Türkiyenin Avrupa Birliğine alınıp alınmayacağı konusu aylardır iç ve dış basında tartışılıyor. Nedense konu bir türlü netlik kazanamadı; belki de kazandı da biz anlamak istemiyoruz.
Siyasilerimiz eskilerin deyişi ile yüzlerine takındıkları beşuş ifadelerle bu iş oldu bitti diyor. Bakıyorsunuz bir gün sonra değişip biraz tehditkâr biraz da kinayeli sözlerle batıya bir şeyler söylüyorlar. Bizim basın da bunları hemen manşete taşıyor...
Türkiye ABye alınacak mı alınmayacak mı?
Doğrusu hiç kimse bu konuda açık seçik bir söz söylemiyor. Anlaşılan odur ki kimse bu konuda bir şey bilmiyor.
Fransa ve Hollandadaki referandum sonuçlarından sonra İngiltere aynı doğrultuda karar çıkar endişesi ile halk oylamasından vazgeçti. Bilindiği gibi Fransa ile Hollanda ABnin yeni yasasına hayır dedi.
Siyasilerimiz bu sonuçlar bizi bağlamaz, 3 Ekimde müzakereler başlayacak dedilerse de, referandum sonuçları ABnin genişlemesine ve Türkiyeye karşı oylardır. Bu konuda polemik yapmak yanlıştır ve hayır oyları bal gibi Türkiyeye verilmiştir.
Günümüz Avrupası dünden farklıdır ve değişim süreci içerisine girmiştir. Ulusal ekonomik çıkarların ardında, aşırı milliyetçilik ve kültürel kimliğin korunması gibi düşüncelerin yeniden ortaya çıktığı hissedilmektedir. Kısacası, Avrupa ülkeleri ekonomilerinin dış güçlerin kontrolüne girmesini haklı olarak istemiyorlar. Bu durum aşırı sağ ve solun birleştiği Almanyada açıkça kendini gösterdiği gibi Fransa ve Hollanda da pek farklı düşünmüyor.
Acaba Avrupa, özellikle Almanya II.Dünya Savaşı öncesindeki kimliğine, yabancı düşmanlığına, yabancı ekonomik güce hayır mı diyor?
Avrupa ABnin genişlemesi ile küçük ve orta dereceli sermayenin ülkelerinde etkin olmasından rahatsız oluyor ve bunu kendilerine olası bir tehdit görüyor. Avrupanın bu tutumu nedense Türkiyenin ekonomisini etkilemedi. Borsanın yükselişinin yanı sıra dolar ve euro düştü. Belki de ABye gireceğinden ümitli olmayan Türkiyede ekonomi bu yüzden çalkalanmadı.
Fransa ve Hollandanın AB anayasasını kabul etmemeleri hukuki yönden Türkiyeyi etkilemeyecektir. 3 Ekimde Türkiye için müzakere başlayacaktır. Ne var ki Türkiyenin üyeliğine karşı olan Nicolas Sarkozynin Chırac tarafından Fransa Hükümetinde ön plana getirilmesi, aynı görüşte olan Angela Merkelin Almanyada iktidara gelme olasılığı Türkiyeyi de etkileyecektir. Ne olursa olsun ABye girebilmek için Avrupanın her istediğini yapan, ceza kanununu değiştiren, Gümrük Birliğinde ek protokol antlaşmasını imzalamaya zorlanan, Irakta söz hakkı olmayan Türkiyenin karşısına bu kez Kıbrıs yeniden gündeme getirilecektir. Kısacası Avrupa Türkiyeyi yokuşa sürecek, bizim teslimiyetçi tutumumuz buna karşı daha ne kadar sürecek bilinmiyor. Oysa bu konuda Batının pek değil hiç kaybı yok. Türkiye pazarı onlar için tıkır tıkır işliyor. Konsoloslukların önünde vize kuyrukları uzayıp giderken onlar ellerini kollarını sallayarak Türkiyeye geliyorlar.
AB Türkiyeyi kabul eder mi?
