16
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Hukuk ve siyaset

Bu yazı Kenthaber sitesinde Hrant Dink menfur cinayeti sonrası yazdığım ilk yazı. 

Yazımda kesinlikle cinayetin detaylarına, Samsun ve Trabzon kepazeliklerine girmeyeceğim. 

Ancak, bu yaşanan müsibet olay bize kanımca ülkemizin temel bir sorununu, hukuk kavramına duyarsızlığını bir kez daha hatırlattı ve şayet bu sorunun üzerine gidemezsek ülkemizin çok da uzak olmayan bir vadede daha ciddi sorunlarla da karşılaşabileceğini söylemek kehanet olmaz. 

Türkiye maalesef anlamsız hatta çok saçma bir kavga ve ayrışma ortamının içinden geçiyor ve bu ortam bu biçimi ile devam ederse devletin ve hatta toplumun çok ama çok ciddi sorunlarla karşılaşmaması olanaksız gibime geliyor. 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının değiştirilemez, hatta değiştirilmesi dahi teklif edilemez 2. maddesinde demokrasiye ve hukuk devletine gönderme var, rejimin niteliklerini böyle tanımlıyor. 

Aynı maddede laiklik ve sosyallik vurguları da var ama ben bugün sadece demokrasi ve hukuk vurgusu üzerinde duracağım.
Demokrasi demek hukuk temelli siyaset demek. 

Siyaset ya da yunanca biçimi ile politika zaten çoğulculuktan, farklılıktan geliyor. 

Demokrasilerde yani hukuk temelli politikanın cari olduğu yerlerde hukuktan kopmadan yurttaşların, partilerin, derneklerin, sivil toplum örgütlerinin farklılaşması, ayrışması, birbirlerinden farklı düşünce ve eylem içinde olmaları bırakın zararlı olmayı tam aksine arzu edilen bir durum ve aksi takdirde zaten politikadan, çokluktan bahsetmek mümkün olmazdı. 

Ancak, tüm ayrışmaların, farklılaşmaların bir hukuk (nasıl bir hukuk?) temelinde yaşanması da şart. 

Aksi takdirde ortaya bir kaos, kargaşa, hatta iç savaş çıkabiliyor. 

Türkiye’de demokrasi, politika alanında çok seslilik var mı, yok mu bilemiyorum ama olanın da çok sağlıklı olmadığı kesin. 

Zira, çok seslilik şayet ortak kabul gören bir hukuk temelinde olmaz ise ortaya çıkan manzaraya çok seslilik demek de kolay değil. 

Demokratik bir hukuk devletinde (Anayasamız madde 2) vatandaşların gereksinim duyacağı yegane ortak paydanın hukuk olduğu kanısındayım. 

Bu hukuk ortak paydası dışında çağımız modern hatta modernite sonrası toplumlarında ortak payda arayışının eninde sonunda baskıcı bir devlet ve toplum anlayışına çıkacağını düşünüyorum. 

Hukuk dediğimiz şey de öyle yerel bir kavram değil artık; kanun devleti ise hiç değil. 

Ortak paydayı, herkesin mutabık olmasını gerektiren ilkeleri evrensel hukuk belirliyor, bundan gocunacak, alınacak bir şey olmaması gerek.
Evrensel hukuk diye bir hukuk metni de olmadığına göre Türkiye bu kavrama en çok Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi bir metin ile yaklaşabilir diye düşünüyorum; üstelik ülkemiz bu sözleşmeyi ortaya çıkaran Avrupa Konseyi’nin adeta kurucu üyesi, AİHM’e de vatandaşlarının bireysel başvuru hakkını kabul etmiş durumda. 

Anayasamızın 90. maddesinde yapılan değişiklik ile de bu sözleşmenin hükümleri kanunlarımızın üzerinde. 

Bu sözleşmenin kapsamadığı konuları da yine evrensel referanslarla çözmek zorundayız. 

Bu ülkede demokrasinin, çoğulculuğun sağlıklı işleyebilmesi için ifade özgürlüğü, yurttaşlık, laiklik gibi çok temel konularda tüme yakın yurttaşımızın mutabakat sağlaması şart, aksi takdirde işmizin çok ama çok zor olacağını kestirmek hiç zor değil. 

Yurttaşlarımızın tüme yakını diyorum zira her gelişmiş toplumda genel kabul gören hukuk sistemi içinde olmak istemeyen küçük bir azınlık daima oluyor. 

Bizim sorunumuz ise hukuk çerçevesi içine girmek istemeyenlerin bırakın küçük bir azınlık olmasını, benim korkum çoğunluğu zorluyor olmaları. 

İfade özgürlüğü mutlaka ama mutlaka Avrupa Sözleşmesi’nin ve AİHM kararları düzeyinde oluşmalı, yurttaşlık konusunda anayasal yurttaşlık kavramını benimsememiz şart, laiklik konusunda da devlet, yurttaşlarına inançları ya da inançsızlıkları ne olursa olsun eşyit mesafede durmalı. 

Bugünün yani maalesef 2007 Türkiye’sinde ne ifade özgürlüğü Avrupa Sözleşmesi standartlarında (örneğin 301), ne yurttaşlık konusunda hukuksal bir tanım benimseyebilmiş durumdayız (örneğin Yargıtay kararları, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu raporları), ne de laiklik konusunda olmamız gereken yerdeyiz (mesela ben katoliğim diyebilen bir vali, bir general düşünebilir musunuz?) .
Bırakın bu kadar ince !!!! konuları daha toplum içinde bir cinayeti ortak olarak lanetleyebilme aşamasına bile gelebildik dememiz zor; aksi takdirde maçlarda tribünler bir anda beyaz bereli magandalarla dolmaz idi. 

İfade özgürlüğü, laiklik, yurttaşlık gibi temel hukuk konularında, bir cinayeti, kurbanı kim olursa olsun lanetleyebilme ortak paydasına gelemediğimiz sürece siyasette yaşanan çoğulculuğun anlamlı olabilmesi çok zor, hatta imkansız. 

Türkiye çok kısa bir sürede hukuksal bir asgari müşterekte buluşamaz ise hem devleti hem de daha önemlisi toplumu büyük tehlikeler bekliyor demektir.


Yayın Tarihi : 5 Şubat 2007 Pazartesi 10:11:13


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?