7
Mayıs
2024
Salı
İSTANBUL

Aptal Kutusunda Yaratıcılık

   

   Gün boyu stres içinde çalışan, işinden çıktıktan sonra ise bir başka strese, yani toplu taşıma rezaletine girmek zorunda kalarak güçlükle kendini evine atan yurdum insanının tek eğlencesidir çoğu zaman televizyon... Görsel basının reklam pastasındaki payının yüksekliği ve doğru orantılı olarak ortada dönen rant, suni bir gündem oluşturmakta dolayısıyla konuyla alakalı kavramlar ortalıkta dönüp durmaktadır. Bunlardan bir tanesi de “prime time”, yani televizyon izleyicisinin en yoğun olarak televizyon karşısında olduğu saatler; akşam saat sekiz ile on bir arasındaki zamanı kapsıyor. Ekstra para verip de kendisine paralı kanal ayrıcalığı yaşatamayan çoğunluksa, ekran başında müthiş bir reklam bombardımanı ile karşılaşmak zorunda kalıyor. Bugünlerde en çok “damardan verilen” reklamsa alüminyum folyo benzeri kıyafetleriyle uzaylıları çağrıştıran bir ailenin sofra başında görüldüğü reklam... Ünlü düşünür Noam Chomsky der ki “İnsan beyninin satrançtan sonra en çok boşa harcandığı yer reklamcılıktır.”. Reklam ajanslarında o ünlü “reklamcılık oskarı” kristal elmayı alabilmek için, kafalar yorulur da yorulur. Az önce bahsi geçen reklam için de bu durum böyle olmuştur muhakkak. Yurdumuzda “yaratıcılık” diye ortaya çıkarılan “kitch” yani yoz beğeni ürünü eserlere güzel bir örnektir bu reklam. Uzay çağı filmlerde,reklamlarda tasavvur edilirken hep kullanılan “alüminyum folyo” benzeri kıyafetlerin yerine bir türlü daha akla yatkını yaratılamamıştır; üstüne üstlük bu reklamda uzay çağı olmasına rağmen hala gözlüğe çare bulunamamıştır! Sadece bu reklam değil, milyonları kendisine esir eden televizyon kanallarının yayınladığı birçok program,dizi,film birer “kitch” eserdir. Sığınılan ise “çoğunluk böyle istiyor” saçmalığıdır. Yığınları eğitme rolünü asla yerine getirmeyip nedense sadece “çoğunluğa uyma” kriteri yerine getirilir, “demokratik ortam” nosyonuna sığınarak yapılır bu açıklamalar.Tüm bunların rant uğruna yapıldığı açıktır, “sistem” duvarının çatlaklarından sızan sulardır bu “sel”i oluşturan.

   Yaratıcılığa güzel örnekler olarak “anadoluda geçen ağalı konaklı diziler”, “dejenere öğrencilerle dolup taşan lise dizileri”, “saçma sapan dizileri magazin programlarına taşıma”, “dizide gerçekleşmiş bir olayı gerçekmiş gibi magazine etme”, “biri bizi gözetliyor” verilebilir ve bu örnekler çoğaltılabilir. Kadın hakları konusunda mangalda kül bırakmayan bir çok “maçoluk düşmanı” da bu dizilerde “maçoluk şovu” yapan “ağa” karakterine hayranlık duyarak çelişkilerine yeni bir halka eklemekte,bu da ayrı bir tartışma konusu olarak göze çarpmaktadır.

   Düşünebiliyor musunuz, bir çok insan sohbetlerinde dizi senaryolarını tartışıyor, gelecek bölüme ilişkin tahminler yapıyor ve bu insanların tüm düşünme kapasiteleri bir kişinin yani dizinin senaristinin hayal gücü ile sınırlı kalıyor...

   Bir ara “sitcom” yani ingilizce “situation comedy” (durum komedisi) olan dizilerin bir tanesinin tutmasıyla başlayan patlama ise şimdilerde duruldu gibi. Aslında fena da olmadı, bu dizilerdeki patlama sonucu ortaya çıkan oyuncu ihtiyacı sonucunda bir çok “potansiyel” oyuncu da performanslarını sergileme imkanı buldu da insanlar da gülebildi...Bu izleyicilerin az bir kısmı ise esprilere değil oyuncu müsveddelerinin düştüğü “gülünç” duruma güldü. Tabii bu dizilere emek veren Haluk Bilginer gibi ustaların da hakkını vermek gerek. Zaten usta da açıklıyor bir sohbetinde “Komiklik çok zor bir şeydir, komiklik yapmaya çalışırken gülünç duruma düşmemek gerek; komiklik ciddi bir iştir...”

   Fasaryadan gündem yaratmada rakipsiz olan televizyon kanallarımız umarım artık gerçek sanata,eğitime,kaliteye yer verir de; her ne “in” (moda) ise onun peşinden giden yığınlar da biraz olsun eğitilebilir.Sanırım bunu ummaktan başka fazlaca elimizden gelen bir şey yok...

Yayın Tarihi : 4 Ekim 2003 Cumartesi 08:35:49
Güncelleme :27 Nisan 2004 Salı 13:06:20


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?