18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Yok Olmak Üzere Olan Sahhaf ve Sahhaflık...

Sahhaf ve Sahaflık yok olmak üzere olan bir meslek çağı yakalıyoruz sloganları içerisinde geçmişi yansıtan pek çok değerlerimizi yitirdiğimiz de bir gerçektir. XX. Yüzyılın 2.yarısından sonra sosyo-ekonomik koşulların değişmesi, İstanbul başta olmak Üzere Türkiye’nin hemen her kesiminde kültürel yozlaşmayı da beraberinde getirdi. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak bazı meslekler, uğraşlar ortadan kalktı, onların yerlerini yenileri aldı. Kuşkusuz, bunlardan birisi de sahaflıktır. Eski İstanbul yaşantısında sahaflık kültür merkezi olduğu kadar, bilgi alışverişlerinin de yapıldığı ortamları oluşturuyordu. Sözcük anlamıyla "sahaf’ elden düşme kitap alıp, satan kişidir. Bu isim zamanla halk arasında sahafa dönüşmüştür. Sahhatlar İstanbul başta olmak Üzere kültürel yönü ağır basan şehirlerde, çarşılarda ve aynı sokaktü bir araya gelirlerdi. Onların çevresinde de hattatlar, mücellitler, müzehhipler, kağıtçılar, kalemtıraşçılar, mürekkepçiler toplanmıştı. Günümüzde bu mesleklerden, sanatkarlardan kaçı kaldı? Hemen hemen hiçbiri... Geçmiş günlerin İstanbul’unda sahaflar Kapalıçarşı’da, bugünkü Yorgancılım denilen yerde bir araya toplanmışlardı. Sahafların dükkanları oldukça küçük olup. Kitaplar bugünkü gibi raflarda değil. Tahta tezgah Üzerinde Üst Üste konulurdu.
Sahaf da tahta zemine yaydığı kilimin üzerine oturur
satışını yapardı. Evliya Çelebi ’ye göre burada elli kitapçı dükkanı ve üç yüze yakın çalışanı vardı. Sahhatlar. Osmanlı padişahının önünden cülus törenlerinde veya çeşitli nedenlerle yapılan etkinliklerde geçerlerdi. Bu geçit töreninde Üzerine yerleştirdikleri kitapların bulunduğu taht-ı revan da çok önemliydi.
Kapalıçarşı’ da değerli kitapların alınıp satıldığı Sahhaflar çarşısında Salı ve Cuma günleri kitap müzayedeleri yapılırdı. Kitap sevenler için bu günlerin ayrı bir önemi vardı. Müzayedeye çıkarılması istenilen kitaplar önce Sahaflar kahyasına getirilir, o da değerini tam verebilmek için konusunda uzman kişilerin bilgisine başvurur ardından da satışa çıkarılırdı. XIX. Yüzyılın sonlarında Sahhafkiihyalarından en tanınmışı "Sağır Kahya" idi.
Sözüne güvenilir bilirkişi de "Kütahya’lı İsmail Efendi" idi. İsmail Efendi kötürüm oluşundan ötürü, haftanın belirli günlerinde oğlu tarafından çarşıya getirilir, değerlendirmesini yapar ve giderdi.
Sahaflar Çarşısına kitap sahiplerinin getirdiklerinin yanı sıra terekelerden, aile mirası olarak kalan kütüphanelerden gelen kitaplar da vardı. Sahhaf Çarşısı dışında Bohçacılar denilen bir başka gurup, ellerine geçirdikleri ender yazmaları, minyatürlü eserleri bir bohçaya sararak meraklılarının konaklarına götürürdü. Kitap meraklısı da satın aldığı kitabın ücretini bir seferde ödemez, takside bölerdi. Böylece bohçacının yeniden gelmesini ve yen kitaplar getirmesini de garantiye alırdı.
Xvı-xvıı. Yüzyıllarda medrese öğrencileri de Fatih ve Beyazıt camileri yakınında kitap alır ve satarlardı.
