2
Mayıs
2025
Cuma
ANASAYFA

Vahdettin Yine Gündemde!..


Erciyes Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Metin Hülagü’nün, Londra’da merkezi bulunan “Foreign Office” deki (Yabancılar Ofisi) sayıları dört yüzü bulan belgeler üzerinde yapmış olduğu araştırmasının sonuçlarını yakında piyasaya çıkacak olan “İngiliz Belgeleriyle Vahdettin ve Osmanlı Hanedanı” isimli kitabından öğreneceğiz. Büyük olasılıkla bu araştırmada yayınlanacak belgeler yakın tarihimizin karanlıkta kalan bazı noktalarına ışık tutacaktır. Sayın hocamızın ortaya koyacağı belgelerden bazılarının belirli çevrelerce tepki ile karşılanacağını da biliyoruz. Bu ilginç eseri okuduktan sonra yorumumu o zaman sizlerle paylaşacağım.

Osmanlı Tarihinin gerçek ve objektif alanda yazılıp yazılmadığı konusunda her zaman kuşku duymuşumdur. Çoğu tarih kitaplarında gerçekçi ve objektif olmaktan çok hamasi yöne ağırlık verilmiş, konular biraz abartılı yazılmış, üzerinde durulması gereken asıl noktalara ise hiç değinilmemiştir. Örneğin öğrenim yıllarımızda hemen hemen birbirinin eşi cümlelerle karşılaşmışızdır. Öyle bir cenk oldu ki, küffara aman vermedik, kılıç salladık gibi... Osmanlının çöküşünü hazırlayan iç ve dış etkenler, padişahların, devleti yönetenlerin başarıları veya başarısızlıkları, acizlikleri gerçekçi biçimde dile getirilmemiştir.

Osmanlıyı oluşturan boylar, Orta Asya göçebe kültürünü beraberinde getirmelerinden sonra Anadolu uygarlıklarından arta kalanlardan nasıl esinlenmişlerdir?

Bizans’ın hukuk ve sosyal düzeni Osmanlıya nasıl yansımıştır ?

Mimari yönden Osmanlı’yı etkileyen, önceki dönemlere ait öğeler nelerdir ?

Osmanlının çöküşünü hazırlayan mali etkenlerin üzerinde durulmuş mudur ?

Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme süreci içerisinde ordu neden çağına ayak uyduramamıştır?

Osmanlı İmparatorluğunun mali yönden zayıfladığı dönemlerde Boğaziçi’nde yaptırmış oldukları saraylara gereksinim var mıydı? Bu israf nasıl açıklanabilir? Bu yapılanmada padişahlar kendi kişisel zevklerini devletini düşünmeden mi tatmin yoluna gitmişlerdir?

Son dönemlerin Osmanlı padişahları devleti mi yoksa kendi çıkarlarını mı kollamışlardır?

XIX.yüzyılda Avrupa mimari kültürünün Osmanlıya yansıması, başta mimari olmak üzere klasik sanatlarımıza ne gibi darbeler vurmuştur?

Gerçekte bunlara eklenecek bir yığın soru vardır. Ne yazık ki, yakın dönem tarihçilerimiz bunların üzerinde durmamış veya durmaları engellenmiştir. Yakın tarihin karanlık noktalarını bugün pek az da olsa o dönemlerde yaşamış kişilerin anılarından belirli ölçüde de olsa öğrenebiliyoruz. Ancak bunların da çoğu yeterli olamamış, bu anılarda objektif olmaktan çok uğradıkları haksızlıklar, objektif olmayan kişisel görüşler dile getirilmişlerdir. Bu arada yapılacak iş o tür yazıları cımbızla ayıklayıp gerçeğe ulaşmanın yollarının aranmasıdır.

Osmanlı’nın son dönem padişahları üzerinde yayınlara ağırlık verilmesinde tarihçilerimiz II.Abdülhamit ile başlanmışlardır. Onunla ilgili çok sayıda yayın yapılmışsa da II.Abdülhamit dönemi yine de tam olarak açıklığa kavuşamamıştır.

