18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Veda…

Yazımın başlığını gördüğünüzde, beklide sizlere veda ettiğimi ve Kenthaber’den ayrıldığımı sanacaksınız. Yayına girişinden bu yana içinde yer aldığım Kenthaber’den, arkadaşlarımdan ve okuyucularımdan ayrılabilmek, daha doğrusu bir kalemde sıyrılabilmek öyle kolay değildir. Bu yazımda, biraz geç kalmış olmakla beraber Zülfü Livaneli’nin Veda filminden söz edeceğim.

Tüm dünyanın saygıyla tanıdığı, andığı, askeri dehası kadar liderliği, olağanüstü devrimciliğindeki doğruluları övücü sözlerle her zaman anılan Atamızın yaşamından bir kesiti gözler önüne seren “Veda” filmi, düşmanlarına, bilmeden Ona karşı olanlara ne ifade eder bilemiyorum.

Zülfü Livaneli’nin yazıp, yönetimini üstlendiği, müziğini yaptığı Veda iki arkadaşın dostluğunun filmidir. Çoğu kişinin anlayamadığı gibi bir Atatürk belgeseli değildir. Selanik’te çocuklukta başlayan dostluk hiç kopmadan yıllar yılı sürmüş… İşte onun öyküsüdür…

Öyle bir dostluk ki, Atatürk öldüğünde arkadaşı onsuz yapamayacağına önceden karar vermiş ve intihar etmeyi düşünmüştür. Kısacası Veda, dostunun gittiği yerde birlikte olmayı yansıtıyor… Bunu yapmaktan kaçınmamış… Ama kurtarılmış ve üç yıl daha yaşamış, sonra da anılarını yazmış ve tarihe ışık tutmuş…

Veda’da Atatürk ile önce çocukluk arkadaşı, sonra silah arkadaşı, dostu ve yaveri Salih Bozok’un yaşamından kesitler veriliyor…

İstiklal Savaşı’nın kazanılmasından hemen sonra Atatürk’ün yapılacak işleri dikte ettirirken söyledi sözler;

Yeni kurulacak idare biçimi cumhuriyet olacaktır…

Saltanat ve hilafet kaldırılacak…

İzleyenler gözyaşlarını tutamıyor, salon alkıştan inliyor…

Acaba izleyiciler o anda neyi anımsıyor, neyi düşünüyorlar? Bilemeyiz…

Filmin üzerinde durulması gereken bir noktası da Balkan bozgunu ve sonuçlarıdır. Nedense şimdiye kadar yapımcıların üzerinde durmadığı, yakın tarihimizin en acı olaylarından birisidir; Balkan bozgunu ve Rumeli’nin elden çıkışı… Tehcir olayının üzerinde bilip bilmeden ahkâm kesenler, yalan yanlış belgeleri ortaya koymaya çalışanlar biraz da Balkan bozgununun ortaya koyduğu, parçalanan ailelerin dramını ortaya koyabilseler… Yanılmıyorsum iki üç yıl süren “Evlada Rumeli” diye bir dizi vardı. Tarihi dizidir izleyelim demiştik. Oysa dizi saçma sapan aşk olayları, çetelerle geçiştirilmiş, Balkan bozgununa değinmekten kaçınmıştı…

Veda gösterime girdikten sonra hakkında epey yazı yazıldı. Bazıları üstü kapalı Atatürk’e, cumhuriyete küçük beyinleri ile sataşmak istediler. İnkârcılığın karanlık yollarını seçtiler… Bazıları da Zülfü Livaneli’ye olan art niyetlerini ortaya koymanın telaşına düştüler!.. Oysa Livaneli’nin filmi Atatürk ve Cumhuriyete karşı olanlara sanatsal yönden verilmiş tokat gibi bir yanıttır.

Atatürk ile ilgili bugüne kadar dizi, film ve belgeseller yapıldı. Oysa bu filmde Livaneli bambaşka, gerçekçi bir Atatürk portresi çizdi ve haklı olarak da takdirle karşılandı. Ayrıca filmin çekimi, özellikle savaş sahneleri ve İzmir’in yanış sahnelerindeki teknolojinin uygulanışı üst düzeydeydi. İstiklal Savaşı’ndan sonra Selanik’i alacak mısınız sorusuna Ata’nın hayır yanıtının ardındaki devlet adamlığı bir kez daha kendini gösteriyordu.

Filmin bitiminde jenerikte yazılan söz ise son derece anlamlıydı;

Selanikli olan Atatürk, Zübeyde Hanım, kardeşi Makbule Hanım ve Salih Bozok bir daha Selanik’i göremediler…

Yaşamları boyunca doğup, büyüdükleri Selanik’i görememenin ıstırabını kim bilir nasıl yaşamışlardır? Zorunlu Balkan göçmenleri gibi o duygularını yalnızca kendilerinde saklamışlardır. Bizler ne desek boşuna…

Kısa bir süre önce Can Dündar’ın “Mustafa” filminde güya farkına varmadan yapmış gibi Atamızı küçültmeye, gözden düşürmeye çalışan çarpık düşüncesine de şamar gibi yanıttır…

Büyük Atatürk’ün abartılmaya övgüye ihtiyacı yok… Tarihi, insan değerini, insanlığı biraz bilen, o büyük adama gönlünde hakkı olan yeri zaten vermiş…