Sahaflar Çarşısı esnafı, Sahaflar Loncasına bağlı idi. Sahhalar da çırak, kalfa, ustalık dönemlerini geçirmek zorundaydılar. Sahaf dükkanları diger esnaf dükkanları gibi dua ile açılır, dua ile kapanırdı. Osmanlı yaşantısında her loncanın, her esnaf grubunun bir piri vardı. Sahafların da piri ilk kitapçılardan olduğu söylenen Basralı Abdullah Yetimi Efendi idi.
Türkiye’ de ilk basılan kitabın 1470 tarihli olduğu söylenirse de tarihi belgeler 1727 tarihini işaret etmektedir. XVI.Yüzyılın sonlarında Cevheri’nin yazıp, Müderris Mehmet Efendi’nin Arapça’dan Osmanlıca’ya çevirdiği Vankulu Lügati da yine ilk basılan kitaplar arasındadır. Türkiye’ye matbaanın gelmesine karşılık, Sahhat1ar uzun süre basılı kitaba ilgi göstermemiş, onları alıp satın almıştır. Dükkanlarının yanındaki hattatlara yazmaları çoğalttırmaya devam etmişlerdir.
İstanbul’a gelen gezginlerin, yazarların çoğu da Sahaflar Çarşısı’na değinmeden, uğramadan geçememişlerdir. Fransız yazar Antoine Galland, buradan satın aldığı minyatürlü bir yazmayı Fransa kralına hediye etmiştir. Bugün bu kitap bibliotmque N ationale’ dedir.
XVII. Yüzyılda Fransız sefaretinin tercümanı olan A.Galland, sahaflık ile ilgili izlenimlerini şöyle dile getirmiştir:
"Türklerin matbaa kitaptan zevk almadıklarını sözüme ilave etmeliyim. Basma kitabın okunmasının daha kolay olduğunu kabul etmekle beraber, işlek olmayan bir yazıyla yazılmış olsa bile, Türkler yazma kitapları en iyi basmalara tercih ediyorlar. İstanbul’da bir kitapçıda İbn-i Sina’nın basma eserlerini gördüm.
Bu kitap Arap harfleriyle basılanların en güzeli, yazısı el yazısına en yakını olduğu halde, uzun bir müddet satılamadı. Halbuki, aynı kitabın yazma nüshaları gerek tanıdığım bir kitapçı, gerek diğer kitapçılar tarafından ve gayet pahalı olarak satılmaktaydılar" .
Hacı Hüseyin Efendi isimli bir kişi de "Şirket-i Sahhafiye-i İraniye" diye bir şirket kurarak İran ve Mısır’ da basılan din, tarih ve ders kitaplarını İstanbul’a getirerek Sahaflar Çarşısında satardı.
Sahaflar Çarşısı1894 depreminden büyük zarar görmüş, bir süre Fesçilere, Hakkilldann yanına yerleşmişlerdi. Ardından da Beyazıt Camisinin bitişiğindeki Oymacılar Çarşısı’na taşındılar. Ne var ki; Osmanlıdan arta kalan bu kültürel doku
1950 yılında hemen hemen tamamen yandı,dükkanların içerisindeki binlerce yazma da yok oldu.
İstanbul Belediyesi yanmayan yerleri kamulaştırıp, ahşap dükkanları betonarmeye çevirerek yeni bir çarşı ortaya koydu. Çarşının ortasına da ilk Türk matbaasının kurucusu İbrahim Müteferrika’nın büstünü yerleştirdi.Beyazıt Camisinin yanındaki Sahaflar Çarşısında 17’ si çift katlı olmak üzere 23 dükkan bulunmaktadır.
