Türkiye kanımca son derece başarılı bir 2003-2004 sürecinden sonra 2005 ortalarından günümüze siyasette ve ekonomide yavaşlama, yorgunluk sinyalleri veriyor.
Bu satırların yazarının iç politika ile doğrudan bir ilgisi yoktur ve hiçbir siyasal parti ile de organik, örgütsel bir yakınlığı bulunmamaktadır.
Mevcut siyasi partilere organik bir bağının bulunmaması bu satırların yazarının tüm siyasi partilere aynı mesafede olduğu anlamına doğal olarak gelmemektedir ama siyasi partilere bir yurttaş olarak verdiğim destek benim hep konjonktürel olmuştur yani belirli zaman dilimlerinde ülkemin geleceğine benim pencerem doğrultusunda daha iyi hizmet vereceğini düşündüğüm siyasi partilere oy vermişimdir ve elimden geldiği ölçüde de basından desteklemeye çalışmışımdır.
Türkiye 19. yüzyıldan günümüze iç dinamiklerin maalesef dış dinamiklere oranla daha zayıf kaldığı bir ülke.
İç dinamiklerin daha zayıf kalmasının nedenleri üzerinde durmak istemiyorum, çok geniş bir konu ama bilinen ve adeta üzerinde geniş bir mutabakat sağlanan konu ülkemiz topraklarında dış dinamiklerin iç dinamiklere oranla daha güçlü olduğu.
Bu temel gerçeği, isterseniz varsayımı içimize sindirmede kalben rahatsızlık duyabiliriz ama hoşumuza gitmeyen gerçekleri yok sayarak da mesafe alınması mümkün değil gibime geliyor.
İçinde yaşadığımız konjonktürde de Avrupa Birliği süreci dış dinamikleri temsil ediyor ve ülkemizin daha özgür, daha güvenli ve daha zengin bir ülke olabilmesi yolunda bizlerin onyıllarca atamadığımız bir dizi adımı bize attırıyor ve tabularımızdan arınabilme olanağımız var ise bu duruma pek de kızmamamız gerekiyor.
İdam cezasının kaldırılmasından, yurttaşlarımızın bir bölümünün ana dillerini özgürce öğrenme hakkına, sivil-asker ilişkilerinin normalleşme yoluna girmesine dek burada sayamayaacğım ama hepimizin çok iyi bildiği bir dizi reformun arkasında hep AB süreci mevcut.
Biz de kendi iç dinamiklerimiz ile töre cinayetlerine uygulanan indirimleri ceza sistemimizden kaldırabilir idik ama herhalde 2060’lı yıllarda.
Önemli olan Türkiye’nin töre cinayetlerine ceza indirimi ayıbından kurtulması idi ve bu AB sürecinde gerçekleşti, artık bu işin arkasında hangi dinamik olduğunu sorgulamak çok anlamlı değil önemli olan bu ayıptan kurtulmuş olmak.
AB reform sürecinin hızlanmasında da, kimsenin haksızlık etmemesi gerekiyor, AKP’nin özel bir yeri ve rolü mevcut.
AKP’nin bu süreçte ön planda üstelik açık ara ile yer almasının da nedeni söz konusu partinin AB sürecine diğer tüm partilerden daha çok muhtaç olması.
AKP yöneticileri AB süreci dondurulmuş, askıya alınmış ve belki de sonlanmış bir Türkiye’de ilk ve en önemli dayağı yiyecek parti olduklarının çok bilinci içinde idiler ve bu saptamaları kanımca da doğru idi.
AB süreci noktalanmış bir Türkiye’de Mehmet Ağar’ın mı, Devlet Bahçeli’nin mi, Deniz Baykal’ın mı yoksa Tayyip Erdoğan’ın mı daha rahat politika yapabilecekleri sorusunun cevabı kanımca son derece açık.
Ancak, 2005 ile birlikte AKP’nin AB sürecinde öncü olma sevdasında bir durulma yaşanmaya başlandı; bu durulmanın altında muhtemelen Brüksel’in Kıbrıs konusunda gerçekten hatalı tutumu ve Avrupa Konseyi’nin bir organı olan AİHM’sinin verdiği Leyla Şahin kararı (türban kararı) yatıyorlar.
