19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Avrupa'nın ortasında örülen duvarlar

Sevgili Metin Üstündağ’ın “Çocukluktan gayrı hemşehrilik yok” sözü bir kez daha anlamını buldu.

Hollanda’da, Noord Brabant Eyaleti’nin sessiz sakin kenti Waalwijk’ın orta yerinde dolaşırken, binlerce kilometre ötedeki Anadolu’da geçen çocukluğum bir kez daha gelip buldu, 1970’li yılların ortalarına çekti aldı beni.

Çocukluğumun güzel ablalarını anımsadım. Emine, Ayşe, Zeynep, Zahide...

Kara, kumral saçlarınının büyük bölümünü açıkta bırakan oyalı, ak yazmalar takan, mini etekli, “apartman topuklu” köy kızlarını.

İlk kez kara çarşaflı bir kadını da o zamanlar görmüştüm. Kütahya’dan köye misafir gelen “Muhacir” bir kadının giydiği kara çarşaf sadece biz çocukları değil, büyükleri de şaşkına çevirmişti. Bu nedenle, sık sık mahçup bir edeyla “Biz muhacirlerin böyle giyiniriz” diye açıklama yapmak zorunda kalmıştı kadıncağız.

Tiyatronun köylere kadar girdiği o dönemlerin ardından “silindir” gibi gelen 12 Eylül, her şeyi aldı götürdü. Çocuklar birden büyüdüler.

Ak yaşmakların yerini “sıkma başlar” aldı. Mini eteklerin yerini, yere kadar uzanan kurşuni pardesüler…

“Muhacirlerin” geleneksel kıyafet dediği kara çarşaflar, kentlerde başka bir “geleneğin” simgesine dönüştü.

Dünyanın en uygar toplumlarından biri olan Hollanda’da, Waalwijk’ın ortasında sıkma başlı, kurşini, gri pardesülü Anadolulu kızları görünce, çocukluğumla yüz yüze geldim.

Hollanda’ya uçmadan bir gün önce, Fuat Kozluklu telefonda, Washington’da sevgili Alpaslan Esmer ile birlikte gittikleri bir restoranda tanıştıkları Hollandalı çiftin izlenimlerini aktarmıştı. Türkler ve Faslılar’ın büyük bölümünün Hollanda’ya uyum sağlayamamasından, entegre olamamasından dert yanmış çift.

Waalwijk 20 bin nüfuslu, küçük, sakin, yeşil bir kent. Mutlu, güleç yüzlü insanlar şehri. “Davulla zurnayla” yolcu edilip “bandoyla” karşılanan Türklere karşı ilgi epeyi azalmış.
Bunun en büyük nedeni, gelenlerin Hollanda toplumuna entegre olamamaları. Her gelenin kendi “kolonosini” kurması, yerli halkla arasında duvarlar örmesi.

Birinci kuşağın neredeyse tamamı dil bilmiyor. Yıllar önce ayrıldıkları Anadolu’yu adeta orada yeniden inşa etmişler. İkinci kuşak deyimi yerindeyse “iki arada bir derede.”

Ne tam Hollandalı, ne tam Türk. Üçüncü kuşak ise, çelişkiler yumağı içinde.

Hollandaca’yı çok iyi konuşuyorlar. Ama Türkçe’yi, annelerinden öğrendikleri kadarıyla.

Giyimi, kuşamı, duruşuyla tam bir Avrupalı olan bir Türk kızı, ya da erkeğe Türkçe konuşmaya görsün. “Nörüyon, gordunnu” dediğinde tüm o alım, o cazibe yok olup gidiyor.

Kimisi aile baskısı yüzünden kara çarşafa, tesettüre bürünmüş, “hazin” bir hayatı yaşıyor.

Özellikle 28 Şubat 1997’den sonra Türkiye’de pek fazla hareket alanı bulamayan tarikatlar, Hollanda’da adeta “altın çağını” yaşıyor. Fethullahçılar, Süleymancılar, Nakşiler, Kaplancılar adam kapma yarışında.

Tarikata “yardım” adı altında senet imzalattırılanlar ve her ay para ödemeye zorlanan insanları, “Karının başı açık, boşa” denilerek kandırılan insanları, bu uğurda yıkılan yuvaları herkes biliyor. Ama kimsenin elinden bir şey gelmiyor. Her hafta değişik kentte, kasabada yapılan toplantılarda tarikat kasalarına binlerce Euro, kilolarca altın akarken, tarikat yarası her gün daha da artarak kanamaya devam ediyor.

Her toplantıda Gazi Mustafa Kemal’e ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne beddualar edilip, en iğrenç iftiralar atıldığı da biliniyor. Avrupa’nın ortasında Anadolu’yu yaşayan garibanlara para karşılığı “cennetin anahtarı” satıldığı da…

AKP hükümeti ile birlikte Türkiye’de yeniden filiz vermeye başlayan tarikatlar, sadece Hollanda değil, tüm Avrupa’da derin kökler salıyor. Bu kökler, Avrupa’nın yerlileri ile Türkler arasındaki duvarları daha da büyütüyor. Ve artık, kimliğine, kişiliğine bakılmaksızın tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına aynı pencereden bakılıyor.

Avrupa’daki Türklerin ördükleri bu duvarlar ve sergiledikleri “kara çarşaflı” imaj Türkiye’nin AB üyeliği çabalarına da en büyük darbeyi vuruyor. Türkiye kamuoyu, hükümete yağ çekmekten habercilik yapmaya fıkrsat bulamayan “necip Türk medyası” yüzünden bu konuda yeterince bilgi sahibi değil. Ama Avrupa çoktan tartışmaya başladı. “Laiklikten uzaklaşan bir Türkiye ne kadar Avrupalı olabilir” sorusuna yanıt aranıyor, Avrupa başkentlerinde.

Recep Tayyip Erdoğan ile kabinesi ve parti grubundaki bir çok ismin de içinde yer aldığı siyasal görüşün bir dönem Avrupa’da nasıl para topladığını 1996 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde belgeleriyle ortaya koymuştuk.

Benzer tezgahlar şimdi de sahneleniyor. Belki iktidarın hoşuna gidebilir yurtdışındaki şeriatçı örgütlenme. Ama kimsenin kuşkusu olmasınki, günü geldiğinde AB, bu gerçeği de Türkiye’nin önüne koyacak ve “Türkiye’nin üyelğine hayır” gerekçesini buna dayandıracaktır.

Tarikatların ve “sıkma başlar”ın, yaşadıkları topluma karşı ördükleri duvar, AB yolculuğunda Türkiye’nin önünde en büyük engel olacaktır.
Yayın Tarihi : 14 Haziran 2004 Pazartesi 16:49:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?