Veda filmi sözcüğün tam anlamıyla övgüyü hak ediyor. Atatürk’ü en iyi oynayanlardan biri olan Sinan Tuzcu, Zübeyde Hanım’ın gençliğini ve yaşlılığını yansıtan Dolunay Soysert, Salih Bozok rolünde Serhat Mustafa Kılıç, Fikriye’de Özge Özpirinçci ve Latife Hanım’da Ezgi Mola, Atatürk’ün çocukluğunu canlandıran Kağan Olcay son derece başarılı ve gerçekçiler… Yapımcısından tüm oyuncularına, set işçilerine teşekkür etmek bir borçtur diye düşünüyorum…

Yazıma büyük Atatürk’ün bir sözü ile son vermek istiyorum; “Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata sahip olamaz.”

erdemyucel2000@hotmail.com
 

Yayın Tarihi : 11 Nisan 2010 Pazar 11:55:31


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Mehmet E. IP: 84.62.15.xxx Tarih : 12.04.2010 17:50:36

Veda basligını okuyunca eyvah dedim,Hocamin güzel yazilarindan mahrum kalacagiz diye üzüldüm.Devamini okuyunca oh diye bir nefes aldim.Mükemmel bir yaziyla karsilastim,Ellerine saglik Hocam.Tarihi açıdan bakilacak olursa Adana,dan verilen ilk emir,Kurtulus savasinin ilk emridir.

Adanalılar Istanbul hükümetinin 23 kasim 1918 tarihli Adana ve dolaylarinin bosatilmasi zorunlu kilan kararina büyük tepki göstermis.Adana halki bu karara tepki göstermis,isgal kuvvetleri Mersin limanindan Cukurovaya girmis tüm kilit noktalari eline almis.Sonra Adana,yi isgal etmislerdir.Fransizlar Ermenileri bölgede yerlestirme planlari yapmislardir.

Fransizlar kendi birlikleri icinde özellikle Ermeni askerleri getirdikleri gibi Suriyeden 70 bin Ermeni Adana,ya 12 bini dörtyola 8 binini Saimbeyliye yerlestirmislerdir.Hatta Antep ve Maras cevresinede 50 binden fazla  Ermeni yerlestirilmistir.1 hacli seferi sirasinda oldugu gibi Avrupa devletleri karakol görevini Ermeni kralliginin yeniden olusmasi icindi.

1918- 1919 yillarinda Adana tam bir terör ve cinayet dönemi yasanmistir.Bunlar arasinda Abdiaga ciftligi olaylari sehir ici olaylari tasköprü,de çarmıha gerilisi ve kirbaclanarak iskence yapilmasi gibi.Bunca terör ve baski arasinda Adana ve yörede,ki Türkler örgütlenerek kilikya Milli Kuvvetler teskilatini olusturmuslardir.

Subat 1920 den itibaren Milli Kuvvetler düsmana karsi zaferler kazanmaya baslamistir.Sonucta 27 mayis 1920 de Fransiz ordulari komutanini mehil esir alinmistir.Fransizlar yenilecegini anlayinca TBMM Hükümetini resmen taniyarak baris yollarina girmislerdir.

Türk Fransiz antlasmasi 20 ekim 1921 de Ankara,da yapilmistir.Bu antlasma geregince 5 ocak 1922 de Fransizlar Cukurovadan tamamen getirdikleri Ermenileri alarak beraberinde götürmüslerdir.Simdi kisaca ben Adanayi anlattim.Türkiye,nin dört bir yani bu alev icinde iken.

Türkiye Cumhuruyeti,nin kurulmasinda en büyük payi olan. Dahi Mustafa Kemal Atatürk icin en iyi sözlerle en iyi flimlerle tarif etmek varken bazi uzun dilli olup hakkinda konusanlardan nefretle kiniyorum.Ve hatta daha ileri giderek kardesim olsa dahi kanindan süphe ederim.Anasi belli Babasini,da git Annene sor derim.

Zülfü Livaneli,yi sanati ile insanligi ile daima ön planlarda yer almistir.kendisini ve emegi gecen herkese bu güzel eser icin tesekkür ederim.Sizinde ellerinize saglik bu güzel eseri okuyuculara sundugunuz icin.Bende Günesi gördüm filminden esinerek aflarina siginarak su güzel sözcügü yaziyorum.Ev icinde ev olmaz,Devlet icinde Devlet olmaz saygilarimla.


Cevdet Üstündağ IP: 85.105.190.xxx Tarih : 12.04.2010 10:49:33

Sevgili üstat, son dönemde Atatürk'ü konu alması bakımından üç film yapıldı. İlk film çok tartışılan Can Dündar'ın "Mustafa", ikincisi ise Zülfü Livaneli'nin "Veda" ve üçüncüsü de Turgut Özakman'ın senaryosunu yaptığı "Dersimiz Atatürk" filmi. Bu üç filmi de çok dikkatle izlediğimi söyleyebilirim. Can Dündar'ın filmi eksiklik ve yanlışlıklarla dolu idi. Veda filminin senaryosu ise Yaver Salih Bozok'un anılarına dayanıyordu. Dersimiz Atatürk ise öğrencilere yönelik çok yararlı bir film olarak karşımıza çıkmakta. Kuşkusuz bu büyük insanın hayatı ve yaptıkları 2 saatlik bir filme sığdırılamaz. Ama ben senaryolarını Turgut Özakman'ın yaptığı Kurtuluş ve Cumhuriyet filmlerini çok beğendim. Bu filmler çok gerçekçi ve yararlıydılar. Her 30 Ağustos akşamı Kurtuluş, 29 Ekim akşamı da Cumhuriyet filmleri geleneksel olarak gösterilir TRT'de... Ben her defasında ilki kadar heyecan ve ilgiyle izlerim. Bu tür filmlerin yapımında, tarihi belge ve gerçeklere  bağlı kalınması, millete malolmuş değerlerin de yıpratılmaması şarttır!