28
Mayıs
2024
Salı
ANASAYFA

Türkiye’de İrtica tehlikesi Var mı?


Türkiye’yi çağdaş düzeye getirmek amacıyla devrimleri yapanlar bağnazlığın, boş inanç ve hurafelerin peşinden koşan bir kısım insanların toplandığı dergâhları haklı olarak tehlikeli görmüşlerdi. Müslümanlık inancından uzaklaşmış, Allah ile kul arasına girerek bundan çıkar sağlamanın yollarını arayanların eğitimsiz insanları kendilerine alet ettiklerini görmüşlerdi. Gerçekte bu durum Türkiye’nin geleceği için de sakıncalıydı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun geçmişine bakıldığında dergâhların yollarından saptığı, devleti yönetenlere sürekli sorun yarattığı da açıkça görülmektedir. Tarikat sözcüğü Arapça yol anlamında tarikten gelmektedir. Bu sözcük ile Allah’a ulaşmak isteyenlerin, sufilerin izlediği yol tanımlanmak istenmiştir. XI. yüzyıldan itibaren çeşitli tarikatlar örgütlenmiş, şeyh denilen kişinin etrafında toplanmış, onların her söylediklerinde bir hikmet aramaya başlamışlardı. Kısa sürede dergâhların kendilerine özgü adap ve erkânı oluşturulmuştur. Ancak bu gelişim sürecinde aralarında farklılıklar oluşmuş, kendi aralarında çıkar çatışmaları başlamıştı. Bazılarında sapmalar olmuş, gerçek İslam’ı temsil edemeyenler kendi çıkarlarına yönelmişlerdir. Osmanlı yönetimine karşı sorun çıkarılmasında, isyanların hazırlanmasında, saraya baskı kurulmasında dergâhları yönetenlerin büyük payı olmuştur.

Bütün bu tarihi süreç göz önüne alındığında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti reform yasaları arasında “Tekke ve Zaviyelerle türbelerin seddine ve türbedarlıklarla bir takım unvanların men ve ilgasına dair” 677 sayılı, 30.11.1341 (1925) kanuna büyük gereksinim olduğu açıkça görülmüştür. Nitekim İstiklal Savaşı’nın en zor günlerinde milliyetçilik duygusundan uzak şeyh efendilerin, kara hocaların aleyhte çalışmaları olmuş, vatanı kurtarmaya çalışanlar için vatan haini fetvaları çıkarılmıştır. Cephelerde tüm Türk ulusu kadını ve erkeği ile birlikte savaşırken, vatandaşlık, milliyetçilik duygusundan uzak kişiler dergâhlara kaçmışlardır.

Dergâhların haklı olarak kapatılmasından sonra içerisindeki değerli eserler müzelere kaldırılmıştı. Bundan sonra gerçek Müslümanlar ile Tanrı arasına girmek isteyen ve bundan kendilerine kazanç sağlamak isteyenlere izin verilmemiştir. Dergâhların şeyh efendileri ile müritleri de bir köşeye çekilmiş, kendi deyişleri ile uygun ortam sağlanana kadar yeraltına inmişlerdi. Bu durum Demokrat Partinin 1950’de iktidara gelişine kadar sürmüş, önce ezanın yeniden Arapça okunması, ardından Adnan Menderes’in parti grup toplantısında “Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz” gibi talihsiz sözleri, sinmiş olan kara hocalara umut ışığını yakmıştır.

Bu ortamda Atatürk heykellerine saldırılar başlamıştır. Bunları yapan ticaniler yakalanmış ve cezalandırılmıştır. Ankara’da 1952’de kitapçılık yaparken laikliğe aykırı hareket eden ve beyannameler dağıtan Kemal Pilavoğlu Atatürk büstü kırdırmak ve tarikatçılık yapmakla suçlanmış, yedi yıl hapis ve beş yıl da sürgün ile cezalandırılmıştır. Sürgün yeri olarak Bozcaada’ya müritleri ile gelmiş, burada şarap yapılan üzüm bağlarını satın alarak pekmez yapmaya başlamıştır. O günlerde Bozcaada adeta ticanilerin dergâhı olmuştur. Ne var ki, Bozcaadalılar kısa sürede buna karşı koymuşlardır. Bu tür gerici akımların nasıl geliştiğini ve kimlerden yardım gördüğünü Hikmet Çetinkaya “Kubilay Olayı ve Tarikat Kampları” kitabında ve Cumhuriyet Gazetesi’nde 1968 yılındaki seri yazılarında dile getirmiştir. Üzerlerindeki baskının hafiflediğini, o dönem siyasilerin de oy uğruna olanları görmezlikten gelmesi tarikatçıları daha da rahatlatmıştır. Akdeniz sahillerinde Nurcular ve Süleymancılar, tatil köyleri kurarak buralarda dini eğitim vermeye başlamışlardı.