Osmanlı hükümdarlarının kişisel zayıflığı ve dış politikaları kavrayamayışından bir zamanlar dünyanın süper gücü imparatorluk çöküşe geçmiştir. Sultan II. Abdülhamit türlü entrikalarla devletin dağılmasını önlemeye çalışmış, aydınları susturmaya yönelmiş, bazı aydınlara el altından ulufeler göndermiş, ancak bunda da başarılı olamamıştır.

II.Abdülhamit, kimine göre “Kızıl Sultan !..” kimilerine göre de “Güçlü Sultandır !..”

Son Osmanlı hükümdarı Vahdettin (VI.Mehmet -Vahidettin) ise zaman zaman gündeme getirilmiştir. Bazılarına göre hain bazılarına göre kahramandır!..

Gerçekte Vahdettin’in ibret’i âlem bir yaşamı olmuştur. Başka bir deyişle ibretin tam bir belgesidir.

Günümüzde tartışılan konu Vahdettin hain mi değil mi? üzerinde odaklanmaktadır.

Bu konu yıllardır tartışılıyor ve net bir sonuca da kavuşamıyor...

Yakın tarihe objektif olarak baktığımızda son dönemde Osmanlı veliahtlarının devlet işleri ile ilgilenmelerinin önüne geçildiğini görürüz. Bunlar devlet işleri, dış politika yerine daha çok güzel sanatlarla uğraştıklarını görürüz. Beklenmedik anda tahta çıktıkları zaman devlet yönetiminde deneyimsiz olmalarından ötürü imparatorluğun kötüye gidişini önlemekte aciz kalmışlardır. Saltanat hanedanın en yaşlı üyesinin tahta geçmesi, Sultan Mehmet Reşat örneğinde olduğu gibi yönetimi sivil ve askeri paşalara bırakmışlardır. Bu arada ortaya çıkan Enver Paşa, saray damadı olmasından başka bir özelliği olmadığından, Başkumandan vekili sıfatı ile Osmanlıyı I.Dünya Savaşına sokmuş ve çöküşe son noktayı koymuştur. Kuşkusuz bu çöküşte İttihat ve Terakki Fırkası yöneticilerinin kişisel hırs ve bilgisizliklerinin olduğu da göz ardı edilmemelidir.

Bu karmaşa içerisinde Osmanlı tahtına çıkarılan Vahdettin de kendisinden öncekiler gibi yeterince devlet işleri ile uğraşamamış, kişiliği zayıf bir padişahtır.

Bu bakımdan Vahdettin’e hain demek de doğru değildir.

Dünya siyasetini bilmediği gibi aynı zamanda da tecrübesizdi.

Osmanlı mülkü Ona atalarından kalmıştı. Bu bakımdan bir insanın kendi mülküne ihanet etmesi de olası değildi. Ne var ki, sadrazamlarının ve devleti yönetenlerin ardında kalmıştı. Başka bir deyişle siyasetten nasibini alamamış bu kişilerin oyuncağı olmuştur.

Daha doğrusu hain değil, zavallı, şanssız bir padişahtı.

Onun büyük bir şansı olmuşsa da onu kullanamamıştır. I.Dünya Savaşı öncesi, veliaht olarak yaveri Mirliva (tuğgeneral) Mustafa Kemal ile birlikte Almanya’ya gitmiştir. Ancak bu seyahatte deneyimsiz oluşundan ötürü de Mustafa Kemal’in görüşlerinden, bilgisinden yararlanamamıştır.

İstanbul’un işgalinde İngilizlerin kucağına düşmüş, onların her isteğini saltanatını sürdürebilmek için yerine getirmiştir.

