Deniz Feneri davası Almanya Mahkemesinde karara bağlandıktan sonra, dini bütün kişilerden toplanan paraların Türkiye ayağının ne olduğu sürüncemede kalmıştı. Almanya’daki dosya istendi istenmedi, geliyor gelmedi tartışması uzun bir zaman aldı. Ardından Almanya’dan gelen dosyanın tercümesi aylar aldı, bu arada tercümeyi yapanın babası vefat etti. Sonunda Deniz Feneri bizim yargıya intikal etti. Bu arada RTÜK Başkanı Zahid Akman başta olmak üzere Kanal 7 televizyonundan başı kişilerin isimleri gündeme geldi. Her şey iç içe girdi kimin suçlu kimin suçsuz olduğu kamuoyunda, basında tartışılması başlandı.
Deniz Feneri’nin son yerel seçimlerde AKP’ye oy kaybettirdiğini ise en koyu partililer bile söylemekten kaçınmıyorlar.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın isteği doğrultusunda Ankara Sulh Ceza Mahkemesi başta RTÜK Başkanı Zahid Akman ve Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman başta olmak üzere 18 kişinin mal varlıklarına tedbir koydu. Oysa Deniz Feneri davası gündeme gelmesiyle birlikte Zahid Akman ve Zekeriya Kahraman’ın isimleri işin tâ başından beri söyleniyordu.
Türkiye’de yönetimde bulunanlar ve sırtlarını bir partiye dayamış bürokratların lügatlerinde, nedense istifa diye bir sözcük yer almadığından bu kişiler görevlerini sürdürüyorlar. Ancak yerel seçimlerden sonra yapılan kabine revizyonunda Bülent Arınç’ın Başbakan Yardımcılığına gelmesiyle birlikte konu yeniden siyaset arenasına taşındı.
Bülent Arınç’ı seversiniz veya sevmezsiniz o ayrı bir konudur. Uluorta konuşmalarıyla çoğu zaman tenkit edilmiştir. Seçmenine bazen hoşgörülü davranmayan bir kişiliği vardır. Manisa Belediye Başkanlığının MHP’ye geçmesinde O’nun bu tür konuşmalarının payı olduğunu söyleyen hemşerileri de vardır. Meşhur sözdür; yiğidi öldür ama hakkını ver denir. Bülent Arınç, siyasi yaşamı öncesinde ve sonrasında ismi yolsuzluğa karışmamış, bu yönde dokunulmazlık zırhına bürünmemiş, bu tür çirkinliklere karşı durmuş, dürüst bir insandır. Nitekim Başbakan Yardımcılığı görevine gelir gelmez ilk söylediği sözde; Bakanlığına bağlı bir kurum olan RTÜK’ün Başkanı Zahid Akman’ın istifa etmesini istemesiydi. Bu sözü Zahid Akman’ın yüzüne söylediği de basında yer alan haberler arasındaydı.
Geçtiğimiz haftalarda Akman ile ilgili soruya verdiği yanıt ilginçti;
“İlk defa açıklıyorum. Ben bakan olduktan sonra Zahid Akman ile görüştüm. Görüşmemizde bu konuları kendisine sordum: Bana bunların hepsi iftira dedi. Ondan sonra kendisine şunu dedim; Sizin seçimlerinizde katkısı olan bir insan olarak söylüyorum ki; Bu ithamlar sizi yıpratıyor, kurumunuzu yıpratıyor, hükümeti yıpratıyor. Şimdi Başbakan yardımcısı olarak beni de yıpratabilir. Çünkü böyle bir kanaat oluşmuştur. Halk nazarında RTÜK Başkanı ile ilgili olarak Deniz Feneri bağlantısı artık kurumları yıpratır hale gelmiştir. Ben sizin görevinizden ayrılmanızı istiyorum.”
Arınç’ın sözleri açık ve netti; istifa et, ben seninle çalışamam diyordu...
Bu sözlerin basında yer almasının ardından Akman, istifa etmeyi düşünmediğini, arkasında Başbakanın olduğunu söylemekten kaçınmadı. Bir bakıma Arınç’ı yalanladı. Ancak şunu bir kez daha vurgulamalıyız ki, Arınç’ın siyasi yaşamında yalan söylediği de gündeme hiç gelmemiştir. Kaldı ki, Başbakan da Akman’ı korumuş olsa bile Deniz Feneri olayından sonra arkasında olduğunu belirtecek imada bile bulunmamıştır. Kısacası şu ana kadar da Akman istifa etmedi.
RTÜK Başkanı’nı kimler seçiyor diye düşünenlere hemen hatırlatayım. RTÜK üyelerini TBMM seçer, seçilen üyelerde aralarından birisini başkan yaparlar. Bu bakımdan Arınç’ın Onu ben seçmedim demesi de yerinde bir sözdür.
Şimdi sorulması gereken soru; Akman günah keçisi mi, O’nu şu ana kadar kollayanlar kimlerdi? Yoksa bunca olaylar ve ayyuka çıktıktan sonra bir bürokrat böylesine rahat koltuğunda kalabilir miydi?
Belki de çekilirsem hakkımda yapılan suçlamaları kabul etmiş olurum mu diye düşünüyor?
Koltuğuna yapmış adam mı? Yoksa yapılan bütün suçlamalara direnen bürokrat mı?
Ancak Arınç’ın “Deniz Feneri olayı suç olmaktan öte ahlak dışı” sözü de yenilir yutulur cinsten değil.
Zahid Akman’ın arkasında kimlerin olduğunun net olarak bilinmediğine değinmiştim. Ancak Mustafa Mutlu merak edip araştırmış ve ilginç noktamlar bulmuş. Mustafa Mutlu, O’nun 25 yaşına kadar isminin Aykut olduğunu, sonra şeyhinin ismi olan Zahid’i aldığını yazıyor. İlahiyat Fakültesini bitirmiş, cemaat içerisinde hızla yükselmiş, para kazanmış, ardından da kariyer sahibi olmak istemiş dostlarının yardımıyla da RTÜK Başkanı olmuş!.. Alman mahkemelerin kararları ve Türkiye uzantıları ortaya çıkmasaydı daha sonra ne olurdu bilinmez...
Türk adaletine de sonunda intikal eden konu biraz aralanır gibi oluyor. Kuşkusuz, bu arada bazı deliller karartılmamışsa, bilgiler, ilişkiler yok edilmemişse!
Büyük olasılıkla da bu davanın sonucu Türk adaletine gölge düşürmek isteyenlere de iyi bir yanıt olacaktır. Sırası gelmişken Otto Ernst’in bir sözünü de hatırlamadan edemiyoruz. “Mahkemeler cinayetler hakkında karar verirlerken delillere bakar; ne yazık ki, bazı kişiler delil bırakmadan cinayet işlemiş olurlar.”
erdemyucel2002@hotmail.com
Sayın yazar, makaleniz tek kelimeyle mükemmel. Aristo der ki; "Zekanın bir sınırı vardır ama yüzsüzlüğün asla!" Bu bakımdan artık bu fener olayı ile ilgili kokular okyanus ötesine ulaştı ama hala biz de bir somut adım yok? Alman savcılık, esas suçlular Türkiye'de diyor. Bazı davalarda suç ile ilgili deliller yok edilmesin diye, gözaltı ve tutuklamalar yapıldı ancak Deniz Feneri olayında durum öyle değil. Bu konunun siyasi bağlantıları ve ortakları, en kısa zamanda mutlaka ortaya çıkarılmalı ve adalete intikal etmelidir.