6
Mayıs
2024
Pazertesi
İSTANBUL

Aşk ve Evlilik

   Evlilik konusunda en yaygın inanışlardan bir tanesi “evlilik aşkı öldürür”dür. Burada esas irdelenmesi gereken aşkın bitmemesinin sağlanıp sağlanamayacağıdır esasında. Aşk olduktan sonra getireceği beraberliğin bir imza eşliğinde olup olmadığı ancak “aşkın meyveleri” alınmak istendiğinde önemli olacaktır. Ama bazen bu imzanın önem derecesi aşkı ortaya çıkarıp, sürdürmek isteyen iki kişinin dışında da olabilmektedir. Nedir bu önem seviyesini değiştiren, tabii ki içinde yaşanılan toplum. Türk toplumunda “imzasız” beraberlikler büyük bir kesim tarafından hoş görülmemekte hatta ayıplanmaktadır. Ama birbirlerini yeterince tanımayan iki insan, sırf toplumda hoş görülmek için o imza kararını aldıklarında ve aynı dört duvar arasında, iki saatlik kafe sahtekarlıkları ortadan kalktığında ve kişiliğin karşıdaki insanın hoş görmeyebileceği yönleri artık makyajlanamadığında öncelikle aşkın yitirilmesine, birbirine yabancılaşmaya ve hatta şiddete ve boşanmaya kadar gidebilmektedir. Üniversiteyi evinden uzakta okuyanlar ya da bir şekilde hayatla tek başına mücadele etmeye erken yaşta başlayanlar bilirler; ev arkadaşı seçmek çok ama çok zordur. Ev arkadaşı olarak düşünülen insanla gün içerisinde gayet iyi anlaşılabilir fakat iş aynı evi paylaşmaya, aynı lavaboyu, tuvaleti, mutfağı kullanmaya geldiğinde işlerin nasıl da değiştiği görülür. Kaldı ki evlilikte bunun içine ek paylaşımlar da girecektir. Birbirini yeterince tanımadan yapılmış evliliklerin hepsi de kötü gidecek değildir, ama bunu da şansa bırakmamak gerekir. Uzun nişanlılık dönemi de birbirini tanımaya yetmez zira birkaç saatlik çarşı gezmeleri, akraba ziyaretleri, kısa arkadaş evi kaçamakları ile eş adayı tanınmaz.
   Çeşitli araştırmalar son yıllarda ülkemizde boşanmaların arttığını göstermektedir. Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi kadının güçlenmesidir. Erkekler yaşamındaki kadının güçlenmesini istemez, çünkü o zaman sırtına ek yükler binecektir; bir dediğini iki etmeyen, basit esprilerine gülen, maço takıntılarını sineye çeken kadın figürü çoğu erkeğin rüyalarını süsleyen kadındır. Bu kadın figürü değiştiğinde, yani entelektüel birikimi arttığında böylece yaşamın müşterek olduğunu ve eşit paylaşılması gerektiğini algıladığında boşanma kararını alma gücü de doğru orantılı olarak artacaktır. Aslında erkeklerin eşlerinin çalışmalarını istememeleri de evliliklerin bozulmasında önemli bir rol oynamaktadır. İş yaşamından , dolayısıyla sosyal yaşamından soyutlanan kadın gün boyu dört duvar arasında birçok değerini yitirecektir; eşlerin çalışması salt maddi değil aslında kültürel bir gerekliliktir. “Bugün çamaşırları şöyle astım, şu dizide kadın adamı aldattı, şu öğleden sonra kadın programında sunucu şöyle ağladı, şu deterjan sudaki kireci azaltmıyor” gibi muhabbetlerin dışına çıkılamadıkça o aşk da ve dolayısıyla evlilik de erozyona uğrayacaktır.
   İşin içine “mantık” sokulmaya çalışılması da bilinen “evlilik stratejileri”ndendir. Bu tiyatroda kadın tarafından bakıldığında baş aktör “cebi dolgun” bir adam; erkek tarafından bakıldığında baş aktris “sessiz hizmetçi, geyşa” rolünü almaktadır. Aşk ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bu tür beraberlikler dejenere olmaya mahkumdur.
   Çiftlerin birbirini tanımaya ek çaba harcamaları ve karşılıklı anlayış ve hoşgörü de yanına eklendiğinde evlilik yolunda ilerleyen beraberlikler yeni ve önü açık bir boyut kazanacaktır. Aslında aşkı kalıcı kılabilmek mümkün olsa her şey daha değişik olacaktır. Tabii bunun için de öncelikle “büyüyü” koruyabilmek yolunda çaba ve yaratıcı hayal gücüne sahip olabilmek gereklidir ve doğal olarak da cesarete...
Yayın Tarihi : 18 Ocak 2004 Pazar 00:00:19
Güncelleme :27 Nisan 2004 Salı 13:03:56


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?