Aradan yıllar geçmiş, CHP’nin iktidarı döneminde hurafeleri İslam dini sanan eğitimsiz imamların elinden kurtarabilmek, daha doğrusu aydın din adamı yetiştirebilmek için İmam Hatip Okulları açılmıştır. Ne var ki, bu aydın düşünce yeterince uygulanamamış, ortaya çıkan dinci bir siyasi parti bu okullardaki gençleri kendilerinin arka bahçesi olarak gördüklerini söylemekten çekinmemişlerdir. Bu arka bahçelerden yetişenler, halkın dini duygularını istismar etmeden, gerçek Müslümanlığı cemaate anlatacakları yerde sonraki yıllarda devlet kademelerinde yer almışlardır. Böylece dini kadrolaşma hız kazanmıştır. Bu arada yeniden yeşermeye başlayan, çalışmalarını sürdüren dergâhlar illegal olarak peş peşe açılmaya başlamıştır. Bu konudaki 677 sayılı yasa yürürlükte olmasına rağmen bunun uygulanmasına gidilmemiş, siyasi çıkarlar ve oy avcılığı uğruna göz yumulmuştur. Bir dönem sonra iş çığırından çıkmış, siyasi partisine bu yönde ağırlık veren bir başbakan, cüppeli, takkeli tarikat liderlerine Başbakanlık konutunda davet verecek kadar işi ileriye götürmüştür. Aydın kesim, zinde güçler ve basından gördüğü tepki üzerine, bunlar ulemadır demekten de kaçınmamıştır.

İstanbul’un bazı semtlerinde tarikatçılar camileri ele geçirmiş, bazı semtlerde kendilerine özgü bir yaşam şeklini seçmişlerdir. Atatürk devrimlerinin en önemli unsurlarından biri olan kılık kıyafet yasası da Fatih, Çarşamba gibi semtlerde ortadan kalkmış, çağ dışı giysiler içersinde kadınlı erkekli insanlar sokaklarda boy göstermeye başlamıştır. Bu arada Kuran gerçeğini anlayabilmek amacıyla açılan kurslar denetimden uzak kalmış ve kurslar din simsarlarının eline geçerek gencecik insanların kafası karıştırılmaya başlanmıştır. Kısacası uygarlıktan uzak bir yaşam istenmiştir.

Geçtiğimiz günlerde Fatih’te İsmail Ağa Camisinde işlenen cinayet irticanın ne boyutlara ulaştığını göstermesi yönünden büyük bir ibret idi.

Türk ordusu Cumhuriyetin ilkelerine sadık kalmış, yozlaştırılmaya çalışılmasına karşı yozlaşmamış, bireyleri ile birlikte Atatürk ilkelerine bağlı kalmış bir güvencemizdir. Nitekim durumdan görev çıkarma özelliğine sahip olan bu kurumumuzun önde gelen kumandanlarından Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ Kara Harp Okulu’nun açılışında irtica tehlikesini gözler önüne sererek sert bir çıkış yapmıştır.

“İrticai tehdit, bazı kesimler kabul etmese de kaygı verici boyutlara ulaşmaktadır” diyen Paşamız sözlerine söyle devam etmiştir: “Türk devrimine direniş hareketi, irtica ve gericiliktir. Devrimlerin bazı kesimler tarafından bilinçli, sabırlı ve planlı bir biçimde aşındırılmaya çalışıldığı ve bu yönde kayda değer mesafe alındığı da bir gerçektir. Laiklik kavramının neden tartışmaya açıldığını anlamak mümkün değildir. Laiklik ilkesinin demokrasi ile çatıştığını iddia etmek ise sağlam bir temele dayanmamaktadır.”

Deniz Harp Okulu’nun Ant İçme, Meç Kuşanmasının yanı sıra yeni ders yılına başlanması nedeni ile Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu, Türkiye üzerinde emelleri olan iç dış mihraklar bulunduğunu belirtmiş ve “ Sonlarını kendileri hazırlayan bu zavallılara acıyorum. Bu mihraklar ya Türkiye’yi terk edecekler ya da Anadolu Denizinde boğulacaklardır” demiştir.