İstanbul hükümeti Sevr Antlaşmasını kabul etmiş, 30 Mart 1919’da Damat Ferit Paşa aracılığı ile İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe’ye Osmanlı İmparatorluğu’nun on beş yıl müddetle İngiliz sömürgesi olma talebinde bile bulunmuştur. İşgal altındaki Anadolu toprakları mülki ve askeri yöneticilerine işgalcilere karşı koymamaları için emirler göndermiştir. Bu arada Milli Mücadelede tüm varlığını ortaya koyanlara karşı Kuvva-i İnzibatiye’yi (Hilafet Ordusu) kurdurmuştur. Atatürk ve arkadaşlarının düzenlediği orduyu zayıflatmak için Milli Mücadeleye karşı çıkanları destelemiştir. Çapanoğlu ve Çerkez Ethem ayaklanmalarında ise İstanbul Hükümetinin büyük payı olmuştur. Damat Ferit Paşa hükümetinin medrese çıkışlı Adliye Nazırı Ali Rüştü Efendi “Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini” istediği de Turgut Özakman’ın “Çılgın Türkler” kitabında yazılıdır. İstiklal Savaşının kazanılması ve yeni Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından sonra Vahdettin, General Harington’a başvurarak, İstanbul’dan ayrılmak istediğini söylemiştir. Mudanya Antlaşmasından sonra İstanbul’a giren Rafet Paşa, Vahdettin ile görüşmüş ve İstanbul hükümetinin artık bir anlam taşımadığını öğrenmiştir. Bundan sonra İngilizlere sığınmış ve İtilaf devletleri İstanbul’u terk ederken İngilizlerin Malaya zırhlısı ile Malta’ya, Emir Hüseyin’in daveti üzerine Mekke’ye giderek orada halifeliğini sürdürmek istemiş, sonrada İtalya’ya geçmiş ve maddi yokluklar içersinde, bir gün belki tahta geçerim umudunu yitirmemiş, San Remo’da 1926’da ölmüştür.

Osmanlı İmparatorluğu mirasını beceriksizlikle kaybedilişinden sonra hala bu mirası! istemek gafletinde bulunmuştur.

Bu durum Osmanlı padişahları için tam bir züldür...

Günümüzde Vahdettin’i övenler de bulunmaktadır. Ancak bu gibi kişiler söyleyemediklerini Vahdettin’in arkasına saklanarak anlatmaya çalışmaktadırlar. Bunlar cumhuriyete, laik anlayışa, devrimlere karşı olan zavallı şeriatçılardır. Onlara göre Mustafa Kemal, İzmir’in işgalinden sonra Vahdettin tarafından 9.Ordu müfettişliğine gönderilmiş, Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey tarafından 25.000 altın verilmiş, bunun içinde Vahdettin Çengelköy’deki atlarını satmıştır. Kuşkusuz, bu arada 25.000 altının kaç kilo geldiğini hesap edememişlerdir.

Gerçekte Vahdettin siyasetçilere ibret olması gereken davranışlarda bulunmuştur. Dış güçlere karşı boynu bükük, onların emirleri doğrultusunda hareket eden bir siyaset sergilemeye çalışmıştır Daha doğrusu emperyalist güçler tarafından çok kolay kullanılmıştır. Onun böyle bir haleti ruhiye içerisinde olduğu başta İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon başta olmak üzere batılı yöneticilere yazdığı mektuplarda açıkça görülmektedir. Bazı kaynaklarda ise sarayında bir İngiliz subayından azar işittiği bile yazılıdır. Bu arada Şehzade Seyfettin’de Müslüman Radhanpur Naibine yazdığı mektupta onların cömertliğine! ve insanlığına ! güvendiğini belirterek yardım istemiştir.

Prof. Metin Hülagü’nün kitabında Almanya ve İtalya’nın Vahdettin’i Osmanlı tahtına kendi çıkarları doğrultusunda, yeniden çıkarmak için bazı planları olduğunu öğreniyoruz. Mussolini’nin Atatürk’e gücü yetmediğinden, yeni Türkiye Cumhuriyetinden rahatsız oluşundan ötürü Osmanlıyı diriltmek istediği, bunun içinde Vahdettin’i kullanmak istediğini yeni yeni öğreniyoruz. Kuşkusuz, İngiliz arşivlerine dayanılarak yazılmış bu eser piyasaya çıktığında pek çok şey öğreneceğimiz de açıktır.

