19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Zam mı, Güncelleme mi?

Yaşanan olaylara siyasilerimiz öylesine tanımlamalar getiriyorlar ki, şaşmamak elden gelmiyor!.. İnsanın kafası enikonu karışıyor. Daha doğrusu ne diyeceğimizi bilemiyoruz.

Son günlerde otomobile, sigaraya, içkiye, elektriğe doğal gaza güncelleme adı altında bir takım zamlar yapıldı. Yılbaşından sonra bu zamlara yenilerinin de ekleneceği söyleniyor. Bunun böyle olacağını seçim öncesinde aklı evvel vatandaşlar tahmin ediyordu da sanırım yüzde ellilik bir kitle farkına varamamıştı.

Kimi zam dedi, kimi güncelleme, kimi de ÖTV artışı dedi!.. İnsanın aklını karıştıran ise bu zam furyasının gerçek isminin ne olduğudur. Kılıçdaroğlu “zammın adını değiştirdiler, güncelleme diyorlar” derken Maliye Bakanı “zam değil güncelleme” gibi bir söz sarf etti!.. İster ÖTV artışı, ister güncelleme deyin; zam zamdır…

ÖTV artışı deniyor da; merak ettim acaba kaçımız ÖTV’nin ne olduğunu biliyor. Bu nedenle ÖTV’nin ne olduğunu bilmeyenler için kısa bir açıklama yapmak isterim;1999 yılındaki büyük depremden sonra depremin yaralarını sarmak için Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) halkın sırtına bindirilmişti. Depremden bu yana 12 yıl geçmesine rağmen bu vergi kaldırılmadı. Depremzedelere yardım edileceğine bütçe açığını kapatmaya yönelik vergi olarak kaldı!.. Kimsenin de sesi çıkmıyor. Aynen elektrik faturalarını ödeyen, kaçak elektrik kullanmayan vatandaşların kuzu kuzu ödediği “KKB” (kaçak kullanım bedeli) gibi. Kısacası kaçak elektrik kullananların sarf ettikleri elektriğin bedeli namuslu vatandaşlardan alınıyor.

Bütün bu zamlar bana, yıllar öncesi Kocamustafapaşa’daki Çevre Tiyatrosunda, dostum Şahin Tek’in “Zam Zam Zama da Zam!” isimli oyununu anımsatıyor…

İster ÖTV olsun, ister güncelleme, isterse zam olsun bunun faturası yine dar gelirli orta sınıf vatandaşın sırtına biniyor.

Başbakan, öldük, bittik, yandık diyenlere sesleniyor, onları uyarıyor; “Kardeşim sigara içmezsin olur biter, alkolü biraz daha az tüketirsin. Porsche, 2000 CC kullanacağına gel FİAT, Volkswagen kullan ne olacak. Biraz daha düşün harcamayı. Bunu düşündüğün zaman olur biter. Ve ülkenin cari açık sorunu var. Eğer biz burada işe dikkat etmezsek, hani Rahmetli Özal’ın kemer sıkma dediği olay, işi sıkı tutmazsak biz de Yunanistan’ın durumuna mı düşelim?”

Bu yapılan zamlarla aşırı elektrik yakmazsan, doğal gaz yerine yaklaşan kışta battaniyeye sarınıp oturursan, otomobilini satarsan, sigara içmez, içkiyi az tüketir veya hiç kullanmazsan pek dokunmaz. Vasıtaya bineceğine yürü git… Bir zamanlar Demirel ne demişti; yollar yürümekle aşınmaz.

Yapılan zamlara neden kızıyorsunuz ki; onlar bizim sağlığımızı düşünüyorlar. İçki hem günah hem sağlığa zarlı!.. Sigaraya gelince paketlerin üzerinde; sigara içmek damarları tıkar, kalp krizine ve felçlere yol açar demiyor mu? Bizleri böylesine düşünenlere kızmayın… Az kaldı unutuyordum sağlık harcamaları da zamdan nasiplenmiş. Reçeteden alınacak 3 Tl ve katkı payı 1 Tl artmış…

Yalnız dikkatten kaçan bir nokta var. Bazı iş sahipleri yine sigarasını, içkisini içerken, otomobiline binerken aradaki farkı doğal olarak iş yaptığı müşterisinin sırtına bindirecek.

Türkiye’de iktidarların başı ne zaman sıkışsa hemen kemerleri sıkma politikasından söz ederler. Ancak kemerleri de nedense hep dar gelirliler sıkar. Yönetenlerin öyle bir sorunu yoktur. Lüks otomobiller, uçaklar, helikopterler onlar içindir. Kuşkusuz onlara dış ülkelere yapılan gezileri de ekleyebiliriz. Hem neden yakınıyoruz ki, Türkiye zengin, yardımsever bir ülkedir. Dünyanın neresinde insanlar dara düşse onlara yardım için kolları sıvarız. Örneğin Somali, Afganistan, Libya, Filistin gibi…Oralardan memleketimize gelenlere de kucak açarız!..

