Geçen gün gazetede bir haber vardı. Haberin aman aman bir özelliği yok. Çünkü haberin kaynağı ve muhatabı Türkiye’den değil. Bu sebeple bu haberin çok önemli özelliği yok diyorum. Haberin başlığı: “ Tatile uçakla gitmek günahtır”.
Bu söz ve düşünce, İngiltere’nin Anglikan Kilisesi baş rahiplerinden Richard Chartres’e ait. Haberin devamında ise “tatile uçakla gitmenin, fazla yakıt harcayan otomobillerin kullanımının tamamen egoistlik olduğu, bu tür turistlerin egoistliklerinin, küresel ısınmaya ve çevre kirliliğine sebep oldukları, günahın sadece ahlakı olmayıp, insanların önemsenmemesinin de günah” olduğu söyleniyor.
Bu habere, ne Katolik dünyasından, ne Protestanlar’dan, ne Ortadokslar’dan, ne de başka bir dünya ülkesi halkları, dinleri ve mezheplerinden bir tepki geldi. Hatta hatta, biri ya da birileri çıkıp “ aman başımıza taşlar yağacak” da demedi!
Bu haberde güzel olan bir başka konu daha var. Bu açıklamayı Anglikan Kilisesi yöneticisi yapıyor. Yani meslek erbabı bir kişi. Siyasetçi, sanatçı vs. birisi değil. Hal böyle olunca; düşünce, fikir ya da yorumlar, inananların, inanmayanların veya salt bu gruba inananların vicdanlarında sorgulanıyor oluyor. Daha ötelere geçip, kutuplaşmalar ve kaoslar yaratmıyor, gereksiz yere toplum gerilmiyor.
Bu haber ile ilgili özellikle ülkemizdeki malum çevrelerden olumlu ya da olumsuz tek söz eden çıkmadı. Yani bir anlamda zavallı rahibin sözleri ve düşünceleri havada asılı kaldı. Yazık!
Şimdi bir de madalyonu bir an çevirdiğimizi varsayalım, bu düşünce ve yorumları ülkemizde ister mektepli, ister alaylı bir din adamının sarf ettiğini düşünelim. Hele böyle bir açıklama, Ülkede “dini yafta” ile şekillendirilmiş bir siyasi irade iş başında iken yapılırsa…
Veya siyaset ile ilgilenmek üzere halktan onay alan sözüm ona vekilin, yapacak başka işi kalmamış gibi böyle bir açıklama yaptığını düşünelim. Gerçi çok da düşünmeye gerek yok, daha 3-5 gün önce, bir vekilin ön ayak olduğu; kadınların cennete girip giremeyeceği, yada ibadetlerini eksiksiz yapıp erkeğin onayını ve helalliğini aldıktan sonra cennete gireceği yada giremeyeceği konusundaki tartışmalar hala sıcaklığını korurken.
Evrensellikten söz ederken bilmem neyi veya neleri kastederiz . Ama büyük oranda menfaatlerimize uygun olanları bu gruba dahil ederiz. Çünkü bizim sözlüğümüzde, aksi düşünce ve sözlerin evrensellik değeri yoktur.
Konu erkeklerin işine geliyorsa bu kural erkekler için doğru, kadınların işine geliyorsa kadınlar için doğru. Tabii bu genelde bizim ülkemizde böyle oluyor. Niye böyle oluyor? Çünkü halkın yeterli ve güvenilir bir “din kültürü” yok. Gerçi bu iki kelime “yeterli ve güvenilir” de göreceli ama hiç olmazsa, kavram kargaşası çıkarmadan, insanları birbirine düşürmekten uzaklaştırır.
Irk, renk, cinsiyet, zengin, fakir, köylü, şehirli, vs, gibi ayırım yapmayan Allah, tüm insanların eşit olduğunu, eşitsizliğin ancak ibadetlerin uygulanıp uygulanmaması noktasında geçerli olduğunu beyan ediyor. Ayırım ve sınıflama biz insanlara mahsus bir özellik. Özellikle biz Türk erkekleri, kadınlarla bu konuda nedense bir türlü barışamadık. Kadın erkek eşitliği üzerine düşüncelerimi daha önceki bir yazımda geniş olarak izah etmiştim (bkz. Kadın dediğin ).