Türklerin en büyük şansı da böyle padişahların ardından Atatürk gibi bir kişinin gelişi ve yeni Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olmasıdır. Büyük Atatürk’e her zamandan çok daha ihtiyacımız olduğunu sırası gelmişken bir kez daha yinelemek isterim...

erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 1 Aralık 2007 Cumartesi 00:21:05


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
TeomanTörün IP: 88.240.149.xxx Tarih : 3.12.2007 11:17:10

Satvetli Osmanlı Devletinin duraklamasından itibaren hükümdarlarının giderek Devleti temsil etme, millete sahip olma ruhunu yitirdikleri muhakkaktır. Çok ibret verici bir örnek,Fransa İmparatoru III. Napolyonun gaza getirmesi ile Meksika İmparatorluğuna razı olarak Yeni dünyaya giden Avusturya Veliahdı Arşidük Maximilian (aldatılmış olmasına karşın) kendisine uyruk olarak gösterilen Meksikalılara sahip çıkmaya, darbe ile iktidardan uzaklaştırılan Benito Juarez'e el uzatarak reformları birlikde icra etmek için iknaya çalışmış. Direnişçilere karşı durumu zorlaşıp, yaşamı tehikeye girince ülkesine dönmesi tekliflerini şiddetle geri çevirmiş. Querétaro savaşında yenilip aynı yerde kurşuna dizilirken, mensup olduğu Habsburgların onuru uğruna: "Yaşasın Meksika!" diyerek göğsünü mermilere siper etmiştir. Bu, son Osmanlılar için hazin bir anekdottur. 6 asırlık ülkesinden kaçan Vahdettin'e "hain" demeye dilimiz varmasa da, lider niteliği ile hiç ilgisi olmayan bir zavallıdır.


İBRAHİM ÇAKICI IP: 81.214.40.xxx Tarih : 4.12.2007 04:05:51

SAYIN TÖRÜN SİZİN SEVR'İ İMZALAYANLARA YAKIŞTIRAMADIĞINIZ 'HAİN SIFATINI' LOZAN'I İMZALAYANLARA ( HEM DE GÜNÜMÜZDE ) NE SIKLIKTA YAKIŞTIRIYORLAR?!...


hürriyet turnalı IP: 88.239.39.xxx Tarih : 5.12.2007 13:54:56

ey Osmanlı torunları silkelenin ve kendinize dönün tarih tekerrürden ibarettir demişler. Tekrarlardan sakınmak için önümüze ve elimizde kalanlara dikkat etmek lazım. hala üzerinde yaşadığımız toprakların değerinin tam olarak farkında değiliz,hala doğal zenginliklerimizi kullanmamıza izin yok. Nasıl olsun ki; yalakalığını yaptığımız ülke dünya petrol rezervi bitsede bizim milyonlarca varil stoğumuz var diyemez sonra.


TeomanTörün IP: 88.240.149.xxx Tarih : 5.12.2007 20:20:52

Sayın Çakıcı, Ben aşırıya giden ifadelerden kaçan, uzlaşma kültürüne önem veren bir insanım. Bir toplum içinde kan davaları sürdüren grupların varlığından Tanrı insanları korusun. Sizden sonra yorum köşesine kendi düşüncelerini getiren arkadaşımızın koyu Osmanlıcı olduğu anlaşılıyor. Biraz da klişe lâflardan uzak kalalım; hükümlerimizi olabildiğince araştırmalara dayandıralım. Sevr (Sèvres) Antlaşması müzakereleri yapan delegelerce imzalanmış; fakat, İngiliz işgâl güçlerinin zorbalıkla Meclis-i Mebusan'ı basması üzerine gerekli kabûlü yolunda gerekli onay alınmamış, muâllakda kalmıştır. Elbetteki Sultan İngilizlerin elinde bir oyuncaktı. Ben yorumumda bunun yeterli bir değerlendirmesini yaptım. Müfrit düşünceler, aşırı coşku çoğunlukla davaya ve ülke selametine zarar verir. Lozan'ı imzalayanlara hain dendiğini ben hiç işitmedim. Belki basını izlerken gözümden kaçmıştır ama herhâlde gürültüsü çok çıkardı.