AB bizi kabul ederse euro yardımı yapacak, bir çok sorunumuz da onların başına dert açacaktır. Akıl ve bilimin ışığı altında oturup bu konuyu enine boyuna düşünmeliyiz. Meşhur bir söz vardır; eğri oturalım, doğru konuşalım... İşsizi, hortumcusu, yolsuzlukları, kapkaççıları, kendine özgü olmayan bütçesi, vergilerini vatandaşından tam olarak alamayan ve büyük çoğu aydınlanma felsefesinden geçmemiş halkı, ehil olmayan hocaların yönettiği kaçak Kuran kursları, tesettürlü eşler, Cumhuriyet yasalarının engellediği dergâhları açık tutan Türkiyeden ABnin ne gibi beklentisi olabilir?
Bu sorunları yeterince çözememiş, ılıklı İslam modeli gibi anlamsız kavramları dile getirenler acaba AB ülkelerinin buna nasıl baktıklarını düşünüyorlar mı?
Aydınlanma felsefesinden çok sık söz ediyoruz. Acaba aydınlanma felsefesi ve aydınlanma çağından ne anlıyoruz. İnsanın, insanlığına dönüşü olarak nitelenen aydınlanma, metafizikle, bağnazlıkla verilen bir savaştır. Kuşkusuz insanlığın doğru yolu bulmasında da çok büyük payı vardır. Immanuel Kant, aydınlanmayı bakın nasıl tanımlıyor:
Aydınlanma insanın kendi suçu ile içine düşmüş olduğu ergin olmayış durumundan yani kendini özgürce yönetememe, olanaklarını özgürce geliştirememe durumundan kurtulmasıdır; Bu erginleşememe, bir kimsenin başka birinin yönlendirmesi olmaksızın kendi usunu, anlama yetisini serbestçe kullanma becerikliliğini gösterememesinden kaynaklanır. Bu çocuksu durum insanın anlama yetisinin yetersizliğinden değil, ama başkasının yönlendirmesi ve yardımı olmaksızın usunu kararlı bir biçimde özgürce kullanamamasından kaynaklanmaktadır.
I.Kantın yanı sıra İlhan Selçuk; Aydınlanma; bilimin dinden, usun insandan bağımsız kılınmasıdır diyerek daha açık bir tanımlama ortaya koymuştur.
Osmanlı İmparatorluğunun son 150 yılında Batıdan yalnızca teknoloji alabilmek için uğraşıldı. Onun yanı sıra batıya özgü kültür, düşünce birikimi nedense görmemezlikten gelindi. Batı, Aydınlanma Çağını, Orta Çağ karanlığından kültürde Rönesans, dinde reform ve Fransız İhtilalini yaparak gerçekleştirdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında yalnızca Atatürk bu gerçeği görüp ona göre çözümler üretmeye çalıştı.Ancak en verimli çağında da bu dünyadan ayrıldı.
Biz ne yaptık; çoğumuz anlamadan, öğrenmeden, okumadan olup biteni seyrettik. Bu arada çağdışı yorumlarla da kendi kendimizi övüp durduk.
Bütün bunlar bir yana ABye girmek isteyenler acaba ne elde edeceklerini sanıyorlar? Yabancı sermaye Türkiyeye gelecek, fakirlik bitecek, vizesiz Avrupa dolaşılacak, canımız isterse orada iş bulunacak, kadınları kızları ile gönül eğlendirilecek, borçlardan kurtulunacak... Kısacası toplum olarak refaha kavuşacağız.
Gülerler adama...
erdemyucel2002@hotmail.com
Yayın Tarihi :
7 Haziran 2005 Salı 20:38:05
Güncelleme :7 Haziran 2005 Salı 23:00:35
Yorumlarınız
hüseyin IP: 81.213.217.xxx Tarih : 13.06.2005 16:04:19
türkiye ab ye giremez. giremez derken avrupalı lar almaz ve ben şahsım olarak ab ye girmemize karşıyım