Paşalarımızın bu sözleri oldukça anlamlıdır. Bundan bazı kesimlerin ders çıkarması ve kafalarında biz ne yapıyoruz demeleri gerekir. Ne var ki, AKP Grup Başkanvekili Faruk Çelik bu sözleri kendilerinin üzerine almış olacak ki, hemen yanıt vermekte gecikmemiştir:
“Eğer Türkiye’de bir geriye gidiş ve irtica varsa bunun karşısında birinci gücün de Türkiye Cumhuriyeti iktidarı olduğunu herkesin bilmesini isterim.”

Kuşkusuz, aydın kesim Başkanvekili’nin sözlerine katılmalıdır. Ancak bir farkla kendisine de sormak gerekir; 677 sayılı yasa yürürlükte iken, sokaklarda tarikat kıyafetli kişiler cirit atıyor, Fatih İsmailağa Camisinde bir cinayet işleniyor, bu caminin yakınındaki Acemoğlu Camisi’nin bodrumunda şeriat mahkemesi bile kurulduğu haberi bir gazetede yer aldı. Böyle bir olayın olup olmadığı henüz açıklık kazanamadı. İşlenen cinayetin kişisel meselelerden mi, post kavgasından mı, yoksa cemaatler arasında kavgadan mı kaynaklandığı bilinmiyor. Yoksa bir meczup işi mi? O da bilinmiyor. Yargı mutlaka gerçeği ortaya koyacaktır.

Deniz Baykal, bu olup bitenler karşısında devletin sessiz kaldığını söylüyor. Bu arada İsmail Ağa Cami Kursu binasının İstanbul’un en büyük kaçak yapılarından biri olduğu da basında yer aldı. Cüppeli Ahmet Hoca olarak bilinen kişinin, Çavuşbaşı’ndaki kaçak külliyesinin yapımı durdurulmuş; müritleri hocaya sağlığı için Boğaz manzaralı Acarkent’te yüzme havuzlu bir villa bile almışlardı.

Sokaklarda kıyafet değişiminin gerekliliğini ileri süren bir cemaatin müritleri sokaklarda cüppeli, şalvarlı, beyaz uzun tülbentli sarıklılardan oluşan tek tip, çağ dışı giysiler içerisinde dolaşıyorlar. Onları kara çarşaflı kadınlar tamamlıyor. Buluğa ermemiş kız çocukları bile örtüler içerisinde...

Bu konuda son derece detaylı bir inceleme yapan Hürriyet Gazetesi, Türkiye’nin çeşitli illerinde Kadiri Muhammediye, Halveti tarikatının Şabaniye Kolu, Hizb-ut Tahrir, Galibler, Nurcu Kırkıncı Hoca Grubu, İcmalciler, Cerrahiler, İskenderpaşa Cemaati, Uşşakiler, Melamiler, Nakşibendî Yahyalı Cemaati, Erenköy Cemaati, Menzilciler, Tillocular, Hazneviler, Hakikatçılar gibi bazı tarikat ve cemaatlerin kümelendiği yerlerin haritası yayınladı.

Kendi kendime soruyorum;

Acaba bazı semtlerde İslam gettosu mu kuruldu?
Bunlar dini mafya örgütleri midir?
Bazılarının değişi ile Çarşamba Cumhuriyeti mi kuruldu?
Bunların mali gücü nereden geliyor? Bunların mali yönlerini Maliye Bakanlığı araştırdı mı?
Bu insanlar uygarlıktan ne anlıyorlar? Uygarlığı seviyorlar mı, yoksa uygarlık anlayışları Ortadoğu’nun, Afganistan’ın geri kalmış çöllerimidir?



erdem@kenthaber.com

Yayın Tarihi : 1 Ekim 2006 Pazar 01:17:48


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
nuray kul IP: 85.100.122.xxx Tarih : 25.01.2007 03:29:53
Ülkemizde koloni gibi üreyen ve üremekte olan irtica yanlısı insanlara dur demek gerekio fakat okadar vurdumduymaz bir ülkede yaşıoruz ve okadar vurdumduymazıski bunları bile bile herşeye göz yummaya devam edioruz.nereye kadar........! teşekkürler.....