Sevgili rahibin açıklamasını, sosyolojik ve toplumsal açısından da ele aldığımızda, gereksiz yere harcanan, maddi manevi değerleri, muhtaç durumda olan milyonlarla ifade edilen; aç, susuz, yoksul, fakir insanlara aktarmanın aynı zamanda insani bir görev olduğu olgusuyla karşılaşırız. Tabii ki yaşadığımız dünya sadece bize ait değil. Milyarlarca insan, milyonlarca bitki ve hayvan türleri bu dünyanın nimetlerinden yararlanıyor ve bilmem kaç yıl ya da kaç yüzyıl daha yararlanacak. Dini açıdan baktığımızda, yine tüm canlılar düşünülerek, israfın “haram”edildiğini görüyoruz. Yani Hıristiyan’larda, Yahudi’lerde ve İslam inanışında yaklaşımlar aynı. Yani Allah; “israf etmeyin, israf haramdır” diyor. Bundan sonra ki yorumlar ve kriterler ise sana bana göre değişmeye başlıyor. Bu değişimleri biz ancak kendi ibadetimizi yaparken veya inandığımız din öğretisi ile yaşamımızı tanzim ederken uyguluyoruz.
Eğer bu dinlerden birine mensup iseniz, inanıyorsunuz demektir. İnanarak ibadet edenlerdenseniz bu kurala veya kurallara uymak zorundasınızdır. Bu kuralı, ya da kanunu kendinize göre yorumlama hakkınız yoktur. Tabii ki siz uymuyorum diyebilirsiniz, diyebilirsiniz de, bu sadece sizi bağlar. Kalkıp “ben, kanunu böyle yorumladım, bu yüzden haram gösterilen bu kurala itaat etmiyorum, ” diye, tüm inananlara empoze etmeye çalışamazsınız.
Bu iki ayrı olayın aslında farkı yok. İkisi de “öz” olarak Allah’ın kutsal dininin kuralı. Umarım yanlış okumuyorsun “asılda” fark yok. Uygulamada farklılıklar var. Ancak biz kanunu değil, yorumları tartışıyoruz. Ve yorumlara göre yaşantımızı tanzim ediyor ve ibadetlerimizi de bu yorumlar üzerine şekillendiriyoruz. Hani yapabilsek de kanunları tartışsak ve yorumlamalarda birliktelik sağlayabilsek. Tabii önce bizim, muhterem din bilginlerimiz kendi aralarında bir birliktelik sağlayabilirlerse!
Bence Hıristiyan toplumu ile İslam toplumunda ki en bariz fark:
Hıristiyanlar, yani kiliseye bağlı olarak yaşayan dini bütünler, kilisenin dediklerini ya kabul edip ona göre yaşıyorlar, ya da kabul etmeyip ama bunu da seslendirmeden yaşamlarına devam ediyorlar. Farklılıkları sadece kendi içlerinde saklıyorlar.
İslam topluluklarında ise; büyük çoğunluk dini öğretileri bir türlü doğru dürüst öğrenemiyor. Onlara göre zaten, okuma ve araştırma son derece yabancı bir kavramdır. Onlar için duydukları ile ibadet etmek ve hayatını devam ettirmek daha basit ve ekonomik. Çünkü onun yerine bu işi yapabilecek, sanatçısından siyasetçisine, hocasından şeyhine kadar yüzlerce insan var. Ne diye zahmet etsin ki!
Sevgi ve saygılarımla
makamsizyusuf@hotmail.com
yusuf@kenthaber.com
Yayın Tarihi :
1 Ağustos 2006 Salı 10:27:57
Yorumlarınız
dilan yılan IP: 85.100.234.xxx Tarih : 28.04.2008 15:44:40
ALLAH RAZI OLSUN HARİKA BİR NOKTAYA DEGİLMİŞİTİR ...HAYIRLI GÜNLER...