Yazımın başlığı iki nedenden şaşırtıcı gelebilir; birincisi ilk okunduğunda teknik bir konu izlenimi verebilir, ikincisi ise adı “Kent Haber” olan bir sitede bu tür bir yazının neden yayınlandığına ilişkin bir soru işareti okurların aklına takılabilir.
Her iki tereddüt konusuna da cevap vererek yazıya başlamak istiyorum; birincisi vergi dediğimiz konu bir yurttaşlık hak ve görevi, dolayısı ile tüm yurttaşların bu konuya yönelik düşünce ve tavırları olması gerekiyor, vergi sadece uzmanların ilgi alanı içine giren bir konu olmaktan mutlaka çıkarılmalı.
Bu tür bir konunun “kent haberi” mantığı ile ne kadar uyuştuğunun ise yazımın sonuna gelindiğinde daha iyi anlaşılabileceğini düşünüyorum.
Geleneksel maliye teorisi dolaylı vergilerin yani KDV, ÖTV gibi vergilerin gelir vergisi türü vergilere oranla daha adaletsiz olduğu görüşünü savunur; temel dayanağı da örneğin ekmek üzerine salınan bir KDV’nin en fakir ve en zengin için eşit olması yani adalet, hakkaniyet fikirlerine aykırı oluşudur.
Bu görüş ilk bakışta doğru gibi görünse de hem teorik olarak hem de uygulamada ciddi sakıncalar içermektedir.
Bu yazının yayınlandığı yer bir haber sitesi olduğu için meselenin teorik yanlarını gündeme getirmeyeceğim ama pratikte dolaylı vergilerin neden daha adil üstelik kentliler için daha da adil olduğunu tartışmaya açmak istiyorum.
Türkiye Cumhuriyeti kamu maliyesi uzun süreler büyük, çok büyük bütçe açıkları ile çalışmış bir sistem ve içinde bulnduğumuz ve umarım yavaş yavaş da olsa geride bırakmaya başladığımız sorunların kökeninde de hep bu bütçe disiplinsizliği meselesi mevcut.
Bugün gelinen aşamada yani AB üyeliğine giden yolda ve IMF istikrar politikaları çerçevesinde kamu maliyemizin yine büyük açıklar ile çalışması olanaksız.
Öte yandan bir dizi toplumsal nedenden, başta sağlık ve eğitim gelmek üzere, Türkiye Cumhuriyeti kamu harcamalarını çok aşağılara çekemiyor ve zaten de çekmemeli; eğitim ve sağlığa yapılacak yüksek kamu harcamaları beşeri sermaye yatırımları ve mutlaka piyasa ekonomisinin altyapısı olarak algılanmalı.
Bütçe denkliği ya da milli gelirin yüzde birini, ikisinini aşmayacak olan çok küçük açıklar bugün için bir zorunluk ise, beşeri nedenlerden yüksek harcamaları kısmanın da bir limiti var ise, bizim kamu maliyemizin gelir kalemi çok güçlü olmalı ve geleneksel teoriye göre de bu gelir kaleminin ana direği gelir vergisi türü dolaysız (vasıtasız) vergilerden oluşmalı.
Ancak, Türkiye ekonomisinin yapısı ve ülkenin sosyolojisi ve belki de en önemlisi siyasal dengeler dün olduğu gibi bugün de aktif nüfusun çok büyük bir bölümünün dolaysız vergileme kapsamına alınmasını engelliyor.
TUİK’in (eski DİE yani Devlet İstatistik Enstitüsü) muntazam aralıklar ile açıkladığı istihdam verileri ülkemizde 16-65 yaş kuşağının yani çalışabilir nüfusun yarısından fazlasının işgücüne katılmadığını yani ne çalıştığını ne de iş aradığını gösteriyor; işgücüne katılım oranının bu kadar düşük olduğu yani yüzde 48 gibi bir oran etrafında dolaştığı dünyada başka bir gelişmiş ülke yok, hatta gelişmekte olan ülkelerde bile bu oran bizden daha yüksek.
