29
Mayıs
2024
Çarşamba
SPOR

Son Dakika Mucizesi


Türk Milli Takımı var olmak veya yok olmak, bunun telafisi yok, maçına çıktığı Çek Cumhuriyeti karşısında son on beş dakikada oluşturduğu mucize ile rakibini kupadan elemeyi başardı. Türkiye’nin 2–0 mağlup durumdan 3–2 galip gelmesi gerçekten, sözcüğün tam anlamıyla bir mucizeydi. İster motivasyon, isten mucize, ister kazanma azmi... Ne derseniz deyin mucize gerçekleşti ve Türkiye Avrupa’nın sekiz takımı arasına girdi.

Türk Milli Takımı A Grubundaki maçlara hiç de iyi başlamamıştı. Önce Portekiz yenilgisi, ardından ilk yarısı şiddetli sağanak altında oynanan ve son dakikalarda Arda’nın attığı gol ile geçtiği İsviçre maçında da iyi bir futbol ortaya koyamamıştı. Çek Cumhuriyeti karşısında son on beş dakikaya girilirken futbol olarak yine ortada bir şey yoktu. Hemen herkes sahadaki futbolu görünce yenilgiye odaklanmıştı. Ancak ne olduysa son çeyrek saatte oldu. Terim, son kozlarını oynayarak Hamit’i orta alana getirmesi, ikinci yarıda ileride hiç varlık gösteremeyen Semih’in yerine oyuna aldığı Sabri ve solda rakibin sağ kanadını felce uğratan Arda’ya, fırsatçı Nihat’a, kaleci Cech’nin hataları eklenince Çeklerin boyun eğmekten başka yapacağı bir şey kalmıyordu.

Çek Cumhuriyeti maçı bizim için çok zordu. Takımızın büyük çoğunluğu sakattı, başta Servet olmak üzere oynayan futbolcular milli ruh içerisinde kendilerini riske atmışlardı. Bu arada hakem Peter Fröjdfeldt daha baştan Çeklerin yanında olduğunu verdiği kararlar ve çıkardığı kartlarla göstermeye başlamıştı. Kısacası Türkiye‘nin karşısında on iki kişi vardı. Nitekim Çeklerin attığı ikinci golde böyle bir ortamda geldi. Emre Güngör’ün sakatlanıp sedye ile sahayı terk etmesinin ardından Emre Aşık’ı oyuna almakta gecikti ve bu arada eksik savunmamız golü yemekte gecikmedi.

Türk Takımı gerçekten bir tarih yazdı. Ancak bunun ardına sığınıp bazı gerçekleri de göz ardı etmememiz lazım. Önümüzde Almanya’yı alt eden bir Hırvatistan var. Hırvat futbolu aşağı yukarı Çek futbolu ile aynı sistemde oynuyor, güç olarak da onlardan pek farklı değil. Bu maçta kalede Volkan’ın akılsızca kırmızı, Aurelio’nun da sarı kart cezasından ötürü büyük bir handikabımız var. Savunma da Servet, Emre Aşık ve Emre Güngör sakat. Yerlerine oynayacak adam da yok. Grup maçları bir kez daha gösterdi ki duran toplardan çok kolay gol yiyoruz. Rakibin sağ ve sol kulvarlarında ağırlığımızı koyamıyoruz. Oysa Terim, son anda bunu görerek oyun sistemini değiştirdi ve sonuca gittik. Sol kanatta Arda, İtalyan kulüplerinde oynayan Çekleri perişan etti, ancak Hakan Balta’dan gereken yardımı bir türlü göremedi. Onun yerinde Uğur Boral olsaydı, belki de durum daha farklı olur, böylesine zorlanmazdık. Sağ kanatta ise Sabri’nin girişi her şeyi değiştirdi. Hırvat maçında sağ kanat Sabri ve önünde Hamit’ten oluşmalıdır. Bu kanatta Kazım ise hiçbir zaman son dakikalarda yararlanılacak bir oyuncu değildir.