Sahafların yok olmasını o günlerin Vali ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay’ın, Ord.Prof.Dr.A.Süheyl Ünver’in, Osman Nuri Ergün’ün ve Hakkı Tarık Us’un göstermiş oldukları çabalar unutulmamalıdır.Her güzelliğin bir sonu olduğu gibi Sahaflar Çarşısı da orijinalliğinden uzaklaştı; bugün kitap, kırtasiye satan işportacıların işgaline uğradı. İstanbul Üniversitesi’nden ötürü meydanda kırtasiye satanları 1975 yılında belediye Sahaflar Çarşısı’na yerleştirdi. Yeni gelenlerin eski sahaflarla uyum sağlayıp’ sağlayamadıkları bugün bile tartışılır. Yeni gelenler kendilerine geçici olarak ayrılan yerleri dükkana dönüştürerek çarşı görünümünü olumsuz yönde etkiledi, uzun yılların geleneği, disiplini ve sessizliği bir anda yok oldu. Sahaflık 1980’i izleyen yıllarda bölündü bir gurup Beyazıt’tan ayrılıp Beyoğlu Aslıhan Çarşısı’na, bir gurup da Kadıköy Akmar Pasajı’na taşındı.
Geçmiş günlerin Sahafları kitap meraklılarının, yazarların, bilim adamlarının sık sık uğradıkları sohbet ettikleri, edebi ve ilmi yerdi. Burada öylesine kitap meraklılarıyla karşılaşılmıştır ki şaşmamak elde değil; yemesinden içmesinden, giyiminden kısıtlayarak tüm parasını kitaba yatıranlar vardı. Eski Sahhaf üstatlarından Muzaffer Ozak, Mehmet Necati Alpas, Nizamettin Aktuç, Mehmet Ertezcan, Raif Yelkenci, İsmail Dilmen, Ekrem Karadeniz, Ahmet Tanyeli ve Arslan Kaynardağ’ın sohbetleri, anılan bugün de canlılığını korumaktadır. Sahhaflar Çarşısı’nın bugünkü ustalarından "dünyadaki en güzel şey kitap alıp, satmaktır" diyen İbrahim Manav, o günleri şöyle dile getirmektedir:
"Acizane mesleğe 1951 yılında başladım. Eski Sahaf ustalarından Nizamettin Aktuç, Raif Yelkenci, İsmail Dilmen, Hacı Muzaffer Ozak gibi daha bir çok Sahaf ustasından feyz aldım. Nizamettin bey ihtisas olarak yabancı dilde kitaplara, bilhassa Türkiye ve Bizans tarihi ile ilgili eserlere hakimdi. Raif Bey de yazma kitap ve hat sanatına hakimdi.İsmail Efendi aynı zamanda tellal’ dı, müzayedeciydi.Müzayede yapmayı İsmail Efendi’den öğrendim. Ustam Muzaffer Ozak’tan Arapça ve Osmanlıca kitapları öğrendim. Bu bahsettiğim ustalar kendi konularının uzmanlarıydı. Son olarak Mehmet Ertezcanlı’nın yanında 12 yıl çalıştım. Ondan da Türk dünya ve İslam klasiklerini öğrendim. Bizim meslekte kitabı ustalardan ve gelen müdavimlerden öğrenirsiniz. Ben de kitapları, ustalarla birlikte müdavimlerden öğrenmiş ve bu kişilerden çok istifade etmişimdir. Bu müdavimlerin arasında geçen konuşmalar bizi meslekte biraz daha pişirdi. Eski Sahaf ustalarının çok belirgin bir özelliği vardı; kitabı o konunun ilgilisine satmayı tercih ederlerdi. Hoca ve talebelere kredi açar ve kolaylıklar sağlarlardı. Mesela, Nizamettin Bey’in, Bizans kiliselerine ait kıymetli kitabı oğlu Şevki Bey "ben bu kitabı yüz liraya birine satacağım" dediğinde "hayır ben o kitabı Semavi Eyice’ye yirmi liraya sattım" dediğine şahit oldum".
Günümüzde yok olan eski İstanbul yaşamından küçük bir kesit...

Email : erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 25 Ağustos 2004 Çarşamba 12:47:03
Güncelleme :31 Ağustos 2004 Salı 11:32:28


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?