Türkiye’de çalışabilir nüfus elli milyon civarında ve bu sayının ancak yirmi dört milyonu emek piyasasının çalışan ya da işsiz (iş arayan) olarak içinde.
Söz konusu yirmi dört milyon kişinin iki milyonu işsiz yani geriye yirmi iki milyon çalışan kalıyor (rakamları yuvarlayarak ve son yılların ortalaması olarak veriyorum).
Yirmi iki milyonun da altı milyonu tarımda çalıştığı için zaten bir dizi teknik ve siyasal nedenden dolaysız (vasıtasız) vergi mükellefiyeti dışında.
Geriye kalan on altı milyon çalışan yani potansiyel dolaysız vergi mükellef grubunun da yaklaşık yarısının kayıtdışı olduğunu biliyoruz; kayıtdışı ile mücadele de önümüzdeki dönemin temel önceliği ama siyaseten de çok zor bir konu.
Geriye kalan sekiz ya da dokuz milyon çalışan ve bu grubun da yaklaşık iki milyonu devlet memuru.
Geriye altı ya da yedi milyon çalışan kalıyor; bu grubun da beş milyon dolayındaki bölümü ücretli çalışan ve beyanname usulü ile gelir vergisi ödeyen bir buçuk milyon mükellef.
Türkiye maliye sistemi şayet gelir kaleminde akaryakıt üzerine salınan vergilere, haberleşme vergilerine, köprü harçlarına yani en genel olarak çok eleştirilen dolaylı vergilere ağırlık vermez ise maliye sisteminin tüm yükü işte bu bir buçuk milyon beyannameli gelir vergisi mükellefi üzerine kalacak ki bu yük dağılımını adil saymak olanaksız.
Türkiye’nin istihdam yapısı bugün hala küçük esnaf, tarım çalışanı gibi unsurlara dayanıyor ve bu unsurları dolaysız vergileme kapsamına almak teknik ve siyasal olarak çok zor.
Yukarıda verdiğim sayılara baktığınızda kaynakta kesilen gelir vergisi de dahil olmak üzere dolaysız vergi mükellefiyetinin çalışabilir nüfusa oranının (yaklaşık elli milyonda sekiz milyon) yüzde on altı olduğu anlaşılıyor; çağdaş batı toplumlarında bu oran yüzde yetmiş beşin üzerinde.
Bu temel mali sosyoloji değişmeden dolaylı vergileri eleştirmek çok rasyonel değil zira bir biçimde dolaylı vergilerin dağılımı hem daha adil hem de tasarrufları vergileme kapsamı dışında bıraktığı için daha etkin.
Mevcut sosyoloji değişmeden yani küçük esnaf ve köylü sayısı düşmeden ya da dolaysız vergileme kapsamına alınmadan gelir vergisi üzerine ağırlık vermeye kalkmak kentlerde yaşayan o bir buçuk milyon kümesteki mükellefin ve dolayısı ile ekonominin canına okumak demek.
Bilmem muradımı anlatabildim mi?
Yayın Tarihi :
4 Eylül 2006 Pazartesi 11:42:30
Yorumlarınız
ömer tuğrul özen IP: 85.101.202.xxx Tarih : 5.09.2006 09:34:22
Tam 35 yıl önce iktisat okumaya başladım. O günden bugüne, dolaylı vergileri böylesine savunan hiç kimse görmedim. Buna tam da kulağı ters tarafından göstermek denir. Yoksa Kenthaber'i okyanlar bu tür teknik konulardan hiç anlamaz mı sanılıyor?!..
ERTAN BOSTANCI IP: 81.213.240.xxx Tarih : 18.03.2008 16:15:49
gercekten yaznızda cok haklısınız bende malıye bolumu oğrencısıyım ve dolaylı vergılerın ustunlugunu kanıtlamam gerekıyor ve sızde ızın verırsenız sızın yazınızla sunumumu yapmak ıstıyorum sımdıden cok tesekkur ederım ve eger mumkunse orneklerımı de sızın sayenızde cogaltmak ıstıyorum sadece nufus baz alınarak bunu ıspatlayabılır mıyım sızce??