemden kalma idari bir yapı da bulunmaktadır. Bu yapı 1846 yılında Tophane-i Âmire müşiri Ahmet Fethi Paşanın kurduğu, Esliha-i Askeriyye Müzesi için, devrinin mimari üslubunu yansıtan tek katlı bir yapıdır. Günümüzde bu yapının arkasındaki alanda bulunan ve gecekondu tabir edilen ekler, çeşitli zamanlarda gereksinimden dolayı yapılmıştır. Askeri Müze zamanından kalan yapı ve arkasındaki gecekondularda zorunlu olarak yaşayan müze personeli, bazı konularda da sıkıntı içerisindedirler. Müze kapandıktan sonra evlerine girip çıkmaları, konuklarının gelip gitmeleri jandarmanın kontrolü altındadır. Kısacası bu insanlar yasaların kendilerine tanıdığı haklardan da yararlanamamaktadırlar. İlkel bir yaşam süren bu aileler, burada barınabilmek için ayrıca büyük uğraş vermişler, Kültür Bakanlığı üst düzey yetkililerini, müze müdürlerini araya sokmuşlardır. Ayrıca bu gecekonduların kiraları, Lojman Yönetmeliği uyarınca da bu personelin maaşlarından kesilmekte, elektrik ve su harcamaları da kendilerine ISKİ ve TEK tarafından ayrı ayrı faturalandırılmış olup, yine kendileri tarafından ödenmektedir. Bu çarpık durum gösteriyor ki Kültür ve Turizm Bakanlığı resmen bu gecekonduları devlet yapısı olarak kabul etmiştir.
Önceki yıllarda Aya İrininin Osmanlı döneminden kalma koruma binasının odalarına bazı aileler yerleştirilmiş, sonra da onlar kendilerine uygun bir yaşam düzeni kurabilmek için içeride bazı tadilatlar yapmış, bölmeler, tuvaletler eklemişlerdir. Bunun ardından da arka bahçede adı geçen gazetede de belirtildiği gibi gecekondu türü ekler yapılmıştır.
Gerçekte bu görünüm müzeleri korumakla, çağa uydurmakla yükümlü olan Kültür ve Turizm Bakanlığının bir ayıbıdır. Ne var ki bu barakalara insanların yerleştirilmesi müzelerin ihtiyacından kaynaklanmıştır. Büyük çoğunluğu Yardımcı Hizmetler Sınıfı personelinden oluşan bu insanlar dar gelirlidir, ailelerini çok güç şartlarda geçindirmeye çalışmaktadırlar. Bunların çoğu gece ve gündüz bekçileri ile araç sürücüleridir. Buradaki müzelerde gece nöbeti vardiya sistemi ile olduğundan ve müze araçlarının her zaman Ankaradan gelen üst düzey yetkililere tahsis edildiği de dikkate alındığından bu personelin müze çevrelerinde yaşamaları gerekmektedir.
İstanbul gibi geniş bir alana yayılmış kentte bu insanların maaşları kırsal kesimlerde yaşamalarına el vermektedir. Gece gündüz, tatil demeden görev yapan ve acil durumlarda izinli iken bile çağrılan bu personelin konumu bir bakıma içler acısıdır. Kültür ve Turizm Bakanlığı bu konuya öncelikle el atmalıdır. Yanılmıyorsam Fikri Sağların Kültür Bakanlığı döneminde, bir ara buranın boşaltılması söz konusu olmuş, sonra da gerçekler ortaya konulduğunda bundan vazgeçilmişti. Kanımca Kültür ve Turizm Bakanlığı öncelikle kendi personelini korumak zorundadır. Günümüz Türkiye müzelerinin büyük bir çöküntü içerisinde olduğu, yıllar öncesinden başlayan basiretsiz tutumdan kaynaklanmaktadır.
İstanbul müzelerinin ağırlıklı bulunduğu Sultanahmet çevresinde bu insanlara, lojmanlar yapılması, onlara çağdaş bir yaşam sağlanması her şeyden önce insani bir görevdir. Bunun için yöredeki tarihi bir sokak kamulaştırılır, onarılır ve personel lojmanı niteliğinde bu insanlara verilebilir. Türkiyeye şu kadar turist geliyor, müzelerimizin ziyaretçi sayısı artıyor, müzelerimizde şu kadar eserimiz var, falanca ödülü kazandık demekle kültür turizmi olmuyor. Olmayınca da gazetecinin biri ortaya çıkıyor Topkapı Sarayının avlusunda gecekondular var diyerek, insanın yüzüne acı gerçeği vuruyor.
Milliyette çıkan haberden sonra bu yazımı biraz geciktirdim; acaba Kültür ve Turizm Bakanlığından yanıt gelecek mi diye merak ettim ve bekledim. Baktım ki ses yok...
Türkiyede gerçek bir Kültür Bakanlığı kaldı mı? Başka bir deyişle var mı? Kültür ile turizmi birleştirme kararı almakla, birkaç beyanat vermekle bu iş olmuyor. Yazık; hem de çok yazık...
erdemyucel2002@hotmail.com