16
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Geçen asrın başındaki bir kitaptan AB dersleri

Geçen hafta Kent Haber sitesine yazdığım Paris yazısında bu şehre eş durumundan kısa bir gezi yaptığımı ve bu gezideki internet meselesini sizlere aktarmaya çalışmış idim. 

Bu gün ise yine bu gezide Paris’in ünlü bir sahafından, “Les Deux Mondes”dan aldığım 1907 basımlı bir kitaptan öğrendiğim AB derslerini sizlere aktarmak istiyorum. 

Evet, kitap 1907 Paris basımlı ama güncel AB meseleleri ile ilgili ilginç ipuçları veriyor. 

Kitabın ismi “Abdülhamit’in son günlerinde İstanbul”, yazarı Paul Fesch. 

Bu yazıdaki amacım kesinlikle sizlere kitabın içeriği ile ilgili bilgi aktarmak değil ama kitabın başlangıç bölümünde yazarın anlattıkları ( 20. asrın ilk seneleri) Avrupa’nın bugün içinde bulunduğu ortam ve o dönemlerde o avrupalıların bize nasıl baktığına ilişkin ilginç ipuçları taşıyor. 

Kitabın ilk sahifesine yani yayın tarihi ve basımevinin belirtildiği sahifeye yazar hem türkçe hem de fransızca “Balık baştan kokar” (C’est par la tete que pue le poisson) türk atasözünü koymuş; bu bile başlı başına ilginç. 

Yazarın önsüzü ise Türkiye ve Fransa arasındaki kadim dostluğun güçlenmesi temennisi ile bitiyor ama bu dostluğun yarının liberal Türkiye’si ile daha güçlü olacağını da Fesch eklemeden edemiyor. 

1907’den önce yazılmış bir kitapta bir fransız yazarın “yarının liberal Türkiye’si” deyimini kullanması doğrusu ilginç. 

Yazar Paris’ten İstanbul’a gelmek için Paris’ten efsanevi “Orient Express” trenine biniyor ve yolculuk güzergahı Almanya topraklarından da geçiyor. 

Paris kalkışlı tren Fransa topraklarından çıkıp Almanya topraklarına girer girmez Orient Express’in tüm fransız çalışanları treni terkediyor ve tüm görevlere almanlar geçiyorlar. 

Bir ölçüde normal sayılması gereken bir tutum bu zira iki ülke arasında yurttaşların ve hatta demiryolcuların dahi serbest dolaşımı daha söz konusu değil. 

Kitabın yazarının bu satırları yazdığı 1907 senesinden sonra bu iki ulus yani almanlar ve fransızlar tam iki kez, 1914’de ve 1940’da çok vahşi bir biçimde savaşıyorlar, büyük acılar çekiyorlar, büyük kayıplar veriyorlar. 

Zaten 1907’den yaklaşık 36 sene önce de (1870) aynı iki ulus yine çok sert bir biçimde karşı karşıya gelmişlerdi. 

Fransız yazarın biraz da milliyetçi bir tonlama ile yazdığı yazıda şikayet listesi sadece fransız-alman sınırında tüm fransızların görevi almanlara bırakması ile de sınırlı değil. 

Yazdıklarından Paul Fesch yemeye, içmeye meraklı bir kişi ve yola çıkar çıkmaz bir zamanların efsanevi Wagons-Lits servisinden yararlanmak istiyor ve restoran tarafında karnını doyuruyor ama sıra iyi bir yemek üzerine maden suyu içmeye geldiğinde sınırın alman tarafına geçilmiş olduğunu farkediyor zira müptelası olduğunu söylediği fransız sodalarının artık kendisine, üstelik raflardan kendine bakarken servis edilmediğini görüyor. 

Yazar alman garsondan bir Saint-Galmier marka soda istiyor ama garsonun cevabı, rafta duran Saint Galmier’lere rağmen olumsuz oluyor. 

Nedenini pek anlamayan yazarımız bu kez yeni bir fransız sodası, üstelik yine vagonun rafında duran ve gördüğü başka bir sodayı istiyor amna garsonun cevabı yine hayır oluyor. 

Yazarımız ısrarla raflarda duran, menude ismini gördüğü fransız sodalarını istiyor ama garsonu cevabı hep olumsuz oluyor.
Wagons-Lits şef garsonunu çağırıyor bizim yazar ama şef garson tren bir kez alman topraklarına girdikten sonra sadece alman mallarının satıldığını söylüyor. 

Ve yazarımız biraz kızgın biraz kırık bir biçimde kendisinin ifadesi ile çok gazlı olan laman sodalarından birini içmek zorunda kalıyor.
Yazarımız kitabında bu durumu hiç anlayamadığını, rafta duran bir ürünün bir Orient-Express yolcusuna nasıl satılmadığını anlamakta zorlandığını ifade ediyor. 

*******
Yazarımız bu satırları kaleme aldığının üzerinden tam yüz sene geçmiş ve bu yüz sene içinde alman ve fransız ulusları tam iki kez gırtlak gırtlağa boğuşmuşlar, düşmanlıklar had safhaya ulaşmış. 

Ama aynı zamanda bugünden tam elli sene önce, kitabın yayınlandığı 1907 senesinden de elli sene sonra aynı iki ulusun, ya da en azından bu iki ulusun elitlerinin öncülüğünü yaptığı Avrupa bütünleşme sürecinin en büyük adımı atılmış, Roma antlaşması 1957 senesinde imzalanmış ve bugünlere gelinmiş. 

Yakın tarihte birbirlerini üç kez (1871, 1914, 1940) boğazlamış bu iki millet bugün tarihin en büyük barış ortamı içindeler.
Barış ortamı da öyle temenni ya da antlaşma yaparak sağlanan bir konu değil; bu nedenle iki ülke (Fransa ve Almanya) arasında artık kişiler, mallar, hizmetler, sermaye tümü ile serbest dolaşıyor. 

Artık Orient Express yok ama Paris’ten kalkıp Almanya’dan geçen trenlerde fransız demiryolcular sınırda inmiyor, her noktada da fransız ya da alman maden suları satılıyor, hatta sınırda pasaport kontrolü dahi yapılmıyor. 

Darısı bizim başımıza; örneğin Yunanistan ile aramızda böyle bir ilişki kurulsa kim bundan zarar görür merak ediyorum.

Yayın Tarihi : 13 Mart 2007 Salı 16:45:09


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?