23
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Çin

 
      
           
        Son dönemde piyasalarda korkunç bir “Çin tutkusu ve korkusu” yaşanmaktadır. Nerdeyse tüm tezgahları Çin malları kapladı.Yapılan bilinçsiz ve dengesiz ithalat ile, “ne bulursak alalım nasılsa satarız” diyen firmalar ve  “Çin malı nasıl olsa ucuz, alalım” diyen nihai tüketiciler ithalat çılgınlığından zarar ile çıktılar.
           
        Ucuz işçilik, dayanıklı bir ekonomi ve üretim teşvikleriyle dünyanın üretim merkezi olan,  pek çok dalda bir  çok ürünü ucuza mal edebilen ve bunu satabilen  Çin’in, Dünya Piyasaları  ile rekabet edebilmeleri için, tüm ülkeler ve firmalar tarafından ister alım  ister satım ama mutlaka değerlendirilmelidir.
 
        İşte tam da bu noktada; tüm bu gerçekleri büyüterek ve Çin’in bu özelliğini genelleyerek, “ne bulursak alalım nasıl olsa Türkiye’de satarız” anlayışının yanlışlığının altını çizmek lazım.
 
        Ticareti herhalde herkes para kazanmak için yapıyordur.Başka gaye ile yapan varmıdır bilemiyorum…Para kazanmak “kar” ile mümkündür. Buda alış fiyatı ile satış fiyatı arasında lehimize oluşan farktır. Yani kısaca kar elde edebilmek için sadece “malı” almak yetmez birde bunun kar elde edilecek şekilde bir fark ile satmak gerekir. Bu dengeli ticareti oluşturabilmek için hizmet verdiğimiz dal’ı ve kullanılan ürünleri çok iyi bilmemiz, eğer bu ürünü ithal etme noktasında isek de tüm yan işlevlerini iyi araştırmamız ve çok iyi yapılmış ikili anlaşmalar ile ithalatı gerçekleştirmemiz lazım.
 
        Ancak bugüne kadar yerleşik olan düşünce ve uygulamalarımız aynen devam ediyor. İştigal konuları çok farklı olmalarına rağmen; çok rahatlıkla “nasıl olsa ucuz” diyerek, oyuncak ithalatı, hediyelik eşya ve seramik ürünleri veya kozmetik ürün ithalatı yapan, konu ile alakasız firmalar var. Yada bunun tersi örnekler…Hal böyle olunca da, üreticilerimiz ve tüketicilerimiz zarar görüyor ve kandırılıyor. Ülkemiz ve evlerimiz de tabiri mümkünse “çöplüğe” dönüşüyor…
 
        Sürekli, üretim, hızlı büyüme ve yoğun nüfusuyla gündeme gelen Çin, aynı zamanda da ilgi uyandıran bir tüketim ülkesi oldu. Sokaklarında bisikletle gezen, kısa boylu çekik gözlü, pirinç tarlalarında çalışan ilginç kıyafetli insanları  ve de en önemlisi komünist rejimi  ile hafızalarımızda yer eden bu ülke ve halkı, şimdilerde  bir buçuk milyara  yaklaşan nüfusuyla, dünyanın en büyük pazarı olan ve sürekli zenginleşerek  büyüyen, bu değişim sürecinde beğenileri, hayat standartları, alış-veriş kültürleri değişen, Komünizm Rejime sahip olmasına rağmen Özel Teşebbüsün ağırlığı % 60 lara dayanan yeni görünümü ile dünya gerçeklerini ve dengelerini zorlayan bir ülke olarak göz kamaştırıyor.
           
        Şu anda demir-çelik,metal,otomotiv yan ürünleri, kimyasal ürünler ve mermer dışında büyük ölçekte ihracat yapamadığımız Çin’de, her zaman olduğu gibi,  pastanın büyük dilimlerini kaybediyoruz. Çin ile aramızdaki ticaret açığımız 1.5 milyar doları geçmiş bulunuyor. Tüm ülkeler bu dev pazarda yer kapmaya uğraşırken biz yine uyuyoruz.
 
        Çin; bizim ne düşmanımız nede rakibimiz. Ürkek tavırlar bir yana bırakılarak, Çin’in büyük bir pazar olduğu gerçeği göz ardı edilmeden, ve vakit kaybedilmeden, taraflı iletişimden etkilenmeden, Çin ile yeni ilişkiler kurmak ve bu pazarda yerimizi almak zorundayız.
 
        Umarım; Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Gürcistan, Tataristan, Tacikistan, gibi ülkeleri, ekonomik anlamda kaybederken yaptığımız hataları tekrarlamaz ( buralara da, ne götürsek satarız filan düşüncelerle kandırmağa çalışmıştık), ve “Atı alan Üsküdar’ ı geçmeden” biz de ÇİN’de  oluruz…
 
 
Saygılarımla                                                                  
Yayın Tarihi : 11 Şubat 2005 Cuma 10:50:45
Güncelleme :11 Şubat 2005 Cuma 11:15:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?