Kuşkusuz, bir zafer sarhoşluğu yaşıyoruz. Ancak bazı gerçekleri de görelim; Kaleci Volkan’ın son dakikalarda rakibine vurması çok çirkindi. Aynı yanlışı İstanbul’da Lincoln’ne de yapmış, ceza almıştı. Demek ki akıllanmamış... Bereket yerine kaleye geçen Tuncay’a top gelmedi. Ola ki Çekler beraberlik golünü atsa, iş penaltılara kalsaydı Tuncay ne yapabilirdi kalede... Volktan sportmenliğe sığmayan o hareketi yaparken bunu neden düşünemiyor...

Atatürk’ün” Ben sporcunun zeki, çevik ve akıllısını severim” sözü ne kadar da gerçeği yansıtıyor...

Diğer taraftan Terim’in her zaman kol kanat gerdiği, takım kaptanlığına kadar yükselttiği, Macaristan maçında basın tribünlerine çirkin el kol işaretleri yapan Emre Belözoğlu aynı davranışı bu maçta da sergilemesi daha da aymazlıktı. Terim futbolcularına öncelikle terbiye ve saygıyı öğretmelidir. Kuşkusuz bunun yanına aklı da eklemelidir.

Çek maçının kahramanları ise her şeyden önce varını yoğunu ortaya koyan Servet, gecenin yıldızı Arda, ikinci yarıda Hamit, Sabri, gösterişiz ama çok yararlı oyunu ile Aurelio ve Kazımdı. Nihat Kahvecinin fırsatçılığı ise İspanya’daki başarısın da çok haklı olduğunu bir kez daha gösterdi.

İsviçre’den Türkiye’ye döndüğümüzde yine böyle büyük maçlardan sonra kanıksadığımız olaylara sahne olduk. İstanbul’un sokakları silah sesleri ile inledi. Vatandaşın yine huzuru kaçtı, herkes televizyonlarını bırakıp evlerinin içerisinde olası bir kurşuna hedef olmamak için saklandılar. Ne yazık ki, ortada bu kişiliksiz magandalara dur diyecek emniyet güçleri ortada yoklardı. Bu arada Prof. Dr. Emre Kongar’ın bir sözünü de hatırlatmakta yarar var; “Eyvah diyorum bir maçı kazanınca, birinin canı yanacak diye ödüm kopuyor.”

Uluslar arası spor arenasında başarılı olmak güzel ama bunu akıl ve bilimle pekiştirelim.

erdem@kenthaber.com

Yayın Tarihi : 16 Haziran 2008 Pazartesi 11:46:41


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Gökhan IP: 85.100.156.xxx Tarih : 16.06.2008 12:05:32

Evet sayın hocam,rehavete kapılmamak gerek.Belirttiğiniz gibi gerçeklerin unutulmaması çok önemli.Bu arada başka bir ilginç nokta ortak özelliğimiz olan yumurta nın kapıya dayanmasını beklemenin gerçek örneğini gördük.Çok güzel bir azimle kazandık maçı ama her zaman rakip hata yapacak diye bir şey yok.Çok ilginçtir,biz kişisel becerilerden gol buluyoruz genelde.Avrupa takımları ise daha çok takım oyunu ile kazanıyor.Bu yüzden Bir günümüz diğerine uymuyor.Ama bireysel yetenekleri takım kurgusu ve sistemle birleştirdiğimizle kesinlikle harikalar yaratıyoruz.Bu da demek oluyor ki biraz daha disiplinli ve sistem oyunu oynamalıyız.Yoksa takımın iyilerinden iki kişi oyunda olmadığı zaman felaket yaşanır.Tıpkı bir zamanlar Fenerbahçe de Oğuz un marke edilip tutulduğu zaman takımın kötürüm olması gibi.Ama sisteme bağlı oyunda bu sorun yaratmaz,kim olursa olsun görevini yapar.Umarım ki bu galibiyet gözümüzü kör etmez de Hırvatistan karşısında aklı başında bir takım oyunu oynarız.