19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Şeytanların Dansı

ŞEYTANLARIN DANSI
 
           
            “Tabutuna sarılan eller arasında kimler yoktu ki: Vali bey hasta yatağından kalkıp gelmiş,daire müdürleri,muavinler,kalbur üstü memur sınıfı,üniversiteden profesörler talebeleri ile gelmişler,edebiyat ve sanat adamları,zamanın büyük şahsiyetleri,,şairler,romancılar,sahne adamları,müzik dünyası,dergah erenlerinden sokak kemancılarına kadar herkes,sarhoşlar,serseriler,esrarkeşler,ayyaşlar..Onlarda derlenip toparlanmışlar, kılıklarını düzeltmişler,Neyzen Babanın tabutuna sarılmışlardı. Bütün bu insanlar Neyzen’in cenazesinde birleşmişlerdi. Padişah V.Mehmet Reşat ve cumhurbaşkanı M.KEMAL Atatürk huzuruna çıkmış, bu değerli şahsiyet,hiçbir zaman bir araya gelmemiş ve gelemeyecek olan bu sosyal sınıfları ölümünde de olsa bir araya getirmişti. <Neyzen’in Cemaati> Vakit,2.2.1953”
            Evet sözü edilen kişi  Neyzen TEVFİK. Yaşamının son anına kadar,kimseye boyun eğmemiş, toplumun kendisine sunduğu hiçbir değeri kabullenmemiş, adam gibi yaşayarak sefaletten başkasına boyun eğmemiş, şeytanla yaptığı tüm dansları kazanarak  şeytanı dans pistinin dışına atmış; ölümü ile bu en büyük düşmanının dahi gözlerini yaşartmış  bu değerli şahsiyet,  tabutun içinde başı dik kahkahalarla gülüyordu…İşte yine “o” kazanmıştı ve bu kazancın yüksek kazanımları ile gidiyordu…
            Annesinin ölümü üzerine, bu yıl başladığı okulunu babasına yemek yapmak için bırakan 7 yaşındaki Kadriye’ye soruyorlar ne istersin? diye. “Erik” diyor, minik Kadriye.
Dikkat et; oyuncak,çikolata yahut pasta demiyor. Belki de; bir çok şeyin olduğu gibi çikolata ve pastanın anlamlarını da bilmiyordu. Ağabeyi Halil İbrahim de evi geçindirebilmek için okulu bırakmış ve ayakkabı boyacılığı yapıyordu. Günde 2-3 milyon kazanıyordu. Zeytin, peynir ile kahvaltı ve tek yemekleri, oda minik Kadriye’nin yaptığı makarna idi. Baba hasta ve sakattı, yapabileceği hiç ama hiçbir şey yoktu. Şimdilik bu aile hayırsever bir kurum tarafından himaye altına alındı. Yani bu durumdaki yüzlerce aileden birisi daha kurtuldu…
            Polis kayıtlarına göre 6 yaşında idi ve ismini de polis amca-teyzeler koymuştu Ahmet’in. Yaşıtlarına göre daha az konuşuyor, daha az gülüyor( aslında son günlerde gülmeğe başladı) ve daha içine kapanık. Onun tek ailesi Çocuk Esirgeme Kurumundaki, kendi kaderini paylaşan arkadaşları ve şu an devam ettiği okul öncesi eğitim merkezindeki arkadaşları. Onun anne diye bildiği veya düşlediği; Ferhunde teyzesi, Ayşe teyzesi veya Seda öğretmeni. Belki baba rolünü verecek etrafında biri bile yok…Bu yaşta bu ağır sorumlulukları Ahmet’in omuzları taşır mı? Ya minicik yüreğinin çektiği özlemler…
            Yurdumuzda bu manzaralar hayli çok, evet haklısın. Peki bu manzaralar karşısında yapmamız gerekenleri yapıyormuyuz? Bütün mesele de burada düğümleniyor…
            Açlık, sefalet, itilmişlik, hor ve hakir görülme; sosyal sınıflar içinde kolay kaldırılabilir,yenilir, içilir, yutulur gibi değil dostum.Tüm bunlara rağmen, ayakta kalabilmek ve değerleri sahiplenebilmek ise bir hüner…Yani adamlık bu olsa gerek! Adamlık dedim de bu aralar şu “adamlığımızı” bir kez daha gözden geçirsek diyorum!..
            Senede bir iki defa muhtaç kimselere üç beş kuruş vererek vicdanını rahatlatmayı ve şeytanını güldürmeyi bırak artık. Sahip olduklarını sürekli paylaş. Belki sen sürekli yapıyorsun ama ya dost ve arkadaşların? Sakın unutma;  bu senin- benim değil, tüm insanların davası.
            Akşam  “erik” alıp evine giderken  “kadriye’leri” , kızının-oğlunun başını okşarken  “Ahmet’leri” unutma…
 
            Sağlık ve mutluluk diliyorum.
                         
                      Saygılarımla Yusuf GEDİKLİ    
Yayın Tarihi : 21 Mayıs 2004 Cuma 10:14:31


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?