19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Üniversite meselesi ve sınavlar

Türkiye’de Haziran ayı geldiğinde konuşulan yegane konu üniversite giriş sınavları ve bu sınavlar çevresinde oluşan ve hatta sınav çerçevesini de aşan genel üniversite konuları oluyor. 

Bu sene sınavlara yine 1.6 milyon gencimiz katılıyor, sayı yeterince büyük; bu gençlerin ailelerini de işin içine katarsanız bu meşhur sınav yaklaşık on milyon kişiyi doğrudan ilgilendiriyor. 

Haziran ayında çete meseleleri de, yükselen enflasyon da, AB meseleleri de, döviz kurları da hep ikinci planda kalacak zira bu sınava yaşamda bir kez (genel olarak) giriliyor. 

Oysa geçmişimiz ekonomik ve siyasal krizler dolu, anlaşılan gelecekte de pek eksik olmayacaklar maalesef. 

Sınavlara katılacak 1.6 milyon öğrenci son derece sert bir yarışın içindeler ve söz konusu öğrenci sayısı kağıt üzerinde 200 bin kişilik bir kontenjanın içine girmek için yarışıyorlar ama durum aslında tam da böyle değil. 

Kağıt üzerinde sınavlarda başarı !!! yüzdesi sekizde bir gibi gözüküyor ama şayet söz konusu iki yüz bin kişilik kontenjan içinde gençlerimize geleceğe yönelik sağlam bir formasyon ve meslek bilgisi verecek kontenjan sayısından bahsediyor isek bu kontenjan kanımca on beş bini pek geçmiyor. 

Hatta bazı meslektaşlar söz konusu on beş bin kişilik kontenjan sayısını bile iyimser bulabilirler.
On beş bin kişilik kontenjan ise yani vereceği diplomanın gencin yaşamında somut bir olumlu katkı yapacağı kontenjan sayısı sınava girecek olan toplam sayı içinde yaklaşık yüzde bir gibi bir orana tekabül ediyor. 

Gerçekçi bir bakış açısı aslında sınav sisteminin ne kadar rekabetçi ve sert olduğunu ortaya koyuyor zira sınavlara hazırlanan her yüz gencimizden sadece biri rekabetçi bir diploma verebilecek bir yükseköğretim kurumuna kayıt yapabilecekler. 

Bizim kuşak ve bizden önceki kuşak şimdiki gençlere böyle bir kader bırakabildiği için kanımca ne kadar kendini suçlasa yeridir; biz hepimiz bu konuda suçluyuz, bunu iyi bilelim.

Yıllarca farklı yükseköğretim kurumlarında ders vermiş bir öğretim üyesi olarak mevcut sınav sisteminin iyi ve kötü yanlarını çok iyi bildini sanan bir öğretim üyesiyim. 

Mevcut sınav sisteminin en iyi becerdiği konu, kriterlerine katılsanız da katılmasanız da, ÖSS puanına göre belirli bir seçme ve farklılaştırma yapabilmesi. 

İlk yüzde bir ya da daha altı ile öğrenci alan bir bölümde ders verdiğiniz zaman karşılaştığınız öğrenci profili ile ilk yüzde dört (yine çok iyi bir oran) ile öğrenci alan bir bölümde karşılaştığınz öğrenci profili birbirlerinden radikal bir biçimde farklı olabiliyorlar ve bu farklılığı, ayrışmayı bir biçimde ÖSS sağlıyor. 

Bu tür farklılıkların ve ayrışmanın iyi bir şey olup olmadığı ayrı bir konu, sonuç başka bir konu. 

ÖSS sonuçlarının oluşturduğu üniversite öğrenci kompozisyonu ve bu sürecin bizde olduğu gibi çok ağırlıklı olarak kamu kaynakları ile finanse edilmesi ise ortaya kanımca çok belirgin ve sorunlar ile dolu bir finansman yapısı ve adaletsizliği de çıkarıyor. 

Türk üniversitelerinin finansmanı meselesinin bir kaynak yanı , bir de kullanıcı yanı var. 

Kaynak yanını bizde adeta tümü ile vergiler hallediyor zira öğrenci harçları öğrenci başına maliyetin yüzde üçünü bile karşılamıyor.
Vergi sistemimiz de ağırlıklı olarak dolaylı vergiler ile finanse edildiği için sistemi toplumun en zengin ya de ikinci yüzde yirmilik bölümünün finanse ettiğini söylemek kolay değil. 

Meselenin kullanıcı yani öğrenci yanına geldiğinizde ise ÖSS sistemi içinde 1.6 milyon aday içinde ilk iki yüz bine giren öğrencinin (benim kriterlerime göre ilk on beş ya da yirmi bine giren öğrenci) bu çok sert seleksiyondan liyakat ile yani çalışkanlık ve zeka ile geçtiğini söylemek kolay değil. 