Kimse kimseye kızmasın; bizleri yönetenler iyi ve müreffeh yaşasınlar ki, bizleri iyi yönetsinler… Zamlara falan pek kızmak da doğru değil; Türkiye’nin ekonomisi ne zaman düzeldi ki. Bunun kökeni Osmanlı’ya kadar iner…

Sanayileşme devrimini yapamamış, aydınlanma felsefesinden geçememiş Osmanlı, tarih boyunca kapitalizm karşısında hep ezilmiştir. Osmanlı Avrupa’nın teknolojisine, ekonomisine ayak uyduramamıştır. Islahat Fermanı (1856), Paris Antlaşması (1856) ve Tanzimat’ın (1839) ilanı hak, hukuk, eşitlikten söz ederken batının ekonomik sömürüsünü gözden kaçırmıştır.

Osmanlı sınırlarında yabancıların mülk sahibi olmalarıyla sömürge anlayışı başlamış ve o günden bu güne de sürmektedir. Yabancı ürünler ülkeyi işgal etmiş, yerli sermaye yok olmuş, Osmanlı yabancı sermayenin pazarı olmuştur. Sultan Abdülaziz döneminde dış borcun 3.300.000, iç borcun da 2.000.000 kese altın olduğu, bunlara yılda 544.000 kese altın ödendiği de unutulmamalıdır. Bunun sonucu olarak Osmanlılar Baltacı Hırıstaki, Zagrafos, Mısırlıoğlu Bagos, Kamato gibi Galata bankerlerinin kucağına düşmüş, ardından Duyunu Umumiye diye devletin gelirlerine el konulmuş, devletin ekonomisi tamamen batının kontrolü altına girmiştir.Türkiye Cumhuriyeti ise 1940’lı yıllara kadar Osmanlının borçlarını ödemek zorunda kalmıştır.

II. Dünya Savaşından sonra ise Türkiye çok daha ağır batağa sürüklenmiştir. Demokrat Parti ABD’nin Marshall yardımı çerçevesinde aldığı borçlarla memlekette suni bir gelişim ve refah yaşanmış, ardından alınan borçların faizleriyle çıkmaza sürüklenilmiştir. Borçlandır ve kazan sistemiyle mali sıkıntıya giren ülkelere yardım bir bakıma kapitalizmin ana hedeflerindendir. Batıda bunun için bankalar, borç veren yardım kuruluşları bile ön plana çıkmıştır.

Günümüzde kapitalizmin baskısına karşı başta Yunanistan, Portekiz, Kanada, Avustralya, Japonya, Şili, Tayvan ve İspanya gibi ülkelerde olduğu gibi gösteriler başlamıştır. New York Wall Stret’deki gösteriler de bunun tipik örneklerinden birisidir. Bütün bunlara rağmen emperyalist ülkelerin emekçileri Türkiye’ye göre çok daha iyi bir yaşam sürmektedir.

Yeniden memleketimizde yapılan zamlara dönecek olursak her zamdan sonra aynı sözleri bir kez daha duymamız olasıdır; hay ellerim kırılsaydı da oy vermeseydin… Bu konuda bize de okuyucu yorumları geliyor… Bazı yayın organlarında halkın tepkilerini dile getiren röportajlar yapılıyor. Çoğu bağırıp çağırıyor, “Değil lüks, ucuz bir arabamız bile yok”, “İhtiyaçlarımızı bile karşılayamıyoruz”, “Hergün yeni bir zamla uyanıyoruz”, “Zam yapacağınıza gençlere iş bulun”, “100 liralık yakıtın 65 lirası vergi” “başarısızlıklarını halka yüklediler”, “akıl vereceklerine para versinler”, “Bu gidişle bu ülkede yaşanmaz” diyorlar!.. Ancak görünen odur ki, ellerim kırılsaydı diyenlerin yeni bir seçimde yine paşa paşa aynı şekilde oylarını kullanacaklarına eminim. Alt yapısı iyi bir eğitim, gözlem ve anlayışa oturmamış toplumların bu durum ortak kaderidir…

Meşhur sözdür her toplum layık olduğu gibi yönetilir.. Emekçi, şikâyet ediyor ama sendikalardan, sivil toplum örgütlerinden hiç ses çıkıyor mu? Çıkmadığına göre ortada ters bir durum yok demektir!..

erdemyucel2002@hotmail.com
 

Yayın Tarihi : 21 Ekim 2011 Cuma 00:04:05


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Mehmet Ersindigil IP: 84.62.0.xxx Tarih : 21.10.2011 18:14:59

Ellerin dert görmesin,Ellerine saglik Hocam.Cok güzel bir yazi olmus.Sahsen ne yazacagimi bilmiyorum.Emperyalist ülkelerde isci sinifi,Türkiye,nin isci sinifindan on kat daha iyi yasam icindedir.Yaliniz Emperyalist ülkelerde is veren patronlar,Türkiyede,ki patronlarla kiyaslanirsa,Türkiyede,ki patronlar emperyalist ülkelerinde,ki patronlardan on kat daha iyi yasamaktadirlar.

Cünkü emperyalist ülkelerde,isveren patronlar diyelim,bir isciden daha fazla mesai yapmaktadir.Bir isci 8 saat calisir gider,Ama patron en az 10 saat calismaktadir.Onun icin, Emperyalist ülkelerde isci sinifi Türkiyedeki isci sinifindan daha rahat yasamaktadir.Türkiyede,ki zamlara gelince,ve Sayin Basbakanimizin cagrisisa sevindim.Cünkü oh oh kendim ettim kendim buldum türküsünü söylemek zorundayiz saygilarimla.