Fakat, son yaşananlar, hem ekonomide hem siyasette, AB süreci sağlıklı işlemediği sürece ülkemizde hem siyasetin hem ekonominin karışabileceğini çok net bir biçimde gösteriyor.
Ülkemizin kaderi bir biçimde AB sürecine, AKP’nin de kaderi yine bir biçimde AB sürecine endeksli.
Bu aşamada AKP’nin önümüzdeki dönemde alabileceği pozisyonlar hem ülkenin hem de kendilerinin geleceği için çok önemli.
Yapılabilecek işleri yöntem olarak kanımca ikiye ayırmak gerekebilir: Birincisi daha genel bir pozisyon, ikincisi ise daha detaylı bir pozisyon.
En genel anlamda AKP’nin mutlaka ama mutlaka yapması gerektiğini düşündüğüm şey AB ve IMF programlarına, moda deyimi ile çıpalarına, bugüne dek sarıldıklarından daha güçlü bir biçimde sarılmasıdır.
Hem AB müzakere dosyaları, demokratikleşme ve sivilleşme programları, hem de IMF istikrar programının ana hatları orta vadede ülkemizin daha özgür, daha güvenli daha zengin bir Türkiye olabilmesinin ön koşullarını oluşturmaktadır ve AKP bu programlara, bu sistematik programlara sahip çıktığı sürece hem Türkiye, hem de AKP daha güçlü ve daha etkin olacaklardır.
Yapılacak işlerin, daha doğrusu benim yapılmasını gerekli bulduğum işlerin detaylarının sıralanması başka ve daha zor bir konu ve ben bu detaylara bugün girmemek istiyorum.
Ama ilk aklıma gelen ve çok kısa bir sürede gündeme gelecek bir örnek sorun limanlarımızın gümrük birliği çerçevesinde Kıbrıs çıkışlı imalat sanayi mallarına açılması meselesi.
Gümrük Birliği teknik bir konu ve altına imza attığımız Ek Protokol bu açılımı mutlaka gerektiriyor.
Limanlar meselesini Kuzey Kıbrıs’a haksız olarak uygulanan ambargo ile beraber düşünmek kanımca hatalıdır ve AB sürecinin ülkeye ve AKP’ye zarar verecek bir mecraya dökülmemesi için limanlar meselesinin Ek Protokol çerçevesinde çözülmesi gerekmektedir.
Önümüzdeki ilk önemli mesele limanlar meselesidir ve diğer önemli AB konuları bu meseleyi izleyecektir.
Önemli olan AB ve IMF çıpalarına uymaktır diye düşünüyorum.
Yayın Tarihi :
31 Mayıs 2006 Çarşamba 18:03:50
Güncelleme :1 Haziran 2006 Perşembe 11:50:43
Yorumlarınız
mustafa balıkçıoğlu IP: 195.174.140.xxx Tarih : 3.06.2006 20:42:59
Benim derdim dış politika iç politika ile işim olmaz, söyleviniz size yakışıyor. Fırsat bulduğum her yerde sizi izliyorum, fikirlerinizi konuşmalarınızan kavramağa çalışıyorum. Ağzı laf yapan ve AB karşıtı olmayan 3-5 kişiden birisiniz. Konu AB ve tam üyeliğimiz oldumu, millet başlıyor sövmeye, yok ulusal birliğimiz, vatan topraklarımız, özerkliğimiz elden gidecek, bin bir parçaya bölüneceğiz, Kıbrıs(sanki bizimmiş gibi)elden gidiyor, satılıyor söylevleri gündemi dolduruyor. Ne oluyoruz yahu? İnsanımızın biraz insanca muamele edilme şansı veya ihtimalı, niye bunları bu kadar rahatsız ediyor? Bunlar kendileride yıllardır ezilen bizim insanlarımız değiller mi? AB üyeliği onları için de bir şans değil mi? Yoksa onlar bundan mi korkuyorlar? Azade olmak bu insanları korkutuyor mu yoksa? Ya siz Eser hocam, sizde korktuğunuz için mi iç politika yapmıyorsunuz? Saygılarımla Musrafa Balıkçıoğlu