Bu sınavı ağırlıklı olarak annesi iyi öğretim görmüş yani bir kuşak önce annesi üniversite okuyabilen, evinde kitap ve kütüphane bulundurma alışkanlığı olan ailelerin çocukları, iyi liselerden ve kolejlerden mezun olabilen yani o okularda çocuk okutabilme mali gücü olan ailelerin çocukları, dershane maliyetlerini üstlenebilecek ailelerin çocukları kazanıyorlar. 

Diğer bir ifade ile sınav başarısını en az liyakat (çalışkanlık artı zeka) kadar bir kuşak öncesine dek sarkan gelir eşitsizlikleri ve zenginlik belirliyor. 

Benim asistanlık yaptığım senelerde ülke nüfusunun yaklaşık yarısı kırsal alanda yaşar idi ve bu kesimden üniversiteye çok ama çok aza öğrenci gelirdi. 

Yine o tarihlerde mezralarda 2.5 milyon insanın yaşadığı bilinir idi ve ben hayatımda mezradan üniversiteye gelen öğrenci hiç tanımadım (mutlaka vardır ama sayısı ihmal edilebilir seviyededir). 

İşin özeti şu: bizim ülkemizde üniversite “bedava” ya da “parasız” olduğu sürece düşük gelir gruplarından yüksek gelir gruplarına gelir transfer edilmiş oluyor yani daha düşük gelirli ortalama vergi mükellefinin parası ile daha zengin sınıfların çocukları devlet üniversitelerinde vergi gelirleri ile eğitim-öğretim görüyorlar. 

Şunu unutmayalım ki “parasız” üniversite diye bir şey yok, maliyeti ya öğrenci yani kullanıcı ödeyecek ya da vergi mükellefi; Türkiye’de doğrusu kullanıcı finansmanı ağırlıklı bir ara model. 

Üniversitelerimizde bugün sol eğilimli öğrenciler “parasız yükseköğretim” kavgası veriyorlar ve bu kavga bugünkü yapılanma içinde ideolojilerinin tam tersi bir sonuç veriyor. 

ÖSS sınavına 1.6 milyon kişi giriyor ve sistem ancak iki yüz bin kişiyi yerleştirebiliyor ise benzer bir sınavın kaçınılmaz olduğunu söyleyebilirsiniz ama bu sistemin daha iyileştirilemeyeceği anlamına gelmemeli. 

Lise öğrencileri yaşamlarının çok önemli bir dönemini test sistemi ve kültürü ile geçiriyorlar. 

Mevcut sistem içinde gençler en az iki sene (bazen üç ya da daha fazla sene) a,b,c,d,e şıkları arasından tek doğruyu bulmaya çalışıyorlar, şartlanıyorlar. 

Bu şartlanmanın toplumsal sonuçlarının çok vahim olduğunu aslında yavaş yavaş günlük hayatımızda görmeye başladık zira geniş kesimler toplumsal hayatta tek bir doğrunun olduğunu zannediyor ve bu yönde koşullanıyorlar. 

Acaba bu koşullanmanın altında test sisteminin gençlere verdiği çok şıklı arayış içinde tek doğru mantığının bir payı mevcut mu?
Yaşadığımız uzlaşmazlık kültürünün altında, herkesin burnunun dikine gitme alışkanlığının altında acaba bu test kültürü ne ölçüde yatıyor?
ÖSS’de yine çoktan seçmeli sınav yapabilir ama a,b,c,d,e şıkları arasında birden çok doğru koyabiliriz ve böylece gençlere yaşamda da, bilimde de doğrunun tek olmadığı gerçeğini iletebiliriz ama bunu yapmak, yapabilmek için öncelikle bu sorunları gündeme getirmek, gündeme getirmek için de rahatsızlık duymak gerekiyor. 

Ama belki de monolitik bir devlet kültürüne bu tür bir çoktan seçmeli, tek doğrulu sınav sistemi daha uygundur, bilemiyorum.
ÖSS tüm katılanlara umarım mutluluk getirir, bu mümkün, zira hayatta mutlu ve başarılı olmak için illa da üniversite okumak gerekmiyor.
Hatta belki bugün tersi daha geçerli.
Yayın Tarihi : 7 Haziran 2006 Çarşamba 11:19:43
Güncelleme :10 Haziran 2006 Cumartesi 11:29:27


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Davut Polat IP: 85.108.27.xxx Tarih : 23.06.2006 14:48:13
İNSANLARI YETENEKLERİNE GÖRE MERAK ALANLARINA MADDİYETİ DÜŞÜK İNSANLARINDA BİR FON OLUŞTURULARAK BİR GÜNLÜK SINAVA BAĞLAMADAN EĞİTİMİNİ GÖRSE DAHA İYİ DAHA GÜZEL ÜLKE OLMAZMI?BU FON ŞÖYLE OLUŞABİLİR. EN BASİT ŞANS OYUNLARINDAKİ DİĞER FONLARDA BİR KISIM KESİLEREK BU FON OLUŞABİLİR.YOKSA MUTSUZ İNSANLAR TABLOSU OLMAYA DEVAM EDERİZ. İYİ ÇALIŞMALLAR.