18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Ulusal Onur ve Türk Medyası

 
Kıbrıs haberlerini pek de istekli okumazdım. Yıllardan beri benzer haberler gelirdi hep adadan. Bir türlü bitmeyen bir “elti çekişmesi”dir sürer giderdi.
 
Ancak son dönemde, gelen her haberi dikkatle takip eder oldum. Olayın bir “editörlük” yanı var. Sayfaya koyacağım haberi önce dikkatle okuyup, flaşını, başlığını çıkarıyorum.
 
Ama asıl önemli yanı, gelen haberlerin Türk ve Rum medyasının içinde bulunduğu duruma ilişkin ip uçları. Son dönemde, “Necip Türk Basını”nın ve Türk diplomasisinin nasıl bir “haleti ruhiye”ye sahip olduğunu görmek açısından  oldukça önemli Kıbrıs haberleri.
 
Ankara, Kıbrıs konusunda ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafta, ipleri Washington’a, Brüksel’e kaptırmış, AB üyeliği uğruna “Ne pahasına olursa olsun çözüm” anlayışındaki AKP hükümeti.
 
Ki, hükümetin bu tavrı diplomasinin de elini kolunu bağlamış durumda. Dışişleri Bakanlığı’ndaki bir “back ground” Kıbrıs brifinginde, ilgili diplomatlarla konuşurken, Aydınlık Dergisi’nin Hukuk Fakültesi mezunu Diplomasi Muhabiri  Özer Çetinkaya, 1959 – 1960 anlaşmalarının hiçe sayıldığını ve atılan tüm adımların “hukuksuz” olduğunu” vurguladı. Hukuk açısından, olumsuzlukları sıraladı. İlgili diplomat, “Üstümüzde bunca baskı varken bu kadar oluyor” demeye getirip  iki elini yana açtı ve  Türkiye’nin çaresizliğini itiraf etti:
 
 “Ne yapabiliriz peki, siz söyleyin?”
 
 
Diğer yanda, “Kıbrıs, sabit ve bir savaş gemisidir. Stratejik önemi büyüktür. Heba edilemez” görüşünde ısrarlı Genelkurmay öncülüğündeki “Ulusalcı” kesim.
 
Durum böyle olunca, medyanın olayı yaklaşımı da, siyasilerin verdiği demeçler de  “evlere şenlik” bir hal alıyor.
 
Düne kadar bindiği otomobili, içtiği içkiyi “köşe yazısı” diye dayatan birçok isim, birden bire “Kıbrıs uzmanı, diplomatik yorumcu” kesiliverdi. “AKP şakşakçılığını” bir numaralı vazife kabul eden kalem erbabı, öyle “destursuz” atmaya başladı ki, “Pes!” demek bile hafif kalır oldu.
 
Hele son olay, Türk Medyası’nın  konuyu ne boyuta vardırdığının en açık göstergesi. AB’nin Genişlemeden Sorumlu Yüksek Komiseri Günther Verheugen, referanduma  “Evet” anlamına gelecek bir konuşma yapmak istemiş Rum televizyonlarında. Ama Rum Yönetimi, “İçişlerimize müdahale” diyerek bu isteği reddetmiş. Her gün aleni biçimde yapılan birçok “örtülü sansür”ü görmezden gelen medyamız, hemen atmış manşeti:
 
“Verheugen’e sansür! Verheugen’e ekran yasağı!”  
 
 
“Onur” denilen erdemi, sadece “oğlan çocuklarına konulan isim” olarak algılayan medyamız, şaşkın. Pusulası Brüksel’i gösteren “Karen Fogg dostları”nın aklı almıyor böylesi bir davranışı. Bir sövmedikleri kalmış Rum yöneticilere.
 
Tasos Papadopulos, beğendiğim, sevdiğim bir politikacı değil. Türkleri de içeren olumlu bir çözüme baştan “Hayır” diyerek Atina diplomasinin elini kolunu bağlayan bir isim. Açıklamaları uygulamaları, tıpkı Makarios’u çağrıştırıyor. “1963 anayasasını değiştiriyorum, Türkleri kesiyorum” diyen Makarios, nasıl Dede Papandreu’yu zora sokmuşsa, aynısını bugünkü Karamanlis yönetemine karşı Papadopulos yapıyor.
 
 
Ama öyle de olsa, kendi bakışına göre “ulusal çıkarlarından” ödün vermek istemeyen bir siyasetçi portresi çiziyor. “Amerika’nın aferini beni ilgilendirmez” sözleriyle “ulusal onuru” her şeyin önünde tutuyor.
 
 
Türk medyası işte bunu bir türlü anlayamıyor.  “Globalleşmeyi” Washington’ın, Brüksel’in “emir erliği” olarak değerlendiren anlayış, “Ulusal onur” denince, şaşkına dönüyor.
 
Eğer, aynı konumda olsaydık,  emin olun ki, Türk televizyonları ekranlarını, gazeteler sayfalarını çoktan açmış olurlardı Verheugen’e.
Yayın Tarihi : 20 Nisan 2004 Salı 17:46:37
Güncelleme :20 Nisan 2004 Salı 17:48:54


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?